<%@ Language=VBScript %> KADER VE İRADE Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sn.Hasan SAYGIN'a gönülden teşekkürlerimizle,


KADER VE İRADE
YA DA
İNSANIN ÖZGÜRLÜK SORUNU

 

             “Kader ve İrade” kavramlarından ne anladığınız, insanoğlunun yaptıklarından, ettiklerinden ne derecede sorumlu olduğu ya da olmadığı sorularının yanıtlarıyla sıkı ilişkilidir. Bu yanıtlar ortaya konulmadan, bu söylem hakkında söylenecek şeylerin çok kısır kalacağı aşikardır. Bu yanıtlar bize insanın özgürlüğünün ne olup ne olmadığı hakkında da fikir verecektir. Bu bağlamda, din felsefesi ve bilim felsefesinin önemli konularından biri olarak, üzerinde fikirler ürettiği kader ve irade kavramlarına, bu iki bakış açısının nasıl yaklaştığına bakmak, yanıtların neler olabileceklerini bilebilmek adına yerinde olacaktır.

            Din ve bilim felsefeleri alanında çalışanların, kader ve irade kavramları hakkında fikir oluştururken yanıtlarını aradıkları sorulardan bazılarını sıralarsak:

·        Bir Tanrının varlığı gerekli midir?

·        Tanrı var ise kaderin takdiri ve gerçekleşmesi yalnızca ve yalnızca onun elinde midir?

·        Kadere, bireyin iradesinin etkisi var mıdır? Eğer varsa sınırları nedir? Birey kaderini değiştirebilir mi?

·        Eğer her şey Tanrının iradesinin altında belirleniyor ve gerçekleşiyor ise bireyin sorumluluğu söylemi anlamsız olmuyor mu?

 

Bir kısmı sıralanan bu soruları bu çerçevede uzatmak mümkün. Bu soruların yanıtları kader ve iradenin nasıl anlaşıldığı veya modellendiği ile ilgili olduğundan önce din felsefesinin bu soruna yaklaşımına bakalım. Din felsefesinde bu sorunun çözümüne ilişkin üç farklı görüş genelde egemen olmuştur.

            Bu görüşlerden birincisi, katı kaderci görüştür. Bu görüşe göre varolan her şey ile ilgili, bütün durumlar ve olaylar Tanrının taktirindedir. Olayların bireyin iradesine bağlı olmadan, Tanrı tarafından önceden değişmez bir şekilde belirlendiğine inanan bu katı görüşe göre iyilik ve kötülük Tanrı’ dandır. Bu görüşe göre insanın hiç bir özgürlüğü olmayıp kaderi karşısında boyun eğmeye mecburdur.

            İkinci görüş, iradeci görüş olup, birinci görüşün neredeyse tam zıddını savunmaktadır. Bu görüşe göre bireyin tam bir özgür iradesi olup bütün eylemlerinden sorumludur. Aksi halde bireyin yaptığı kötü işlerinde, Tanrının iradesi ve kulunu mecbur edişi söz konusu olur. Bu durumda Tanrı, zorla yaptırdığı kötü bir işten dolayı kulunu sorgulayıp sonrada cezalandıran, ona zulmeden durumuna düşer ki, Tanrı, tanımı gereği böyle olamaz. Bu görüşe göre, birey karar verebilecek, eylemlerini seçebilecek irade gücüne ve akla sahiptir. Bu neden dolayıdır ki, eylemlerinden insan sorumludur.

            Din felsefesinde savunulan son görüş ise orta bir yol izlemekte olup yukarıdaki iki görüşten bir sentez oluşturmuştur. Bu görüşe göre kader, Tanrının elinde kapsayıcı, bütün olan (irade-i külliye) ve bireyin elinde sınırlı olan (irade-i cüzziye), olmak üzere ikiye ayrılır. Birey kendi elinde olan sınırlı iradesiyle neyi ne kadar ve nasıl isterse; Tanrı da onu yaratır. Bu görüş, Tanrının meydana gelecekleri, bireyin seçimlerini, ezelden beri biliyor olmasının, bireyin iradesini kullanmasına mani olmadığını savunur. Bireyin bir durum karşısında seçim yapması, o olayın Tanrı tarafından ezelden beri biliniyor olamamasından değil, bireyin sınırlı iradesi ve kendi özgür seçiminden ileri geldiği, bu görüş tarafından savunulur.

          Bilim felsefesi kader ve irade kavramlarını, determinizm yani gerekircilik ve stokastik yani rast gelecilik olmak üzere iki farklı yaklaşımla modellemeye çalışır.

            Gerekircilik (determinizm), her olayın bir nedeninin olduğu ve aynı nedenlerin, aynı şartlar altında her zaman aynı sonuçları doğurduğunu, dolayısıyla olayların zorunlu ve evrensel kanunlara uyarak ortaya çıktığını kabul eder. Bu görüşe inananlar, evreni oluşturan tüm şeyleri içeren, fizik, kimya, biyoloji, astronomi, aritmetik ve geometri gibi doğa yasalarının, evrenin var olduğu sürece, ayrıca sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal yasaların canlılar ortaya çıkışından itibaren, var ve değişmez bir biçimde aynı olduklarını savunurlar. Onlara göre, bu yasalar ve onların oluşturduğu ahenk içindeki düzen, evrenin ve onun bir parçası olan bireyin bilimsel bir kaderi olup, evrenin tümüne hakim deterministik bir düzenin varlığını kanıtlarlar. Bu görüşe göre, insan, doğa ve sosyal yasaları bilmek, tanımak ve onlara hakim olmakla zorunluluk alanından özgürlük alanına geçer ki bu da zorunluluk-özgürlük diye adlandırılır. Bu durumda, insan doğa ve sosyal yasaları yaratamaz, yok edemez ve değiştiremez, ama onları tanıyıp bilmekle onlardan korunur, zararlı sonuçlarını yararlıya çevirebilir. Bir yasayı bilmek insanı özgür ve güçlü kılar. Zira sebep ve sonucu insansal amaçlarına göre oluşturarak, olay ve olguları yani kaderini yönlendirebilir. Örneğin; insan yıldırımın nedenini, sebebini bilmediği sürece, yıldırım onun için bir zorunluluk, kötü bir kaderdir. İnsanoğlu, yıldırımın nedenini ve niteliğini öğrenmekle, yıldırımsavar yapabildi ve dolayısıyla yıldırımın getireceği ölüm ve tahrip edici kaderi yok etti ve ilaveten onun enerjisini depolayarak ondan yararlanmasını da bildi. Böylece insanoğlu yıldırımı yani bir doğa yasasını yok edemedi ama, onun bilgisini edinmekle ve denetim altına almakla zorunluluktan özgürlük düzeyine geçti. Yine insanoğlu, barajlar yaparak, köyleri, kentleri ve mahsulleri mahveden azgın ve vahşi suları denetim altına aldı. O suyun getireceği felaketleri önleyen insanoğlu kendi kaderini değiştirdi. Bununla da kalmayıp kontrolü altına aldığı o sulardan elektrik üretti ve yılın dört mevsimi düzenli sulama ile mahsuldeki bereketi arttırdı. Böylece insanoğlu, doğal bir afetin zorunluluğundan özgürlüğe ve esenliğe geçebildi. Bu sel örneği özgürlüğe geçmek ve gelişmişlik arasında sıkı bir bağlantı olduğunu bize hatırlatmakta. Yani Kanada’da yaşayan insanların kaderi ile Mozambik’te yaşayan insanların kaderi aynı olmamakta. Mozambik’te felaket olan kader olgusu Kanada’da esenlik kaynağı olabilmektedir. İnsanoğlunun doğa yasalarını tanıyıp, onların zararlı sonuçlarını yararlıya çevirerek zorunluluk alanından özgürlük alanına geçmesiyle ilgili bu gibi örnekler kolaylıkla çoğaltılabilir. Bütün bunlardan da görüleceği üzere insanlar doğa yasalarına, fizik, kimya, tıp gibi bilimlere nüfuz ettikçe, zorunlulukları denetimleri altına alarak özgürlüğe geçmekte, başka bir deyişle “Evrensel-Doğasal Kader” i yönlendirebilmektedir. Buna benzer biçimde, sosyal insanın belirlenmiş, çizilmiş bir “Sosyal-Toplumsal Kader” inin de var olduğu bu görüşte olanlarca ileri sürülür. Burada insanoğlunun yapacağı iş; iradesiyle ve girişimleriyle, sosyal toplumsal düzenin yasalarını, olayların sebep, koşul ve sonuçlarını bilmek ve ona göre sosyal kaderini yönlendirmektir. Böylece sosyal toplumsal zorunluluktan sosyal-toplumsal özgürlüğe geçiş sağlanmış olacaktır. Sonuç olarak kader ve irade kavramlarını determinizim yani gerekircilik yaklaşımıyla modelleyen görüş; gerekirciliğin tanımı gereği her ne kadar bir zorunluluk ve bir kader çizgisi oluştursa da, insanoğlunun doğasal ve toplumsal bilimleri ve onlarla ilgili olay ve olguların sebep ve sonuçlarını bilebilecek potansiyele sahip olduğunu, ve bu potansiyel sayesinde sebeplere etki yaparak ya da onları yok ederek neticeyi değiştirebileceğini ve böylece, insanoğlunun, özgürlüğün zorunluluğa, serbest iradenin de kadere müdahalesini sağlayabilen bir varlık olduğunu ayrıca alemin deterministik yapısının da buna müsait ve açık olduğunu savunmaktadır.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |