<%@ Language=VBScript %> İRADENİN OLUŞUMU VE UYGARLIĞA ETKİLERİ Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

HÜR-ÖZGÜR İRADE KAVRAMI

“Hür İrade, konuyu bilerek karar verme gücünden başka bir şey değildir.”  Engels

SOKRAT, öğrencilerini yetiştirirken "okuduklarınızı ve duyduklarınızı değil, kendi öz düşüncelerinizi, kendi içinizde olup bitenleri söyleyin. Başkalarının ağaçlarından meyve yeme alışkanlığından sıyrılarak, kendi bahçenizin fidanlarını yetiştirin. İşte o zaman, meyve yemenin zevkini tadacaksınız" diyerek, öğrencilerinin kendi kişiliklerini ve iradelerini özgür düşünce ortamında geliştirmeye yöneltmiştir.

Akıl ve özgür  irade ön plana çıkmasıyla ilk fikir çatışmaları, farklılık ve anlaşmazlıklar da su yüzüne çıkmaya başlar. Bu, bir yerde bir yığın anlaşmazlıklar olarak görünse bile insanın gelişmesinin  de başlangıç noktasıdır. Yaşamda hiçbir şey, önündeki engelleri yıkmadan elde edilemez. Bir insanın gerçek varoluşunu kabullenebilmesini engelleyen şeyler, hep haz arzuları ve ıstırap korkularıdır.

İnsanlarda karar alma ve kararı yerine getirebilme özgürlüğü vardır. Karar alma bir kaç olanak karşısında bunlardan birini seçebilme serbestisidir. İnsan bu yetkiyi küçüklüğünden beri kendinde bulur. Dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve bunu uygulama yani hür irade doğal olarak insanda doğuştan vardır. Ancak hür irade insanın; her istediğini yapması, başkalarının zararına da olsa hür düşündüğünü uygulamaya koyabilmesi değildir. Oysa hangi tür özgürlük olursa olsun, insanlara hiç bir zaman ve mekanda sınırsız olarak verilmemiştir. Zira sınırsız özgürlük fayda yerine zarar getirdiği gibi, toplumu fikir, düşünce ve ahlâk kargaşasına ve yozlaşmaya götürür. Tıpkı, Demokrasilerde de, demokrasiyi yok etme özgürlüğü bulunmaması” gibi...

Tasarladığımız bir eylemi, düşünceye uygun olarak gerçekleştirebilme, ancak iç ve dış koşulların uygunluğuyla mümkün olur. Örneğin, fiziksel bedeni koşulları uygun olmayan bir şahıs, ne kadar çok parası olursa olsun içki içemez. Buna karşı parası olmayan insan da, beden yapısı ne kadar uygun olursa olsun içki içemez. Demek ki, İrade uluorta bir özgürlük değil, çeşitli koşullara bağlı ve onlarla belirlenen ve onları bilerek bir karar verme özgürlüğüdür. 

Nedensellik ilkesine göre evrende oluşan her hareketin bir nedeni olmak zorundadır ve ortaya çıkan hareket veya enerji de başka sonuçlara neden teşkil etmektedir. Filmi geriye doğru oynattığımızda, evrende ilk atomun yada ilk enerjinin oluşum anı, yine evrendeki son atomun yada son enerjinin oluşumunun veya yok olmasının nedeni olmaktadır. Kısacası katı ve değiştirilemez bir neden - sonuç ilişkisi içinde kesin ve değiştirilemez bir kader kavramı ortaya çıkmakta olup, böyle bir evren modelinde, özgür iradeden bahsetmek doğru mudur acaba? 

Bu yaklaşımda yanılgı, filmi geriye oynattığımızda olanın, yanlış algılanmasında yatmaktadır. Eğer, evrenin tüm yaşamını filme alır ve tersten oynatırsak, ortaya çıkan manzara bizim evrenimize ait olmaz. Örneğin kaynayan bir sudan çıkan bir buhar yığını, yoğunlaşıp aynı sırayla tekrar aynı kabın içine "bu evrende" dolmaz. Ama film geri sarıldığında bunun olduğu görülür. Bunun en önemli nedeni, bazı fizik kanunlarının, özellikle "entropi"nin "zamanda tersinmez" olmasıdır. Bu bizim evrenimizde böyledir; düzensizlik sürekli artma eğilimindedir. R. Penrose ve I. Prigogine'in dediklerine göre, "zamanın oku"nu (yönünü) yapan da bu entropi artışı veya termodinamiğin ikinci kanunu olan "maksimum entropi" ilkesidir. Demek ki zamansal olarak, kader tam da bizim tahmin ettiğimiz şekilde işlemiyor. Yani arada bir kaçak var. Fakat örneğin, Ben Goertzel'in dediği gibi bu bir "yanılsama" da olabilir ama artık bu nokta objektiflikten hızla uzaklaşır, çünkü artık felsefenin alanına gireriz 

İRADE VE UYGARLIK ETKİLEŞİMİ

Yunan Mitolojisinde Prometheus, tanrılara karşı bir silah olarak kullansınlar diye ateşi insanlara armağan etmişti. İnsanlar da bu tanrısal gücü, Prometheus’un öcünü almada, yani insanı köle durumuna düşüren bağlardan kurtarmada, aklın ışığıyla doğayı yenmede, yeniyi, sonsuz yeniyi aramada kullandılar, kullanıyorlar da. Bu bağlamda, her yaratıcı insan bir ateş yakıcıdır. Konfüçyüs, İsa, Solon, Muhammed, Copernicus, Newton, Ganhi, Darwin, Einstein, Freud, Marx birer ateş yakıcıdır örneğin.

Her ateş yakıcı, kendinden sonraki yaratıcı atılımları için bir başlangıç noktası ve atlama tahtası olmuştur. İsa Platon’dan, Muhammed Musa’dan, Rönesans düşünürleri ise Eski Yunan’dan, Roma’dan ve İslamiyet’ten “ateş” almışlardır. Uygarlık, dünya yuvarlağının şurasında, burasında, zaman zaman yakılan ateşlerin, her türlü sınırlar ötesinde, birbirine eklenen alevleriyle beslenip gelişmiş ve gelişmektedir. Ancak, hiçbir ateş başlı başına yüzyılların sınavına dayanamamış, er geç sönüp geçmiştir. Göçüp giden nice uygarlıklar ve dinler bunun tanığı olmuşlardır. Her sönen ateşin ilerisinde ve ufkunda başka ateşler yanıp insanlığa yeni gelişme olanakları, yeni mutluluk yolları getirmesiydi, dünyamız birbirine sadece içgüdülerini, biyolojik özelliklerini geçiren hayvanlardan farksız güdük bir insan soyunun korkunç kalabalığıyla taşardı çoktan.

Uygarlık denilince, birbirinden iki farklı kavram anlaşılır:

Bir anlamıyla uygarlık, barbarlığın karşıtı olan durumu anlatmakta olup, bu anlamda “uygar  toplum” denilince, “gelişme yolunda hayli ilerlemiş, ideal ölçülere hayli yaklaşmış bir topluluk” anlaşılmaktadır.

Bir başka anlamıyla ise uygarlık,bir toplumu başka toplumlardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşam biçimlerinin, kullanılan alet ve teknolojinin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünüdür.”

Bir topluluğun uygarlık aşamasına vardığını söyleyebilmek için, kendisine bazı koşulları ve nitelikleri toplamış olması gerekir. Bu koşullar kısaca:

-       Her uygarlık, belli bir iktisadi yapının biçimlendirdiği bir değerler sistemidir.  İktisadi yapı denilince öncelikle, insanların doğa ile mücadelesini ve o mücadelenin ortaya çıkardığı ilişkileri içine alan, doğayı aşabilmek için çalışıp, üretmek ve üretim faaliyetinde kullandıkları maddesel araçlar, teknoloji ve bu faaliyetin doğurduğu ilşkileri kapsayan üretim biçimi   algılanmaktadır.

-       İktisadi yapı, üretim faaliyetinde kullanılan maddesel araçlar ve teknoloji, sonuçta bütün bunları kapsayan üretim biçimiyle, insan toplulukları, uygarlığın temel yapısını oluşturmaktadır. Ne var ki, bir uygarlığı oluşturan yalnızca bu etmen değildir. Uygarlık bir yerde bu temel yapının üstüne kurulan ve onun biçimlendirdiği değerler sistemidir. Bu değerler sisteminin içine; siyasal ve hukuksal kurumlar, din, ahlak, felsefe, edebiyat, sanat, özetle bir kültürü oluşturan bütün ögeler girmektedir.

Bir ülkenin çağdaşlaşabilmesi ve belirli bir uygarlık düzeyini yakalayabilmesi, bireysel ve toplumsal sorumluluk bilincine dayanmaktadır. Öncelikle, toplumda yaşayan bir birey olarak görev ve sorumluluklarımız olduğuna inanmamız gerekiyor. Birey olarak, "böyle gelmiş, böyle gider" türü ve benzeri yerleşik yaklaşım ve anlayışlardan kendimizi arındırmamız gerekir. İstek, irade, cesaret ve kararlılığın olmadığı yerde değişim, reform ve gelişim olamaz. Bu değişim ve gelişimin itici gücü de, bireyden topluma uzanan çizgideki tutarlı, dengeli ve özeleştirisel boyutu ön plana çıkarılmış bireysel ve toplumsal iradenin varlığı ile kendini gösterir.

SONUÇ

İrade, başarının temelidir. Kaygıdan uzaklaşıp, kendine güvenmenin bir önemli bağlantısı da "irade" ile olur. Çevremize baktığımızda, öyle pek üstün zekâ veya bilgi düzeyinde olmayan, fakat sarsılmaz bir irade sahibi olmasından dolayı, büyük işler becermiş, başarılı insanlar görebiliriz.

Bireyin yapıp etmelerindeki seçeneklere kendi istem ve eğilimleri doğrultusunda karar verme yeteneği ya da gücü olan irade, insana doğuştan verilme bir yeti olmayıp, bireyin bu yetiyi yaratıcı ve etkin şekilde kullanabilmesi için bir mücadele vermesi gerekmektedir. Bu uğraş ve mücadele iki ayrı alanda söz konusudur. Bunlardan ilki ve mücadelesi daha kolay olanı, baskılara ve dış etkilere karşı olan savaşımdır. Bu savaşımı kazanabilen birey, kendisine ait tüm düşünce, davranış ve eylemlerine kendi karar verebilir. Diğeri ve daha zor olanı ise, bireyin kendi benliğine karşı olan içsel savaşımıdır. Bu savaşımın belirgin özelliği de, kişinin öncelikle dürüstlük ve cesaretle eylem ve davranışlarındaki hata ve kusurlarından dolayı, vicdan öğesini ön plana çıkararak özeleştiride bulunabilmesidir.

Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in "Gençlerle Başbaşa" isimli yapıtından irade ile ilgili bir alıntı ile konuyu sonuçlandırmak istiyorum:

"Daha iyi düşünürsek, iradeli olmak, sadece maddi ve içtimai (toplumsal) anlamda bir başarının değil, mesut olmanın bile temel şartıdır. İnsanların çoğu bindiği eşeği unutup da, kaybolduğunu sanarak pazarda eşeğini arayan Nasrettin Hoca'ya benzer. Onlar da saadetin kendi içlerinde olduğunu unutarak; onu barlarda, kahvelerde ve eğlence yerlerinde ararlar. Sen bu gaflete düşme ve inan ki, başarının sırrı gibi, saadet kuşu da kendi içimizde ve içimizin en orijinal ve en insani bir kudret kaynağı olan, irademizin altın kafesi içindedir. Saadet, define gibi bir tesadüf kazması darbesiyle bulunuveren bir nimet değildir. O ne şanstır, ne mirastır, ne piyangodur, ne servettir. Saadet, ceht ile (çaba ile)  ve irademizin kuvvetiyle zapt edebileceğimiz bir kaledir. İradenin üstün kuvvetine, bunun cehtle ve iyi bir terbiye yardımı ile elde edilebilmesinin mümkün olduğuna mı inanıyoruz? Bu taktirde hayatımızın planı şu olur: Her gün biraz daha gayret... Yavaş da olsa daima iyiliğe ve kemâle doğru emin bir ilerleyiş. İradenin insan için yüksek değerine kulak asmıyor ve bunun elde edilemeyeceğine mi inanıyoruz? Bu takdirde de tutacağımız yol, ya kör talihe küserek uyuşukluğa ve miskinliğe düşmek, yahut da, hava ve hevese uyarak kendimizi hoppalık ve züppeliğin pençesine kaptırmaktır. Fakat bilelim ki, her iki takdirde varacağımız nokta aynıdır: Sefalet ve pişmanlık.”

Halit YILDIRIM
01.05.2002

KAYNAKÇA

BENAZUS, Hanri -Düşüncenin Istırabı 
DÖKMEN, Üstün ( Prof.Dr.) -Varolmak,Gelişmek,Uzlaşmak
FROMM, Erich - Erdem ve Mutluluk
GÜNYOL, Vedat-Yeni Türkiye Ardında
HANÇERLİOĞLU, Orhan - Felsefe Sözlüğü
KÖKNEL, Özcan (Prof.Dr.) - Yaşamın Zaferi
MAY, Rollo - Kendini Arayan İnsan
SAYGIN, Hasan - Kader ve İrade
TANİLLİ, Server - Uygarlık Tarihi
YILDIZ, Beyza - Çocuğun Gelişimsel Dönemleri 

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |