<%@ Language=VBScript %> DİNSEL İNANÇ SİSTEMLERİNDE TANRI ALGILAYIŞI Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

İNANÇ SİSTEMLERİ ARASI İLİŞKİLER

Düşünce tarihinde, Teizm ve sadece belirli çevrelerde etkili olan Ateizm, birbirlerine karşıtlıklarıyla dikkat çeken iki yaklaşımdır.

Bu yaklaşımlardan Teizm, kaynak itibariyle ilâhî olan ve evrenin Tanrı tarafından yaratıldığına inanan üç Semavi dinin, Tanrı kavramını felsefî bir üslûpla dile getirir ve savunur. Ateizm ise, başta ilâhî olmak üzere bütün Tanrı kavramlarını reddeder.

Bu arada, Deizm ve Teizmin, gerekirciliğin [1] varlığını kabul ettiklerini belirtmek gerekir. Ancak aralarındaki temel fark şöyle özetlenebilir :

Deizm; “Tanrı sadece yaratandır. Evreni yarattıktan sonra evrenle ve insanla hiçbir ilişkisi kalmaz. Evren kendi yasalarıyla kendini yönetir ve varlığını devam ettirir” der.

Öte yandan Teizm ise, “Tanrı evreni yasaları ile beraber yaratmakla birlikte, evren varolduğu sürece onu yönetendir de. Yaradılış ve oluş devam ettiğine göre, Tanrı’nın âlemle ilişkisi ve yönetme fiili de devam etmektedir. Gerekircilik yasası ve düzeni, Tanrı’nın kudretinin ve fiillerinin bu âlemdeki yansımasından ibarettir ve bu yansıma da süreklidir.” Demektedir. Görüldüğü gibi, Teizmin Deizmden farkı, Teist görüşün Tanrı’nın zat ve sıfatlarını içermesidir. 

Tarihsel süreç içinde, Deizm önce en basit tarifiyle, Tanrı tanımazlık olan Ateizme karşı Tanrıcılığın savunusu olarak kullanılmıştır. Daha sonra asıl hedefleri Tanrıcılığı hakim kılmak olan Kilise teologları, kendi amaçları doğrultusunda Teizmi, özgür düşünce yandaşlarınca benimsenen Deizmden ayırmışlardır.

Metafizik ile ilgilenen çevrelerde önceleri geniş anlamda Teizmle anlamdaş olarak kullanılan Deizm, giderek Ateist bir anlam kazanmış ve ardından da doğal din  ile anlamdaş kılınmıştır. Osmanlı çevirilerinde bu fark kavranamamış her iki terim içinde “İlahiyye” sözcüğü kullanılmıştır.

Teizm; Tek Tanrı’nın varlığını kabul ettiği için Politeizmin (Çoktanrıcılık) zıddıdır. Tanrı’nın varlığını kabul etmesi bakımından Ateizme de karşıttır. Tanrı, âlemin üstünde ve onu yarattığı için Panteizmden ayrılır, âlemi hâlâ ve sürekli yönettiği için de Deizmden ayrılır.

Deizm, bir bakıma utangaç bir Ateizmdir. Ünlü bir özdeyişte; "Panteistler tanrıyı işten attı, Deistler tanrıyı emekli etti, Ateistlerde onu öldürdüler." denmiştir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Din unutuldu, unutulacak, bitti, bitecek denilirken, günümüzde hiç beklenmedik bir anda, insanlığın gündeminde en baş sıralara oturuvermiştir. Bundan sonra insanlığın geleceğinde etkin olacak temel faktörlerin en önemlileri, doğru bilgi ve din olacaktır.

Toplumsal boyutta birleştirici çok önemli bir unsur olarak din, insanlık tarihi boyunca, insanlığın doğal akışında daima etkin olmuş; hatta bu akışa ciddi olarak damgasını vurmuştur. Yapılan araştırmalar, tarihte tümüyle dinden uzak bir toplumun mevcut olmadığını; toplumun olduğu her yerde, mutlaka din olgusunun da kendiliğinden varolduğunu ortaya koymuştur. Bugün gelinen noktada, dînin yeniden ön plana çıkmış olması, en azından yakın gelecekte de din olgusunu dışlayarak, ya da görmezlikten gelerek herhangi bir toplumsal yapılanmanın pek mümkün olmayacağını göstermektedir.

İnsan,”oluş” halinde bir varlıktır. İlk hücrelerin oluşumuyla birlikte başlayan bu sürecin ilk aşaması, insanın son nefesini vermesiyle birlikte tamamlanmış olur. İnsanın yaratılış amacı, ömür denilen kısa zaman diliminde, toplum içinde, kendini gerçekleştirmedir. Bu bağlamda din, insan için, insanın kendini gerçekleştirebilmesi için, bir “araç” niteliği taşımaktadır.

Tıpkı akıp giden nehirler gibi, toplumlar da sürekli değişmektedirler. Buna bağlı olarak, insanî olan her şey de, bu değişimden hissesine düşeni almaktadır. İnsanın ürettiği kültür, uygarlık, siyasal yapı ve sonuçta da değerler alanı bile değişmektedir. Dinamik bireylerden meydana gelen toplum da, doğal olarak sürekli değişim içinde evrimleşecektir. Bu değişimin fark edilmesi, sürecin çok yavaş, ya da çok hızlı işlediği dönemlerde, bir hayli güçleşebilmektedir.

Din, çift yönlü kesen bir kılıç gibidir. Doğru anlaşılmadığı zaman, insanları olumsuz yönde etkileyebilir. Doğru din anlayışı ise, ilerleme, gelişme, hatta uygarlık yaratma yolunda motor görevi görür. Bu bağlamda din olgusu, çift yönlü olarak bu değişim sürecinin içindedir. Zaman zaman değişim sürecinin istikametini belirlemekte, hem onu etkilemekte, hem de, değişimden kendisi etkilenmektedir.

Din insanlara temel iletişim kodlarını verir. Bireylerin inanıp inanmaması, dindar olup olmaması bir yana, insanların birbirlerini doğru anlayabilmeleri, büyük ölçüde din hakkındaki doğru bilgiye bağlıdır. Din hakkında doğru bilgi sahibi olmak, mutlaka dindar olmayı gerektirmez. Fiziksel boyutta yaşlanmakta olan dünyamız, bilişim teknolojisindeki süratli gelişim nedeniyle gittikçe küçülmektedir. Eğer, barış içinde yaşamak gibi toplumsal bir amacımız varsa, görüşümüz, ideolojimiz, din anlayışımız ve din konusundaki yorumumuz ne olursa olsun, öncelikle birbirimizi hoş görmeyi ve tolerans göstermeyi öğrenmek zorundayız. Bu ise, insanların birbirlerini doğru anlamalarına bağlıdır. Din, bu konuda bize yardımcı olacaksa, kişisel hesapları bir kenara bırakıp, din konusunda birey ve toplum olarak doğru bilgi sahibi olmanın yollarını aramak durumundayız.

İslam dininin en kutsal mekânı olan Kâbe etrafındaki insanlar, eğer sadece Kâbe’nin taşına toprağına secde etmiyorlarsa ve eğer o insanlar, 1400 yıl önce Muhammed’in Kâbe’nin içindeki putları kırdığı gibi, binanın taşını toprağını aradan kaldırabilseler, karşılarında görecekleri kendilerine secde eden İnsan – Tanrıları fark etmeleri pek kolay olacaktır. O halde, acaba dinler, “Çıplak kralın giysileri midir?” Umarım, hepimiz hayatımızda hiç olmazsa bir kez, bu soruyu kendi kendimize sorumuşuzdur ve ötesinde umarım ki, hepimizin o soruya  verdiği, vicdanımızda saklı bir yanıt vardır...

Theo’nun Kutsal Yolculuğu adlı bir eserde yer alan; “Dinler bir ağacın dalları gibidir. Tek büyük bir ağaç, kökleri tüm yeryüzünün altına dağılmış, dalları gökyüzüne doğru büyümekte ve kabuğuna da yazı yazılabilmektedir.” şeklindeki görüş, din olgusuna, doğru yaklaşımın ifadesidir. Hangi ulus ve toplumdan olursak olalım, bu ağacın dalları altında yaşamımızı sürdürmekteyiz. Ağacın dalları ve yaprakları arasından süzülen ışık ve nur’dan yararlanma oranı ve yoğunluğu, bireyin Tanrı’ya bakış açısı, inanç algılaması ve ağacın kabuğuna yazabileceği yazının içeriğine göre değişecektir. Kabuğa oyulacak bu yazılar, sevgiyi, hoşgörüyü, insanlar ve insanlık için ortak amaca yönelik düşünsel boyutta bir birlikteliği içermeli, ağacın içindeki öze ulaşmamızda da bizlere yardımcı olmalıdır.

Düşünsel yönden birbirlerine çok benzeyen ve birbirlerini her boyutta etkilediklerinden şüphe edilmeyen dinler, temel algılayışlar bazında birbirleriyle büyük ölçüde örtüşmelerine rağmen, yetersiz toplum liderleri ve yöneticileri tarafından, ortaya çıkma nedenleri olan ahlâki ve içsel olgunlaşma amaçlarından saptırılarak, kolayca istismar edilen popülist politika malzemeleri ve birer siyasal araç haline dönüşmüşlerdir. Rönesans ve Reformdan sonra dinlerin böyle amaç dışı kullanımından büyük ölçüde kurtulan Avrupa’da ise, din olgusu sadece ahlâki ve içsel gelişim ve dayanışmayı destekleyen temel bir unsur olarak ele alınabilmektedir. 21. yüzyılın başında, yönetimle, dinin ayrılması ve laisizm denen evrensel düşünce tarzının, başta ulusumuz olmak üzere diğer İslam ülkeleri ve hatta tüm insanlıkça benimsenmesinin zamanının geldiğini düşünmemek elde değildir. 

Halit YILDIRIM
21.03.2002

KAYNAKÇA

1.      AĞAOĞLU, Murat - Tanrı Kavramının Geçmişten Günümüze Evrimi

2.      AKİN, Asım (Prof.Dr.) - Pozitif Düşüncenin Soyağacı, Dinler

3.      ECEVİT, Özgür - Teizm ve Deizm

4.      GÜRKAN, M. Bülent - Din Felsefesi

5.      KÖKDAMAR, Yusuf - Felsefesel ve İnançsal Bazı Terimlerin Anlamları ve Açıklamaları

6.      ONAT, Hasan (Prof. Dr.) - Türkiye’de Din Anlayışı, Din Alanında Yeniden Yapılanma

7.      SAYGIN, Hasan - Kader ve İrade

8.      TOPALOĞLU, Aydın (Dr.) - Ateizm

9.      TÖZÜN, Attila - Özgür Düşünce ve İnanç
 


 

[1] Gerekircilik (Determinizm): Her olayın bir nedeninin olduğu ve aynı nedenlerin, aynı şartlar altında her zaman aynı sonuçları doğurduğunu, dolayısıyla olayların zorunlu ve evrensel kanunlara uyarak ortaya çıktığını kabul eder. Bu görüşe göre, insan, doğa ve sosyal yasaları bilmek, tanımak ve onlara hakim olmakla, zorunluluk alanından özgürlük alanına geçer ki bu da zorunlu-özgürlük diye adlandırılır. Bu durumda, insan doğa ve sosyal yasaları yaratamaz, yok edemez ve değiştiremez, ama onları tanıyıp bilmekle onlardan korunur, zararlı sonuçlarını yararlıya çevirebilir. 

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |