<%@ Language=VBScript %> KADER VE İRADE Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

Burada deizm ve teizm’in gerekirciliğin varlığını kabul ettiklerini belirtmek gerekir. Ancak aralarındaki fark, deizm; “Tanrı sadece yaratandır. Evreni yarattıktan sonra evrenle ve insanla hiçbir ilişkisi kalmaz. Evren kendi yasalarıyla kendini yönetir ve varlığını devam ettirir” derken, teizm’in; “ Tanrı evreni yasaları ile beraber yaratmakla birlikte, evren varolduğu sürece onu yönetendir de. Yaradılış ve oluş devam ettiğine göre, Tanrının alemle ilişkisi ve yönetme fiili de devamlıdır. Gerekircilik yasası ve düzeni, Tanrının kudretlerinin ve fiillerinin bu alemdeki tecellisinden ibarettir ve tecelli ise devamlıdır.” demesidir.

            Kader ve iradenin bilim felsefesi bakımından ikinci modellemesinin, stokastik ya da rast gelecilik yaklaşımı çerçevesinde yapıldığını belirtmiştik. Bu görüş, tek, tek insan bazında geleceğin bilinemeyeceğini ancak çok sayıda insan içeren topluluklar söz konusu olduğunda, büyük sayılar için geçerli olasılık kuralları çerçevesinde bir şeyler söyleyebilmenin mümkün olabileceği şeklindedir. Burada dayanılan fiziksel gerekçe ise, yüzyılın başında ortaya atılıp, son yıllarda hızla gelişmekte olan ve bilim alanında olduğu kadar sosyal alanda da geniş uygulama alanı bulan kuvantum mekaniği (ve/veya kuvantum fiziği) olmaktadır.

Olası durumları önceden hesaplamak hala mümkün ama evren ve birey bazında geleceği kesin olarak bilmek hiçbir şekilde mümkün değil görüşü, bu görüşteki insanlarının en temel görüşüdür. Belirsizlik ve olasılıklar. Kuvantum mekaniği ile genetik bilimi ortaya çıkmazdan önce hemen, hemen yalnızca kumarbazların ilgisini çekmiş olan olasılık kuralları. Yalnızca büyük sayılar için geçerli olan, ama büyük sayılar söz konusu olduğunda da, rast gelelik ya da gelişigüzellik gibi görünen bir çok şeyin aklın kavrayabileceği bir düzeninin bulunduğunu kanıtlayan olasılık kuralları.

İşte tüm bunlar yüzündendir ki birbirlerinden çok farklı olan insanlar, tek, tek özellikleri açısından, yalnızca zaman içinde değil uzam yani mekan içinde de çan eğrileri oluşturacak biçimde bir bütünlük arz edebiliyorlar. Bu dağılım yani çan eğrisi kavramı ve onların yorumlanması bu görüşün omurgasını oluşturuyor. Yeni gözlemler, yeni bilgiler ve birbirleriyle ilişkilendirilebildikleri takdirde eski bilgiler; tek, tek toplumlar, hatta aslında insanlığın tamamı temelinde, çeşitli insan değerlerine ilişkin dağılımın çok ilginç bir özelliği olduğunu gösteriyorlar: Topluma baskıcı bir müdahale yapılmadığı hallerde insanlar, bütün dünyada, birbirinin tamamen zıddı değerlerden oluşan ikili uç noktalar arasında tam bir olasılık dağılımı oluşturacak biçimde kümeleşiyorlar.

Daha açık bir anlatımla, sözgelimi yoksulluk-zenginlik bazında ele alındıklarında, insanların çok küçük bir kısmı aşırı zengin, çok küçük bir kısmı da aşırı yoksul oluyor. Bu aşırı uçlardan sonra sıralamada bir yanda zenginler, öte yanda yoksullar bulunuyor. Bunların sayısı aşırı zengin ya da aşırı yoksul olanlara oranla biraz daha fazla oluyor. Ama asıl çoğunluk ortada toplanıyor. Bunlar da, ne zengin ne yoksul olan insanlar oluyorlar. Bir başka deyişle, birbirine zıt ikili değerlerin en güçlü olduğu uç noktalarda az sayıda insan bulunurken birbirine zıt ikili değerlerin en zayıf olduğu ortada ise çok sayıda insan bulunuyor. Ama ortadaki çoğunluk bile bu değerler açısından hafif de olsa bir farklılaşma gösteriyorlar. Bu, tam anlamıyla simetrik olmayan yumuşak eğimli çan eğrisi, yani hiperbol benzeri olup, evrende büyük sayılarla ifade edilebilen bütün oluşumlar için geçerli olduğu bütün fizikçi ve bütün matematikçiler tarafından bilinen ama bazı sosyal bilimcilerin ısrarla uzak durduğu olasılık dağılımı; evrene özgü değerlerde olduğu gibi insana özgü, farklılık gösteren yaş, kilo, boy, zeka katsayısı, cinsellik, siyasi tercih, inanç gibi hemen, hemen bütün değerler için de geçerlidir. Farklı insan değerlerine ilişkin bütün bu asimetrik yumuşak çan eğrileri, düz kenarları birbirine bitişecek biçimde bir araya getirilirse, insanın ve insanlığın bütün özelliklerini birden kapsayan ve zaman içinde de hareket eden yani değişen üç boyutlu bir mekik oluştururlar.

Daha doğru ifade ile, birbirine zıt kutuplar oluşturan iki uçlu insan değerleri, olasılık olma durumundan çıkıp gerçeklik haline geldikleri zaman, ortaya mekik benzeri bir yapı  çıkmaktadır. Zira, aslında her insanın, bu değerleri, iki uç noktasını da içerecek biçimde içinde barındırdığı varsayılıyor. Bu olgu da her insanı bir olasılıklar yumağı haline getiriyor. Örneğin çok yoksul biri, bir dizi olay sonucu zenginleşebiliyor ya da tam tersi olabiliyor. Yani hiçbir şey sabit ve mutlak değil ve hemen her şey olası olabiliyor. Dolayısıyla tek, tek her insanın tek, tek her olay karşısında nasıl davranacağı, ya da iki uçlu tek ,tek her seçeneğin hangi noktasında konumlanacağı konusunda bir belirsizlik var oluyor. Ancak şu da var ki, insanların gerçekleşmiş kararlarına ve yapılarına bakılarak, bu olasılıklara ilişkin bir dağılımdan ve dolayısıyla mekikten söz edilebiliyor. Öte yandan, yalnızca olasılıklar göz önüne alındığında, bu oluşumun, mekikten daha karmaşık bir yapı olması beklenen bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Ama her durumda, insanların, Batılı düşünürlerin Eflatun’dan bu yana öngördüğü gibi, iyiler ve kötüler, akıllılar ve aptallar, sermaye sahipleri ve mülksüzler, gelişmişler ve azgelişmişler türünden, çizgisel iki ayrı grup haline değerlendirilmeleri ve belli değerlerle etiketlenip hiyerarşik bir düzen içinde sabit bir konumda tutulmaları asla mümkün gözükmüyor.

Bu arada sık kullanılan bir kavram olan düalizm hemen akla geliyor. Aslında düalizm determinizm yani gerekircilik içinde hayata gözlerini açmış bir yaklaşım. Öte yandan stokastik ya da rast gelecilik yaklaşımı çerçevesinde düalizm’e bakıldığında düalizm’in iflas etmiş olduğu gözüküyor.  Siyah ve Beyaz’ ı” yan yana iki kare olarak düşünürsekGri” geçiş rengine gereğinden fazla önem vermemiz gerekiyor. Aslında siyah kare bir uç, beyaz kare diğer bir uç olarak alınıp asimetrik çan eğrisinin orta bölgesini gri olarak düşünebilirsek felsefede kullanılan şekliyle “Düalizm” kendini bu yeni bilimsel bilgiyle yani stokastik ya da rast gelecilik yaklaşımıyla buluşturabilir.

Kuşkusuz, çeşitli ikili değerlere ilişkin olasılık dağılımlarını yansıtan çan eğrilerinin ille de birbirleriyle örtüşmesi de söz konusu değil. Yani en zengin olanların aynı zamanda en zeki, en güzel, en uzun, en genç olması gerekmediği gibi, en yoksul olanların da aynı zamanda en aptal, en çirkin, en kısa, en yaşlı olması gerekmiyor. Zaten, eğer böyle olabilseydi, insanı ve insanlığı tanımlamak için mekik gibi temsili bir yapı aramaya gerek kalmaz ve işte ancak o zaman, her şey düz bir çizgi üzerine sıralanabilirdi. Ama evrende düz bir çizgi yok. Düz çizgi, insan beyninin, evreni araştırırken işleri kolaylaştırmak amacıyla yarattığı bir kavram. Burada düz çizgi ile kastedilen gerçekte, uzam/zaman yapısının Batı felsefesi bağlamında diyakronik olduğudur. Yani her şeyin birbirini izleyen, ardışık, ayrı, ayrı alanlarda ve ayrı, ayrı mekanlarda gerçekleştiği modellemesidir.

Oysa bilindiği üzere Doğu felsefesinin ta baştan itibaren ileri sürdüğü model, her şeyin aynı anda, çok merkezli tek bir mekanda gerçekleştiği yani uzam/zaman yapısının sentronik olduğudur. Dolayısıyla Batı da ve Doğu da zaman ve uzam farklı, farklı algılanır. Batı bugünlerde ileri sürüdüğü stokastik ya da rast gelecilik yaklaşımı ile çok uzun ve değişik süreçler sonucunda Doğunun binlerce yıl önce öne sürdüğü modele ulaşabilmiş ya da bu fikir yani sentronik algılama ve düşünme hiç değilse Batı nın tartışma gündemine girmiştir. Sentronik görüşe göre, insanın düşüncesinde, insan topluluklarında ve devlet mekanizmalarında düzenli gelişme ya da evrim, bu yapı yani bu mekiksi şey sayesinde mümkün oluyor.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |