<%@ Language=VBScript %> MİMAR SİNAN-2  Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

BÖLÜM>| 1 | 2 |    Sayfa> | 1 | 2 | 3   

ÖNCESİ (1.BÖLÜM)

 

Hassa Mimarbaşılığı ve Hassa Mimarları Ocağı

Osmanlı devlet örgütünde bir Hassa Mimarları dairesi vardı. Buraya mimar yetiştiren kurum ise mimarlar ocağıydı. Mimarbaşılarm genellikle ocaktan yetişenler arasından seçilmesine dikkat edilirdi. Bununla beraber bu örgütün tam olarak ne zaman kurul­duğu belli değildir. Sinan böyle özel bir ocaktan değil, yeniçerilik­ten yetişmedir.

Sinan'ı mimarbaşılığa götüren yol, marangozluktan başlayan, acemioğulları yayabaşıhğma geçen bir yoldur. Bir tasarımcı ola­rak yetişmesinde de İran ve Irak'tan, Dalmaçya ve Orta Avrupa'ya kadar sayısız ülkeyi gezmesi etkili olmuş olmalıdır. Batı iran'da ve Irak'da, Selçuk ve Moğol, Avrupa'da ortaçağ, Rönesans eserlerini, Anadolu'da antik yapılan, Bizans, Ermeni, Selçuk mimarilerini, kuşkusuz anlayan bir gözle görmüş olabilir. Bağdat seferinde Osmanlı ordusu Sultaniye'de dört gün mola verdiğinde Olcaytu Hüdabende Han'ın büyük türbesini görmüştür. Bu rastlaşma Sinan'ın gelecekteki tasarımları üzerinde etkili olmuş olmalıdır.

Sinan'ın "kalfalıktan, ustalığa" yükselmesini, yani tam anlamı ile olgun yaratıcılık dönemine girmesini 1560'lı yılların ba­şına tarihliyoruz. Ustalık mertebesine erişmesinde, giderek gelişen mimarlık bilgisinin istanbul'un su sorununu çözmek için Kâğıthane sularını kente getirme çabalarının sağladığı engin yapısal deneyimlerle pekiştirilmesinin büyük rolü olmuştur. İs­tanbul'un alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet kentin su şebekesini elden geçirtmiş ve 1550'li yıllara kadar Bizans'tan kalan sistem onarımlarla işler durumda tutulmuştur. Fakat Kanunî zamanında su sıkıntısı baş gösterince Sultan Süleyman, Halkalı ve Kırkçeşme tesislerinin yenilenmesi görevini mimarbaşı Sinan'a vermiştir. Sinan şebekeyi yenilemiş ve 1553-1564 yılları arasında Evvel Kemer, Müderris Köyü Kemeri, Uzun Kemer, Eğri Kemer, Güzelce Kemer ve Mağlova Kemerini yapmıştır. Kemer binalarında ki mimari, yapıyı bütünleştirmeye çalışan Sinan'ın, yalın bir taş yapıyı nasıl heykelleştirerek onu mimarlık eserine dönüştürdüğünü göstermesi bakımından dikkati çeker. Yüzyılımızda Pier Luigi Nervi'nin yapılarında bulduğumuz iskeletsel estetik kavramı, Sinan'ın mimaride yalınlığı yeğleyen tutumunun temelinde yatan en önemli etkendir.

Sinan'ın 1560'dan 1575'e kadar süren ve Edirne Selimiye camii ile noktalanan "Ustalık Döneminde" Sinan, ilkelerini sap­tadığı Osmanlı klâsik mimarisinin en doyurucu ve anlamlı eser­lerini vermiştir. Günümüzde yapılan araştırmalar, bir mimarın en olgun eserlerini 45-50 yaşları arasında, ya da mimarlık eği­timinden 20-25 yıl sonra verdiğini gösteriyor. 1560'lı yıllarda Sinan, en azından 60 yaşlarında bulunuyordu. Fakat mimarlı­ğa geç başladığı ve mimarlık için hazırlığını 1540'lı yıllarda ta­mamladığını göz önünde tutarsak bu formülün onun için de geçerli olduğu ortaya çıkacak, 1560-1575 arasındaki yapılarının yaratıcı gücünde bu etmenin de payı olabileceği anlaşılacaktır.

Dönüşüm Yılları (1576-1588)

1575 yılında tamamlanan Edirne Selimiye Camii, yine Sai Mustafa Çelebi'nin deyimi ile, Sinan'ın ustalığının yapısıdır. Gerçekten de bu cami Osmanlı klâsik mimarisinin tüm niteliklerini bünyesinde taşır.

Sinan, bu anıtla sanatının doruğuna ulaşır. Sinan, Selimiye'yi !560'lı yıllarda, veriminin en yüksek noktada bulunduğu dönemde tasarlamıştır. 1570'li yılların ikinci yarısından sonra ise, Sinan'ın Selimiye ayarında bir eseri yaratma olanağı kalmamıştır.

Bu görüşü iki nedene bağlıyoruz:
Birincisi, 1575'de seksen yaşına yaklaşan Koca Sinan'ın efsaneleşerek "PÎrlik" mertebesine erişmesi ve bunun sonucu aktif mimariden büyük ölçüde kopmasıdır. Mimarbaşı olarak sayılmakta, sözü dinlenmektedir. Fakat artık Hassa Mimarları Ocağında sürdürülen tasarım faaliyetini yönetmekten çok onu destekleyen bir onursal başkan durumundadır.

Daha da önemli olan ikinci neden ise, kendi geliştirdiği mimari kavramların 1575'den sonra Sinan için eski çekiciliğinin kalmamış olmasıdır. Sinan'ın ve yakın yardımcılarının klâsik ilkelere tepki gösterip bazı yerleşmiş kuralları bozmaya başla­maları bu döneme rastlar. Üslup korunmakta fakat alışılagelmiş düzenden sapmalara göz yumulmaktadır.

Başka türlü söylersek, Sinan'la özdeşleşen Osmanlı klâsik mimari üslûbu XVII. Yüzyıl sonralarına kadar ana çizgilerini ve temel niteliklerini korumuş ise de Sinan'ın klâsizmi daha o yaşamım sürdürürken belirli değişikliklere uğramıştır. Örneğin, 1580'li yıllara tarihlenen Sinan yapılarında bulduğumuz hare­ketli mimari, 1560'lı yıllarda iç mekân-dış yapı ilişkisinin yarattığı yalın ve temiz ifadeden farklı olarak, abartılmış bir kitle plâstiğine sahiptir. Nişancı Mehmet Paşa Camii ile İstanbul Rüstem Paşa Camii'nin, ya da Davut Ağa'nın Eyüp'deki 1595 tarihli Ferhat Paşa Türbesi ile biraz ötesindeki Sokollu Türbe­sinin dış görünüş açısından aynı kategoriye konulmaları düşü­nülemez.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Sinan'ın tüm yaşamı boyunca varmaya çalıştığı mekân bütünlüğü ilkesine ters düşen ve biçim açısından bariz bir geriye dönüşü sergileyen Kılıç Ali Paşa Camii'ni Sinan'la bağdaştıramıyor, bu camiin bir başka mimar tarafından tasarlandığına inanıyoruz. Ne var ki, 1575'den son­raki yıllarda Sinan'a atfedilen, ve onun eseri olmadığını öne sü­remeyeceğimiz, bazı yapılarda Sinan'ın da kurallardan ölçüyü kaçırmadan uzaklaştığı görülür. Şehzadeler ve Zal Mahmut Paşa türbeleri ile Zal Mahmut Paşa Camii'nde karşımıza çıkan iç mekân ve dış kitle arasındaki bağlantı çözülmesi, ya da Şemsi Ahmet Paşa külliyesinde bulduğumuz dış mekân kuruluşu bu dönemde yer alan gelişmelerdir. Kısacası, 1580'li yılların geri­limli mimari ortamında ortaya çıkan değişime yönelik davra­nışları Sinan kontrol altında tutarak, bir bakıma, kendinden sonraki döneme egemen olan mimari tutumun belirlenmesine yardımcı olmuştur.

Tarihteki her uygarlıkta olduğu gibi Osmanlı uygarlığında da düşünce ve özlemlerini dile getiren ve yücelten sanatçısını yetiştirmiş, siyasal güç ve refah dönemlerini yönlendirenler ad­larını anıtlarla ölümsüzleştirmeye özen göstermişlerdir. Os­manlı dünyasında heykel-anıt geleneği olmadığından mimarlık daha da önem kazanmış, anıtsal yapıların simgesel değerini art­tırmıştır.

XVI. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin siyasal ve askeri gücünü üç kıtada kabul ettirdiği ve mimarinin, buna paralel olarak doru­ğuna ulaştığı dönemdir. Dorukta, siyasal gücü Kanunî Sultan Süleyman, mimaride Koca Sinan temsil ederler. Her ikisi de kendilerine duydukları güvenle tanınır. Özel yaşamında karşı­laştığı sorunları her zaman en akılcı bir biçimde çözememiş ol-sa da, uzun hükümdarlık döneminde Kanunî, doğuda ve batıda Osmanlı sınırlarını genişleterek Devletin itibarını dışta ve içte korumayı bilmiştir. XIV. ve XV. Yüzyıllarda çeşitli etkiler al­tında gelişen Osmanlı mimarisi de Sinan'ın mimarbaşılık döne­minde özbenliğine kavuşarak evrensel bir üsluba dönüşmüş, onun Osmanlı ülkesinin her yanında yükselen yapıları içte ve dışta hayranlık uyandırmıştır.

Nasıl VIII. ve IX. Yüzyılda İslâm kültürü Suriye ve Mezopotamya'dan İran ve Orta Asya'ya doğru yayılmış, fakat bu yayılım XI. Yüzyıldan sonra bu kez Orta Asya'dan Akdeniz'e doğ­ru ters yönde bir kültür akımı ile ortaya çıkmıştır. Yalnız artık odak noktası Şam ve Bağdat değil İstanbul'dur. İstanbul'da son biçimini alan özgün Osmanlı mimarisinin etkileri, doğuda Suriye ve İrak'tan İran ve Hindistan'a kadar, batıda ise Balkanlar'a ve ötesine taşmıştır. Başka deyişle, XVI. Yüzyılda İran ve Bizans Osmanlı mimarisi için esin kaynağı olmaktan çıktığı gibi, bu dönemde Safevî ve hatta Rönesans mimarileri Osmanlı uygulamalarından etkilenmiş olabilirler.

Michelangelo'nun en büyük sanat dediği mimarlık insan ihtiyaçları ve yapı malzemesini estetik bir içerikle kaynaştır­ma becerisidir. Tarih boyunca üslupların kalıcılığı sanatçının toplumsal değerlerin özüne ilişmeden onları yaşadığı çağa uyarlayabilme yeteneği ile orantılı olmuştur. Kalıcı üsluplar güçlü içerik yanında insanı heyecanlandıran duygusal bir çe­kiciliğe sahiptirler. Duygusal çekicilik ile simgesel değerler, simgesel değerler ile toplumsal inançlar arasında bağlantı kurmak olasıdır.

Bu husus Sinan'ı değerlendirirken önem kazanır. Çünkü en az, uzun yaşamında gerçekleştirdiği yüzlerce yapı, üç padişah zamanında uzlaşıcı ve uzlaştırıcı kişiliği ile sürdürmeyi başar­dığı mimarbaşılık görevi, üstün teşkilâtçılığı ve mimarlık yete­neği kadar zamanının kültür değerlerini iyi kavrayarak bunları incelikle yapılarına yansıtması önemlidir.

Devamı

 



Sayfa> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |