<%@ Language=VBScript %> MİMAR SİNAN-2 Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

BÖLÜM>| 1 | 2 |    Sayfa> | 1 | 2 | 3 |   

Ölümünden sonra yüzelli yıl daha sürecek evrensel bir üs­lupla özdeşleşen Sinan'ın başarısında başta gelen etmen, gelenek ile çağının gereklerini bağdaştırabilmesi olmuştur. Büyüklüğünün ana kaynağı budur.

Büyük bir olasılıkla, daha önce de varlıklarım bildiğimiz mimarbaşıların emrinde bir saray örgütü olan Hassa Mimarları Ocağı, Sinan'ın döneminde olağanüstü bir yapı etkinliği süreci içinde etkili bir kurum haline gelmiştir. Hassa mimarbaşı yapı­lardan, şehre su getirilmesinden, piyasada inşaat malzemesi fi­yatına kadar her şeyden ve bütün İmparatorluktaki inşaatlardan sorumluydu. Bu ocakta kesin bir hiyerarşik düzen olduğu söy­lenebilir. Mimarbaşıdan sonra subaşı geliyordu. Sinan H. 992 (1584) tarihinde hacca gitmiş, yerine vekil olarak Subaşı Mehmet Ağa'yı bırakmıştı. Yanında yetiştirdiklerine ustalık-çıraklık ilişkileri dışında ders de veriyor muydu? Cafer Çelebi, Sedefkâr Mehmet Ağa'nın ondan Hasbahçe'de geometri bilimi ve mimarlık sanatı öğrendiğini yazarken böyle bir süreci anlatmak istemiş olabilir mi? Bu eğitimin içeriğini ve niteliğini tanımla­mak zordur. Sinan'ın döneminde Hassa Mimarları Ocağı'nda çalışan mimarların bir bölümü kendisi gibi devşirme, bir bölümü Hıristiyan, ancak küçük bir bölümü Müslümandır. Hıristi­yanların hemen hepsinin Rum olması Sinan'ın özel bir eğilimi­ni yansıtabilir. 1582 tarihli mühimme defterindeki bir kayıtta Ferhad Paşa ile Doğu seferine gönderilen 14 hassa mimarından 9'unun Rum olduğu belirtilmiştir. Sinan'ın 1563 tarihli vakfiyesindeki 41 tanıktan 10'u mimardır. Bunların 7'si Sinan gibi devşirmedir. Diğer tanıklardan 14'ünün de devşirme ya da mühtedî olduğu anlaşılmaktadır. Süleymaniye inşaat defterle­rinde de Müslüman ve Hıristiyan ustalar ve işçiler arasındaki oranın buna benzer olduğu görülmektedir. Bu İmparatorlukta zanaat ve sanat alanlarının örgütlenmesinde, dinin büyük bir rol oynamadığım göstermektedir. Saraya hizmet verenlerin ço­ğunun devşirme olduğu, sultanların analarının da, genelde Hı­ristiyan kökenli esirler olması için, çalışanın etnik ve dini köke­ninin Osmanlı yönetici sınıfı için bir sorun olmadığının göster­gesidir. Burada ne Osmanlı tebaası olan Hıristiyanların özel olarak övüneceği, ne de bütün büyük yöneticileri dönme olan Türklerin yerineceği bir durum vardır. Osmanlı Devleti koz­mopolit görüşlü bir saltanat felsefesinde temellendirilmişti. Din de bu devlet kavramının bir bileşeniydi.

Tezkirelere göre, Sinan mimarbaşı olduktan ömrünün sonuna kadar 477 yapı ve onarımın tasarlayıcısı ya da sorumlusu ol­muştur. Bunların 300 kadarı İstanbul ve çevresindedir. Ne ka­darının doğrudan Sinan'ın elinden çıktığını söylemek olanaksızdır. 971 (1563) tarihli vakfiyeye göre, Sinan aynı zamanda sultan yapılarının nemini"dir. Fakat başka illerdeki yapıların başına halifelerini gönderdiğini biliyoruz. Sinan'ın mimarî pro­je üretmesinin doğasını anlamak için başında olduğu örgütün nasıl çalıştığını bilmemiz gerekir.

"Mimar Ağa" sıfatı, Sinan'a devlet örgütünde üstlendiği gö­rev dolayısiyle verilmişti. "Koca Sinan" ise çok yaşamış olma­sının getirdiği lâkaptır. Onu çağdaşlarının gözünde devleştiren, sultanlar için yaptığı büyük kubbeli yapılarla, İstanbul suları için yaptığı büyük su kemerleridir. Pir-i Mimaran en usta mü­hendistir. Göğe asılmış gibi duran büyük kubbeleri inşa etmek, mimarlıkla mühendisliğin ayrı olmadığı o çağda bir yapıcının gücünü gösteren en önemli gösterge olmuştur. Sinan'ın mü­hendisliği, önemli bir uğraş olarak gördüğü İstanbul'un büyük su yollarına önemli yapıtları olarak dile getirilmesinden anlaşılmaktadır:

Yapup kavs-i kuzah gibi kemerler
Çıkardık suları şehre beraber
Olup cari ol ab-ı pür-safada 
Yapıldı çeşme üç yüzden ziyade

Sinan'ın başmimarlığa rastlayan yarım yüzyıllık dönemde (1538-1588) gerçekleştirdikleri, kendinden önce var olanları olağanüstü bir çeşitlilikle geçmesi, olanakların azametini unut-masak bile, ancak onun dehasıyla açıklanabilir. Sinan, kendine ait olduğu bilinen her yapısında, örneğin Haseki imaretinde, bir Mağlova kemerinde usta elinin varlığını kanıtlayan bir sanatsal ayrıcalık, özgün bir biçimsel ifade yaratmıştır. Fakat dünya mi­marî tarihindeki yerini sadece bu ustalıklar sayesinde elde ede­mezdi. Bu ustalıklar Osmanlı mimarisinin başka dönemlerinde, örneğin Beyazıt Camisi'nin ustası Yakupşah'ı, Yeşil Camii'nin mimarı Hacı İvaz Paşa'yı, Balat (Milet) Camisi'nin adı bilinme­yen mimarını yapılarıyla orantılı olarak üne kavuşturmamıştır. Sinan dünya mimarlık tarihine büyük kubbeli yapıya yeni bir kimlik kazandıran, bir mimarî üslubu bütün boyutlarıyla geliş­tiren ve kubbeli yapının varlığındaki potansiyel mekân strüktürlerini açıklığa kavuşturan bir yaratıcı olarak geçmiştir.

 Sinan'ın yapılarında “Müelliflik" Sorunu

Sinan, hem saray hem de onunla özdeşleşmiş bir devler kurumunun başı olarak halâ kendi eliyle iş yapan bir ortaçağ mimarı, kökeni taşçılık olan bir heykel ya da taş ustası değildi. İlk tasarımı hazırlayan ve "resmini" sultanlara ya da başka patronlara kabul ettiren bir tasarımcı olarak, Vasari'nin mimar adını verdiği yedi sanatçı, Bramante gibi bir mimardı. Brunelleschi ve Antonio da Sangallo gibi zanaatkar kökenli bir yapı ustasıy­dı. Prut üzerinde on günde büyük bir ahşap köprü kurabilecek bir inşaat mühendisi, Van Gölü üzerinde gemi inşa edebilecek bir marangoz ustası, kendi çağı için bir tasarımcıydı. Marangozluğuyla iftihar ederdi.

Doğrusu istenirse, mimar ve onunla eşdeğerdeki mühendis sözcükleri Türkiye'de 15. ve 16. Yüzyılda, İtalya'dan daha bilinçli kullanılmıştır. Fakat mimarlara, büyük önem verildiği de söylenemez. Hassa mimarları ya da Sinan'ın özel durumu dı­şında, bu statünün o kadar önemli olmadığı, o çağın yazınında Sinan ve başka mimarlar hakkında çok az söz edilmesinden anlaşılmaktadır. Bina eminleri ve özellikle patronlar daha önem­lidir. Aynı şey İtalya'da da gözlenmektedir.

Sinan bu statüyü aşan belki de tek Osmanlı mimarıdır. Süleymaniye'yi sultana söz verdiği zamanda bitirdiğinde caminin açılışında padişah Sinan'a "Gel azizim, bina eyledüğin beytul-lahı sıdk u safa ve dua ile yine sen açmak evlâdır" diyerek ca­minin anahtarını ona verir. Sai Çelebi'ye göre bu olaydan son­ra Sinan şunları söyler:

Ben-ki mimar-ı mübarek-i mukaddemim
Ben -ki pir-i hanka -i âlemim 
Hakkı bilür yapdım nice beytullah 
Nice bin mihrab kıldum secdegah

Burada Rönesans mimarının entellektüel övünüşünün yerine, dünyayı bir hangâh olarak gören mimarın kendisini pir ilân etme­si vardır. Antik, Bizans, İslâm, Avrupa Ortaçağı ve Rönesans mi-marlarıyla karşılaştırdığımız zaman Sinan'ı değişik kategorilere koyabiliriz. Ayasofya mimarı Antemios gibi kitapları ortaçağda okunan bir matematikçi ve fizikçi değildir. Divriği bezemesinin ustası ve camiye adını kazımış Ahlatlı Hürremşah gibi bir yapı ustası da değildir. Bir loncadan da yetişmemiştir. Osmanlı eği­tim sistemi içinde marangoz olarak yetiştirilmiş bir yeniçeri, sul­tan hizmetinde bir askerdir. Belki Rönesans'ın büyük ressam, helkeltraş ve mimarlarının kültürel statüsüne sahip değildir. Fa­kat hassa mimarbaşı olmanın, o sanatçıların hiçbirinde olmayan prestijine sahiptir. Osmanlı İmparatorluğunda Hassa Mimarları Ocağı, Batıda benzer kuruluşlardan daha önce ortaya çıkmış, il­ginç bir kuruluştur. Bunun özellikle Sinan tarafından, özellikle, İmparatorluğun sürekli büyüyen sınırları içinde inşaat işlerine ye­tişebilmek için geliştirilmiş olması gerekir. Hassa Mimarları Ocağı'mn kadrolarının oldukça geniş olduğunu, Ferhad Paşanın Doğu seferine çıkarken yanma Sinan tarafından dokuz mimar ve­rilmesinden anlayabiliyoruz.

Yapılara damgasını vuran Sinan olmakla birlikte doğrudan onun tasarımını göreceğimiz anıtlar, büyük bir olasılıkla liste­lerde sayılanlardan çok daha azdır. Onun kişisel üslubunu ayırt edecek yeterli araştırmalar yapılana kadar, listelerdeki yapıları onun atölyesinin ürünü olarak düşünmek gerekir. Fakat kollektif bir çalışma ürünü olarak kabul edilince, Sinan sanatının yo­rumu üzerinde temellendireceğimiz yapıların seçiminini dikkatli yapmak gerekir.   Çünkü kesinlikle müellifi olduğu yapı­larla, onun sanat imgesine hiçbir katkısı olmayan yapılar yanyanadır.

Hassa Mimarbaşı, tasarımını düşünmese bile, bütün yapı ala­nının sorumlusu olarak, anonim bir anlayışın temsilcisidir. Bir yandan İmparatorluk boyutunda anonim bir tasarım otoritesi, öte yandan devlet büyüklerine sunulmuş bir artistik yetenek arasında­ki ikilem Sinan'ın sanatındaki tasarım kararının yorumunda bü­yük önem taşır.

Mağlova Kemeri

Sinan'a ün kazandıran ve kendisinin de gerçekten öğündüğü en önemli yapılar İstanbul'a kazandırdığı Kırkçeşme ve Süleymaniye suyollarıdır. Tezkiretü'l Bünyan'da Kanunî ile Mimar arasın­daki ilişkilerin en ayrıntılısı su yollarının yapılması sırasında orta­ya çıkmıştır. Kanunî, kâğıthane vadisinde gezerken yer yer su bi­rikintilerine ve tahrip olmuş suyollarına rastlamış ve Bizans döne­minde kentin gelişmesine olanak veren su kaynaklarının hangi yolla kente getirildiğinin araştırılmasını istemiştir. Divan'daki konuşmalarda, İstanbul'un yağmur suyunu toplayan sarnıçlara ek olarak bir Bizans imparatorunun, sonradan kırkçeşme adım ala­cak suyollanm ve kemerlerini inşa ettirdiği ve sonradan suyun or­tadan kaybolduğu söylenmiş, Sultan'da, Sinan'ın bunu araştırarak bu suyu kente kazandırmasını istemiştir.

Sinan su terazisi ile vadilerin ve tepelerin yüksekliklerini ölç­müş, eski suyollarının bozulmuş olduğunu saptamış, çevredeki bütün derelerin debilerini lüle olarak belirterek padişaha sunmuş, bu konuda kuşkulu olanların engellemelerini aşmak için, derelerdeki suların miktarını Sultan'a yerinde kanıtlamış, daha sonra da eski suyoluna ilişkin mermer oluklar, merdiven parçalan, havuz kalıntılarını da ortaya çıkarmıştır.

Bunların varlığı bu bölgelerden su toplanabileceğini kanıtlamış ve Sultan'ın kesin onayını aldıktan sonra kendi deyimine göre inşaata su gibi altın ve gümüş akıtarak, eski yolu tamir edip yenile­miş ve yeni güzergâhta Uzun Kemer, Kovuk Kemer, Güzelce Ke­mer, Mağlova Kemeri, Müderrisköy Kemer'ini ve temelleriyle bir­likte Galata Kulesi boyunda derinliği olan havuzu inşa etmiş, bu suyolu Kırkçeşme semtine getirilmiş ve oradan kente dağılmıştır.

Bu sistem, 1563'teki büyük bir su baskınında büyük hasar gör­müş, su kemerlerinden bazıları yıkılmış ve Kanunî'nin ölümün­den önce Kırkçeşme suyolları yeniden işler hale getirilmiştir.

Alibey Deresi üzerinden geçen Mağlova Kemeri, Kırkçeşme suyollarının en güzel yapısıdır. Roma çağından bu yana yapı­lan su kemerleri içinde, plâstik karakteri açısından, sukemerle-rinin alışılmış biçimlerinin dışında kalan, gerçek bir mimari ta­sarımdır. Tezkirettü'l Bünyan'da "Mağlova Kemeri üç tabak-dır, tabakasının köprü misalinde yolu vardır. Atlu geçer. Kad-di altmış zira ve temeli on sekiz ziradır" denir.

Çeçen, Kırkçeşme suyollarının, Sinan'ın da Tezkiretü'l Bün­yan'da açıkça söylediği gibi, eski bir Roma suyolu güzergâhı­nın üzerinde kalanları tamir edip sistemi büyüterek, bazı bölgelerde yeni yollar açarak, galerileri genişletip suyun debisini arttırarak ve yeni dere sularını da ana galeriye katarak yapıldığını, bu sistem üzerindeki kemerlerden sadece Kovuk Kemer'in bir bölümünün Roma-Bizans döneminden kalmış olduğunu gerisinin Sinan yapısı olduğunu saptamıştır. Uzun Kemer'in ayaklarında da geç Roma döneminden kalan bölümler vardır. Bu, kemer temelinin o dönemden kaldığını göstermektedir. 1563 yılındaki büyük su baskınında yıkılan kemerler arasında Mağlova Kemeri de vardır. Büyük bir olasılıkla orta bölümü tümüyle yıkılan su kemeri, yeniden yapılmıştır. Bu yapıda ilginç olan, büyük baskınlarda su basıncına karşı sadece gövde hacminin kütlesel ağırlığı ile dayanan ve genellikle alt katları payandalarla desteklenen kemer dizileri yerine payanda sistemini piramidal, fakat oldukça karmaşık bir geometriyle inşa ederek, payandaların akıntı yönünde olağanüstü genişletilmeleri, buna karşın onların da içlerinde kemerler açılarak, su basıncına karşı, dolu duvar etkisi yapmamalarının sağlanmasıdır. Her iki kat da dışarıya doğru pahlı ve aşağıya doğru incelen duvar payandalarına, duvar üzerindeki su basıncını minimuma indirecek prizmatik biçimler verilmiştir.

Devamı

 



Sayfa> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |