%@ Language=VBScript %>
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |
BÖLÜM>| 1 | 2 | Sayfa> | 1 | 2 | 3 |
Sn. İzzet Evin'e gönülden teşekkürlerimizle,
MİMAR SİNAN
Osmanlı tarihinin en yüksek çağı kabul edilen 16. Yüzyılı Türkler için
adeta özümleyen dört ad vardır: Kanunî, İstanbul, Süleymaniye ve bunları
görsel bir simgeye dönüştüren SİNAN. Fakat daha geniş bir kültürel
perspektifte, eğer Osmanlı İmparatorluğu tek bir simgeyle temsil edilmek
istenseydi, bir kutlu bilge olarak yaşam ve yapıtlarını özümlemiş bir
kimlikle Sinan önerilebilirdi. Sinan'ın yetişmesi, sanatçı kimliği, kişisel
üslubu, bu kimliğin ve yaratmanın Osmanlı, İslâm ve dünya sanatları içindeki
yeri, Türk kültürünün Anadolu'da yarattığı sentezin tanımındaki rolü
Türk kültür tarihinin anahtar sorunlarından biridir. Onun kişiliği bir
simge haline dönüşüp etrafında bir mitos yaratıldığı ve bu mitos onun
gerçek tarihî kimliğini saptamayı zorlaştırdığı için bir Sinan
sorunsalından söz edilebilir. Bu sorunsalın içeriği önce, yaşamının aşamalarını
bildiğimiz halde, kişiliği konusunda fazla bir bilgiye sahip olmamamızdan ve
otobiyografi niteliğindeki tezkirelerde yazılı, sayısı birinden ötekine değişen
477 yapısından, onun gerçekten tasarladıklarıyla kalfalarının yaptıklarını
henüz yeterince ayırmamış olmamızdan kaynaklanmaktadır. Ayrıca yapılarının
yeterince incelenmemiş olması, onun katkısı ile çağının ortak katkısını
ayırıp sanatsal kimliğini ve üslubunu gerektiği gibi tanımlamayı zorlaştırmaktadır.
Selçuklu ve erken Osmanlı dönemlerine kıyasla Osmanlı klâsik mimarisi
akılcı ve ölçülüdür. Gerçekçiliğe, temiz ve açık anlatıma dayanır.
Bu üslup 50 yılda oluşmuş, kendine güvenen, yetenekli ve deneyimli bir
mimarbaşının doruğuna ulaşan Osmanlı siyasal ve ekonomik gücü ile üst
üste düştüğü bir zaman kesiminde özgün ve evrensel ifadesini bulmuştur.
Osmanlı klâsik
mimarî üslubunun
biçimlenmesinde, Sinan'ın
dehası, elbette önemli bir rol oynamıştır. Fakat, Kanunî'siz bir dönemde
Rüstem ve Sokollu Mehmet Paşaların desteğinden yoksun bir Sinan aynı başarıyı
elde edebilir miydi? Sanmıyoruz. Çünkü gerek hünkâr gerek paşalar özellikle
saraya damat olan zengin vezirler anıtsal mimariyi siyasal gücün aracı
olarak kullanmışlardır. Bu durumda da Hassa Mimarları Ocağı, Devletten her
türlü yardımı görerek rahat bir ortamda çalışma olanağı bulmuş, anıtsal
yapılar çok kısa süreler içinde kurulabilmiştir. O dönemin Avrupa'sında
Roma'daki San Piet-ro Katedrali'nin, Bramante'den Bernini'ye yaklaşık 160 yıl
sürdüğünü, Londra'daki St. Paul's Katedrali'ni, Sir Christopher Wren'in
tam 40 yılda tamamlayabildiğini göz önüne alarak Sinan'ın İstanbul Süleymaniye
Külliyesi'ni 7, Edirne Selimiye Camii'ni 6 yılda yapmış olmasını, XVI.
Yüzyıl
Osmanlı mimarlık ve yapı kurumlarının ne kadar hızlı ve verimli çalıştığını
kanıtlayan bir gösterge olarak kabul ederiz.
AKM
misali
Devletin ekonomik gücüne paralel olarak Osmanlı yapısının boyutları büyümüş
fakat süsleme yanı aynı ölçüde artmamıştır. Tam tersine dış kitle
giderek yapısal inceliklere dayalı yalın bir ifadeye bürünmüş, süsleme dış
kitleden iç mekâna kaymıştır. İstisnaları bir yana bırakacak olursak, süslemede
temel ilke tüm yüzeylerin yaygın bezeme ile örtülmesinden çok, bazı öğelerin
abartmaya kaçmadan butgulanması biçimini almıştır.
Osmanlı klâsik yapısında Rönesans mimarisinin çeşitli klâsik ve
karma sütunları yoktur. Stalaktitli va baklavalı başlıklar iki ayrı üslubun
özelliklerini anlatmazlar. Stalaktitlisi daha önemli yapı ve yerlerde olmak
üzere her iki başlık bir arada kullanılır. Örneğin, anıtsal bir camide,
genellikle taşıyıcı iç sütunlar stalaktitli, mahfil sütunları baklavalı;
iç revakın sütunları stalaktitli, dış revakın sütunları baklavalı
yapılır. Ana kapı, mihrap ve mihrabiye nişlerinin üstü de genellikle
stalaktitlidir. Simgesel işlevi olan bu öğelerin göz alıcı süslemesi
dikkati çeker. Ahşap kapı kanatlarının fildişi ve sedef kakmalı ve
bazen kabartma kitabeli görünümü, ya da mermer minberlerin çarpıcı
oymaları yine bunların simgesel nitelikleri ile ilgilidir.
Sinan'ın sanatçı kimliği, sanatının içeriği, bu sanatın Osmanlı,
İslâm ve Çağdaş Türk kültüründeki konumu ve anlamı, onun yarattığı
mimarinin dünya sanat tarihindeki yeri gibi sorunları içeren olguların oluşturduğu
sorunsal, Türk kültür tarihinin kapsamlı olarak yazılmamış olmasının
sonucu olarak günümüzün değişmeyen, tükenmeyen ve sürekji yanıtlar
aranan bir konusu, daha doğrusu karmaşık bir konular yumağıdır. Bu
sorunsalın sürekli taze kalışı, içerdiği sorulara yeterince kesin bir yanıt
verilememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Gerçi Sinan'ın sanatını bilmediğimiz söylenemez. Bütün 20. Yüzyılı
Sinan'dan söz ederek geçirdik. Fakat onun sanat üretimini, yapım özelliklerini,
bilimsel boyutlarıyla yeteri kadar tanımıyoruz. Ona ait olduğu söylenen
400'den fazla yapıtın, çok kesin olarak bilinenler dışında, onun sanatına
özgü özelliklerini ayırt edebilecek, üzerinde kesin bilimsel bir konsensüs
oluşmuş bir envanteri yoktur. Gerçi böyle bir ayırımı, bir ölçüde öznel
kalmaya mahkûm üslup değerlendirmeleri dışında, yapı analizine dayalı
olarak yapma olasılığı da yoktur. Çünkü Sinan'ın sanatının kollektif
bir boyutu da vardır. İmparatorluğun sultana bağlı mimarlık ve inşaat
örgütünün anonim katkılarını da içerir.
Sinan'ın otobiyografisi niteliği taşıyan ve daha çok yazarların -Sinan'ın
kendinden derlenmiş bile olsa- o çağın süslü ve oldukça yüzeysel üslubu
ile anlattıkları bilgiler, nesnel tarihi verilerle karşılaştırılmamıştır.
Başka bir deyişle Sinan'ın yapıtları ve üslubu, sağlıklı bir "eleştirel
tarih" konusu olmamıştır. Oysa Sinan'ın mimarisini kendinden önce ve
sonraki mimariden ayıran yapı ve üslup farklılıkları ancak bu çalışmalar
yapıldıktan sonra ortaya çıkacaktır.Kaldı ki bütün bu çalışmalar tamamlanmış
olsa bile, klâsik dönem yapı tekniklerinin neredeyse değişmeden sürüp
gitmiş uzun yaşamı içinde, 16. Yüzyıl ortasına, Sinan dönemine ilişkin
küçük farklılıkları saptamak, gerçekten çok ayrıntılı yapı ve
malzeme analizleri ile bunların Osmanlı yapı tarihi içindeki konumunun
kesinlikle saptanmasına bağlıdır. Yapı konstrüksiyonu açısından kagir
taş duvar, tuğla kemer ve kubbe, Osmanlı mimarisinin değişmezleridir. Fakat
16. Yüzyılın bir başından öteye tuğla boyutlarında, harç kompozisyonlarında,
dövme demirin strüktürel kullanımında ne gibi değişiklikler olduğunu
yeterince bilmiyoruz. Aynı şekilde Sinan'ın yapılarında silmelerin, sütun
başlıklarının, pencere şabakelerinin, korkulukların, mukarnasların
kronolojik ve biçimsel gelişmesi de henüz yazılmamıştır. Büyük
camilerin bezemeleri konusunda da bilgimiz sınırlıdır. Gerçi 16. Yüzyıl
süsleme sanatları ve motifler sözlüğü konusunda ayrıntılı çalışmalar
yapılmıştır, fakat Sinan'ın camilerinin özgün bezemelerinden tümel
bir örnek kalmamıştır. O dönemden kalan bezeme örnekleri, çini kaplama
dışında çoğu kez yenilenmiş ve kalanlar da tesadüfi parçalar olduğu için
Sinan'ın büyük mekânları süslemek için kendine özgü bir program
uygulamış olup olmadığım bilmiyoruz. Bunun verilerini saptamak zor, belki
de olanaksızdır. Bunların Cumhuriyet döneminde yaygın şekilde yapılan rökonstrüksiyonları,
üslup açısından bir ölçüde klâsik dönemi yansıtsa bile, daha çok
hayalidir. Sinan'ın otobiyografilerinde de bunlara ilişkin herhangi bir bilgi
yoktur. Biçimsel üsluplarına bakarak o döneme ilişkin olduğunu sandığımız
bazı kalıntıların, kronolojik değerlendirmesine olanak verecek hemen hemen
hiçbir kesin referans kalmamıştır.
Bu eksiklere karşı yapılması gerekenlerin kapsamını azımsamamak kaydıyla,
Süleymaniye ya da Selimiye ile karşılaşıldığı zaman mimari duyarlığı
coşturan mekânsal ve sanatsal olgunun tartışmasını sürdürmemek, Sinan'ın
sanatsal kimliğine ilişkin yeni yorumlarda bulunmamak için bir neden yoktur.
Çünkü Sinan'ın yapıtında mekânstrüktür kurgusunun, ona kadar olan
mimariden çok farklılaştığını bütün gözlemciler algılayabilir.
Bunun analizi yabancı ve Türk birçok mimarlık ve sanat tarihçisi tarafından
geçen yüzyıldan bu yana yapılmaktadır. Bu analiz başlangıçta Ayasofya
ile Süleymaniye'nin mekânsal geometrileri ve sanatsal ifadelerinin karşılaştırılmasına
dayanıyordu. O zamandan bu yana, uluslararası düzeyde bilimsel bir konsensüsün
varlığını savunmak zordur.
Sinan sorunsalı başka boyutlar da içerir. Sinan ile birlikte bütün Türk
sanatının doğru bir tarih perspektifine yerleştirilmesi ve evrensel sanat
platformundaki konumun saptanması gerekir. Sinan'ın sanatının hangi
nitelikleriyle evrensel olduğu sorusunun yanıtı ise büyük yapıtlarının
İslâm mimarisi ve Avrupa mimarisiyle karşılaştırmalı bir analiz çerçevesinde
ortaya çıkabilir.
Sinan'ın Osmanlı toplumundaki konumunu ve sosyal statüsünü daha ayrıntılı
ele alıp aydınlatmak da önemli bir kültür tarihi sorunudur. Mimar Sinan
ile onu doğuran koşullar arasında saptanabilen ilişki, Osmanlı devletinin
idari yapısının ve kültürünün bazı özelliklerini de aydınlatmaktadır.
Sinan ve yapıtı, fenomenal bir prestijle, neredeyse Osmanlı dünyasının ve
bugünkü Türk insanının bir tür damgası niteliğine bürünmüştür. Başka
bir deyişle Sinan sadece geçmişin bir simgesi olmaktan çıkıyor, bugünün
insanının kimliği ile de özdeşleşiyor. Türkiyelin geleneksel kültürünün
en büyük simgesi olarak, kültür tarihi, sanat tarihi boyutlarını aşıyor
ve toplumun sosyopsikolojik yapısının ayrılmaz bir parçası haline dönüşüyor.
Avrupa'da büyük filozof ya da yazarların ulusu ya da toplumu birleştiren
kurallarının yerini Türkiye'de nerdeyse Sinan mitolojisi alıyor. İngilizlerin
Shakespeare, Almanların Goethe, İtalyanların Michelangelo, Leonardo, Dante
ile özdeşleşmeleri gibi, Türkler de büyük sultanlar ve askerî kahramanların
yanısıra, kültür açısından Sinan'la özdeşleşiyorlar.
Sinan gibi Osmanlı imparatorluk düzeni içinde yetişenler Anadolu-Türk
diye adlandırdığımız bir kültürün ürünleridir. Günümüzde ulusal kültürün
temelleri olarak ün kazanmışlardır. Ne varki, Sinan çağının kültürü,
bilinçli olarak ulusalı amaçlayan bir kültür değildir. Sinan çağı kültürüne
ve oradan Sinan'a eğildiğimiz zaman, bugün bizi harekete geçiren düşünceleri
orada aramak doğru değildir. Sinan, eserlerini imparatorluğa, sultana ve islâm
dinine bağlanan bir dünya görüşü içinde üretiyordu.
Osmanlı sistemi içinde Mimar Ağa Koca Sinan'ın bugünkü Bayındırlık Bakanlığı'na, hatta bazen Belediye Başkanlığı'na paralel bir görevi vardı. Bu iki başlı kimlik Sinan'ın sanatını anlamak açısından önemlidir. Mimar Ağa arkasında her zaman devletin ekonomik gücünü, büyük yapı yapmak isteyen sultanların, vezirlerin, paşaların zorlayıcı hatta belki de tehdit edici isteklerini bulur. Bir yandan da yapı etkinliklerinin tümünden sorumludur. O çağın yapı üretiminin imparatorluk katında örgütlenmesi, Sinan gibi bir yaratıcının elinde ne denli büyük olanakların var olduğunu göstermektedir. Dönemin ekonomisini gerçekten öncü çalışmalarıyla ortaya koyan Sinan'ın simgelediği çağ, bu alt yapıya sahip olan çağdır. Sinan, bütün bu olanakları kullanan ve yönlendiren bir biçim yaratıcısı, bir kahraman, bir bilge ve bir efsane olarak geçmişe ilişkin bütün olumlu duyguların odağı oluyor.
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |