<%@ Language=VBScript %> İRADENİN OLUŞUMU VE UYGARLIĞA ETKİLERİ Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sayın Halit Yıldırım'a gönülden teşekkürlerimizle,
 

 

İRADENİN OLUŞUMU VE UYGARLIĞA ETKİLERİ

 

 “İradene egemen ve fakat vicdanına esir ol.”                                            Eflatun

“Nereye gittiğini gerçekten bilen insana, Dünya kenara çekilir.”
 

 İRADE KAVRAMI

Sözcük kapsamında irade, öztürkçe karşılık olarak istenç ile eşdeğer olup: “İnsanın herhangi bir eylemi gerçekleştirme yolunda iç ve dış koşullarıyla belirlenen bilinçli kararlılığı” olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, bir şeyi yapmayı, ya da yapmamayı seçtiren ve gerçekleştirebilen güçtür.

İrade, ruh bilim açısından ise, itici bir güç ve bilim yetisidir. Duygusallığa karşıt olarak ussallık anlamında kullanılır. İnsan iradeli veya iradesiz olarak doğmaz. İrade, bireyin toplumsal deney ve bilgilerinden doğar.

Kalıtımla gelen genlerinden yansıyan özelliklerin, eğitim, çevre koşul ve etmenlerinin geliştirilmesi sonucu, kişiyi yaşam boyu etkileyen bir öge olarak, bireyin azmini yönlendiren ve düzenleyen İrade, kişiye özgü karakteristikler gösterir. 

İRADENİN TEMEL BİLEŞENLERİ VE OLUŞUM EVRELERİ

Çocuğun gelişimsel dönemleri ve özellikleri dikkate alındığında, birinci yaşın sonuna doğru çocuğun kas ve hareket dizgesi iyice gelişir. (Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek, çocuğun anne kucağından çevreye doğru uzanması; yatay ve bağımlı var oluştan, dikey ve hareketli, özerk varoluşa geçişin ilk adımlarıdır.) Hareket dizgesinin gelişmesi yanı sıra, çocukta işeme ve dışkılama işlevlerini gören büzgeç kaslar olgunlaşmakta, bu faaliyetler artık isteğe göre yapılabilmektedir. Yani çocuk isterse tutabilir, isterse bırakabilir. Böylece birbirlerine karşıt iki istek, iki eğilim ortaya çıkar ve birbirine karşıt iki istek arasında çocuk seçim yapabilme durumuna girer. Bu durum, insanoğlu için yepyeni bir yetinin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek; yapmak ya da yapmamak. İşte, özerklik duygusu, birbirine karşıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür. İşeme ve dışkılamayı isteyince tutabilme ya da bırakabilme, giderek toplumsal anlam taşıyan bir çok davranış görüntülerine de geçer ve genelleşir... Bu evrede, çocuk birbirine karşıt duygu ve eğilimler üzerinde giderek bir denge kurmayı, seçim yapabilmeyi ve istenç(İrade) yetisini geliştirir. Kendi benliğine saygısını yitirmeksizin, kendi kendini denetleyebilme duygusundan iyi niyet ve onur duygusu doğar. Bu bağlamda özerklik duygusu, bireyin yalnızca ayrılaşmış bir varlık olduğunun algılanması değildir. Aynı zamanda, karşıt dürtü ve eğilimler arasında bir seçim yapabilmesi; benlik saygısını yitirmeden, utanç ve kuşkuya kapılmadan kendi kendisini denetleyebilmesidir.

Nasıl bir insan diğerine benzemiyorsa, irade güçleri de her insanın doğuştan gelen fiziksel ve ruhsal yapısına, aldığı eğitime ve yaşadığı toplumsal çevreye göre farklılıklar gösterir. Bundan dolayıdır ki, çeşitli olaylar karşısındaki davranışlarına göre insanlardan pısırık, zayıf iradeli, kuvvetli iradeli ve hür iradeli diye bahsederiz.

İradenin iki temel bileşeni vardır. Bunlardan biricisi “seçme ve karar verme”, ikincisi ise “eylemdir”.

1. Seçme ve Karar verme: Kişi özgür seçimlerini eyleme dönüştürebildiği ölçüde iradesini kullanmış olur. Özgür seçimler yapamadığımız, seçim yapsak bile bu seçimler doğrultusunda eylemde bulunamadığımız zaman bir irade eksikliği içinde yaşarız. İrade eksikliği gösterdiğimizde de kalitesi düşük bir varoluş[1] sergilemiş oluruz. İradenin yaşamımızdaki temel işlevi, kişiye çevresini kontrol etme fırsatını vermesidir.

Karar vermek, sorun çözmede ve bir engeli aşmanın her evresinde temel işlemi oluşturur. “Karar” sözcüğü genel ve yalın olarak, “bir sorun üzerinde düşünüp, taşınıp uygun olan çözümü bulmak ve bu  çözümü eyleme geçirmek” anlamına gelir.

Oluşturulan davranış kalıbının, yapılacak eylemin niceliğine ve niteliğine göre kimi kez bir seçim yapabilmek için birbirini izleyen kararların alınması gerekli olabilir. Bir davranış kalıbı seçiminden, eylemin yapılmasından önce alınacak kararların sayısı bellek  deposunda bulunan bilginin miktarıyla orantılıdır.

Sibernetik dilinde karar, bütün karmaşık işlemlerin, süreçlerin sonucunda ulaşılan “evet” ya da “hayır” cevabıyla verilir.  Kararlı davranış, alışılagelen, süregelen iradeli davranış anlamına gelir. Kararsızlık ise, insanın davranış ve eylemlerindeki dengeyi, düzeni,  ölçüyü, uyumu bozar.

Karar vermenin ve buna bağlı olarak eyleme geçmenin önemi, televizyon kanalları arasından izlenecek programın seçiminde bile ortaya çıkar Ülkemizde televizyonlarda yayınlanan çeşitli yerli ve yabancı kanallar arasından izleyeceği programı seçemeyen, bu nedenle saatlerce kanaldan kanala atladığı için doğru dürüst televizyon izleyememekten yakınan insanların sayısı pek çoktur. Bu kararsızlık, fiziksel ve içsel çatışmaya, çelişmeye yol açar,  bireyin huzuru ve rahatını kaçırır. 

Önemli, önemsiz pek çok konuda iradeli davranışa ihtiyacımız vardır. Meslek seçerken, iş veya eş seçerken, gömlek alırken bile irademizi sergilemeye ihtiyacımız vardır. Nice yetişkin yaştaki erkeğin, övünme mi yoksa sızlanma mı olduğu belli olmayan bir üslupla; “Ben kendime bir çöp alamam; gömleklerimi bile eşim seçer” dediğini duyarız. Pek çoğumuz mağazalarda iki gömleğin veya iki kazağın önünde dakikalarca kararsızlık içinde dururuz. Kısaca seçme, önümüzdeki seçeneklerden bir tanesini diğerlerinden ayırmak, gerçekleştirmek demektir. Bu konuda bir köşe yazarı şöyle demektedir:

“Sürekli fark etmez diyen insanlar görüyorum. ‘Efendim kahveniz nasıl olsun?’ yanıt ‘fark etmez’, ‘Ne zaman yemek yiyelim?’ yanıt yine ‘fark etmez’ . Oysa fark eder ve hem de çok fark eder! Kahveyi nasıl istediğimizi söylemeliyiz, yemeği “saat 20.00’de yesek iyi olur’ demeliyiz.

Gerçekten de ne istediğimizi fark etmemiz ve söylememiz, yani seçim yapmamız , hem bizler hem de başkaları için fark eder. Sağlıklı seçimler yapabilmek bireyi güçlü kılar.

Doğmak elimizde değildi, ölmemek de elimizde değil (bunları kabul etmeliyiz), ancak bu ikisi arasında nasıl bir ömür süreceğimiz bir ölçüde elimizdedir ve yapacağımız seçimlere bağlıdır.

Seçim yapmakta sıkıntıya düşmemizin temel nedeni, içimizdeki duygu ve istekleri yeterince bilmemektir. Gerçek isteklerimizi fark edebildiğimiz ölçüde, sağlıklı seçimler yapmamız, kararlarımızı sıkıntıya düşmeden vermemiz kolaylaşır. Ölümcül hastalıklar karşısında bile, yaşamayı bırakmak veya kalan günlerin tadını çıkarmak gibi, en azından iki seçenek vardır önümüzde. Hangisinin seçileceği bireye kalmıştır.

2. İradenin ikinci boyutu “eylem”dir. Yaptığımız seçimler, gözlenebilir nitelikte olur veya olmaz. Eylemde bulunduğumuzda, yaptığımız seçimler gözlenir hale gelir. Eylem ve davranış kavramları eş anlamlı olmayıp, tüm davranışlarımız içinden bilinçli, amaçlı ve örgütlü olanlara “eylem” adı verilir.

Bir kişinin eylemleri başlıca iki nedene dayanabilir:

İlk neden, eylem, bireyin kendi seçimine dayanabilir. Eğer kendi seçimlerimize dayanarak eylemde bulunursak, bu durumda irademizi sergiliyoruz demektir. Örneğin, içimizdeki isteklere uygun bir meslek seçmişsek ve bu mesleğe adım atmışsak, bu konuda irademizi sergilediğimiz söylenebilir.

İkinci neden ise, bireyin eylemi,  başkalarının seçimlerine dayanabilir. Eğer başkalarının seçimlerine dayanarak eylemde bulunuyorsak, irademizi sergilemiyoruz demektir. Bu koşulda eylemlerimiz bir başka iradenin ürünüdür. Örneğin, çevremizin isteklerine kapılarak, bize uygun olmayan bir mesleğe girmişsek, bu konuda kendi irademizi sergilemediğimizi düşünebiliriz.

Bazen de içimizdeki isteklere uygun doğru seçimler yaparız, ancak bunları eyleme dönüştürmekte güçlük çekeriz.

Gerek isteklerimize uygun seçimler yapabilmek, gerek bu seçimleri eyleme dönüştürebilmek, insanların kendilerini ve birbirlerini eğitmeleri  ile mümkündür. İrade eğitimi her yaşta olasıdır; ancak bu eğitimin çocuklara verilmesi daha işlevsel olabilir. Çocuklara irade eğitimi vermek istediğimizde temel strateji ve yaklaşımımız, çocuğun tek başına verebileceği temel bir takım kararları ona bırakmak olmalıdır. Bir takım küçük kararları sürekli çocuklar adına verdiğimiz zaman, onları gelecekte özgür seçimler yapamayan, iradesi zayıf bireyler haline getiririz.

“Küçükken doğru ayakkabıyı kendi iradesiyle seçerek yaşama adım atan kişi, büyüdüğünde mesleğini, arkadaşlarını, eşini seçerken de doğru adımlar atabilecektir.” Aksi halde birey “Ben kendime bir gömlek bile alamam” diyen bir yetişkin haline gelecektir.

Bu çerçevede irdelendiğinde, sorumluluğu ötekine atmak, değişmeye direncin bir göstergesidir. Başımıza gelenlerin sorumluluğunu başkalarına yüklediğimizde, satır arasında farkında olmadan şunu söylemiş oluruz:

Başıma gelenlerin sorumluluğu bana değil, bir başkasına ait; o halde içinde bulunduğum durumdan kurtulmam için bir şeyler yapmamın faydası yok.” Bu düşünce şekli yanlıştır, yanlıdır, bir şeyler yapmaya direncin ifadesidir. 

Sorumluluğu başkalarına atmak, başlıca iki alanda sorun yaratır. Bireylerin ruhsal sorunlardan kurtulmalarını güçleştirir, bunun yanısıra toplumların ve organizasyonların gelişmelerini engeller ve bir anlamda onların ruh sağlıklarını ve yönetim sağlıklarını bozar.

Çatışmaların ve hataların sorumluluğunu tamamen karşımızdakine yüklememeliyiz; ancak tümüyle biz de yüklenmemeliyiz. Bu konuda elden geldiğince objektif olmakta yarar vardır. Genel bir ilke olarak, bir çatışmanın nedenini ararken, bir parmağımızı karşımızdakine doğru uzatırken, diğer parmağımızı da kendimize uzatmalıyız. Güzel bir İngiliz özdeyişi vardır bu konuda: “Suçlamak için işaret parmağımızı karşımızdakine uzattığımız zaman, üç parmağımızın yönü kendimize döner.” Ancak çoğunlukla bizler, o üç parmağı farkedemeyiz. 


[1] Varoluşçu felsefeye göre, nesneler ve hayvanlar kendi varoluşlarına katkıda bulunamazlar; ancak insan, kendi varoluşuna katkıda bulunabilir; insan, ne ise öyle kalmak zorunda değildir, özgür seçimlerle kendisini değiştirebilir.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |