<%@ Language=VBScript %> DİNSEL İNANÇ SİSTEMLERİNDE TANRI ALGILAYIŞI Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sayın Halit Yıldırım'a gönülden teşekkürlerimizle,

 

DİNSEL İNANÇ SİSTEMLERİNDE TANRI ALGILAYIŞI
 

“Bütün öğretiler pencere camını andırır. Arkasındaki gerçeği görürsün de, cam, seninle gerçeği ayırır.”

                                                                                                                                            Halil Cibran

 

TANRI’NIN VARLIĞI KAVRAMI

Her inançlı birey, kendi aklı ve ruhsal zenginliği sınırları içinde, Tanrı kavramı ve tasarımını kendisi yapar. Bu bağlamda, her insanın düşündeki Tanrı imajının tek doğru, ya da tek gerçek olduğunu söylemek olası değildir.

Tanrı’nın varlığına inanç konusu (varlığa inanma, inanmama) bireyin varoluşuyla birlikte insanlık tarihinin en eski, tartışmalı ve öncelikli sorunlarından biri olmuştur. Bu sorunun günümüzde de bütün çekiciliği ile karşımızda durmakta olduğu yadsınmaz.

Tanrı’nın varlığını kabul eden inanç sistemleri, Tanrı'nın var olduğunu bazı kanıtlarla desteklemeye çalışmışlardır. Bu kanıtlar:

Ontolojik Kanıt : Tanrı kavramından Tanrı'nın varlığını çıkartmaktır. Bu görüş Orta Çağda St. Anselmus ve Yeni Çağda Descartes tarafından geliştirilmiştir.

Hudus Kanıtı (Varlığın ortaya çıkması) : Meydana gelen her şey, mantıken onu meydana getiren bir varlığa muhtaçtır. Evren de zaman içinde sonradan meydana geldiğine göre, onu meydana getiren varlık Tanrı'dır. Bu kanıt ilk olarak İslâm felsefesinde kelamcılar [1] tarafından kullanılmıştır.

Erdem kanıtı : Bu kanıtı St. Thomas kullanmıştır. Bu kanıtlamaya göre, evrende var olanların bir mükemmellik sıralaması vardır. Bu sıralamanın en üst katında bulunan, her şeyin en mükemmeli olan Tanrı'dır.

Ahlâki Kanıt : İnsanoğlu iyilik yapmaya, kötülüklerden kaçınmaya eğilimlidir. Bu bir ahlâk yasası olup, bu yasa öğrenilmemiş ve vicdanımızda hazır olarak bulunur. Bunu da insana kazandıran Tanrı’dır.

Yukarıdaki kanıtlar çerçevesinde Teist düşünce sistemini benimseyenler, Tanrı'nın varlığını nedensel olarak kanıtlamak isterler. Her şeyin bir nedeni vardır ve her bir neden başka bir nedenin sonucudur. Bu nedensellik zincirini, sonsuza kadar götürmek insan aklı için mümkün olmadığından, kendisi sonuç olmayan nedende durulur. Teizme göre, Tanrı bu ilk nedendir.

Paul Tillich, 20. yüzyılın ilâhiyat dalında en değerli eserlerinden biri olarak kabul edilen kitabında, Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışmanın, Tanrı’nın yokluğunu savunmakla, yani ateizmle eş anlamlı olduğunu savunurken şöyle der: “Tanrı’nın varlığını kabul etmek de, reddetmek kadar ateistçe bir tutumdur. Tanrı, var olmanın ta kendisidir, ayrı bir varlık değildir.

DİN KAVRAMI

Din olgusunun, insanoğlunun varoluşuyla yaşıt olduğunu, bireyin dinsel varlığı ve din hayatıyla olan ilişkilerinin de, insanın varoldukça devam edeceği hususu, en azından çağımız açısından göz önüne alınması gereken bir gerçektir.

Dünyayı ve evreni tanıma, varlık hakkında bilgi edinme gereksinimi ile önce din ve daha sonra, içerik ve niteliği gereği dinin yanıtlayamadığı sorulara yanıt bulma çabası ile felsefî sistemler ortaya çıkmıştır. Sırayla; tanrısal İlham ve ilahi vahiyden din, filozofların düşünce ve sentezinden felsefe, ilim adamlarının deney ve gözlemlerinden de ilim ortaya çıkmış, bu üç temel sistemin insanlığa verdiği dinsel, felsefî ve bilimsel bilgi, değişim ve gelişime kaynak oluşturmuştur.

Tanrı inancı ile din inancı arasında kesin ve belirgin bir çizgi ve ilişkinin varlığı hakkında somut veriler yaygın değildir. Zira tanrısız dinler olduğu gibi gerçek dinle ilgisi olmayan tanrılar da vardır. Buda ve Konfüçyüs gibi, giderek din halini almış öğretilerde, açıkça Tanrı yoktur. Bir vahye dayanmayan dinlerin ise türlü türlü tanrıları vardır. Peygamberlerin getirmiş oldukları dinlerdeki Tanrı farklı özellikler taşımaktadır

İnsanoğlu, kadim dönemlerden bu yana içinde yaşadığı evrenin sırlarını araştırırken, temel düşünce sistemi (tefekkür) olarak Şamanizm, Hermetizm, Kabbala ve Epifani olmak üzere dört temel evre geçirmiştir. Budizm, Konfiçyüs Din’i ile Semavi Din’ler olan Musevilik, Hiristiyanlık ve Müslümanlık, bu dört tefekkürden etkilenerek ayrı ayrı yollardan insanlığı aydınlatmışlardır. Buna karşın bu dört tefekkür, bütün dinlerin dışında kalarak, insanlığı akıl ve hikmet, vicdan ve güzellik duygularıyla etkilemeye devam etmiştir.

Büyük Dinler, Doğu ve Batı Dinleri olarak ikiye ayrılırlar:

·         Hinduizm ve Brahmanizm, Doğu Dinleri’dir.( Panteist inanca dayalıdırlar)

·         Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet ise, Batı Dinleridir.(Teistik karakterdedirler).

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’i içine alan kitaplı dinlere Semavi veya Göksel Dinler denilmektedir. Bu tanımın, Semavi Dinlerin mensuplarının, dua ederken ellerini göğe açarak bir göksel varlığa yakarmalarından kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

Tarih boyunca, nerede bir toplum varsa, orada mutlaka din olgusu da gündeme gelmiştir. Din; insanla beraber varolmuş, varolmakta ve öyle görünüyor ki en azından yakın gelecekte de bu bağlamda işlevini sürdürecek bir kurumdur. İnsanlık tarihinde ne kadar gerilere gidilirse gidilsin, dinî inançlardan yoksun bir topluma rastlanmamaktadır. Tarihi devrelerde olduğu kadar tarih öncesinde de insanoğlunun bazı inançlara sahip olarak yaşadığı, yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşılmaktadır. Bütün bunlar, toplumu ayakta tutan temel sosyal yapının başında dinin geldiğini ortaya koymaktadır.

İnsanlık, "din"i dışlayarak toplumsal, sosyal ve spritüel yapının sağlıklı bir şekilde oluşturulamayacağını ve bir yere varılamayacağını anlamış görünmektedir. Ancak, Brzezinski'nin şu saptamaları da düşünce yelpazesinde farklı algılayışlar olarak dikkati çekmektedir: “Her ne olursa olsun, gelişmiş dünyada, bilimin sınırları sonuna kadar zorlanacak ve  insanoğlunun iç ve dış boyutları  öyle değişecektir ki, bu, insan varlığının temel karakterinde bile etkili olacaktır. Umuyoruz ki daha uzak bir gelecekte, modern bolluk döneminin ve bilimdeki son gelişmelerin yarattığı ruhsal boşluğun farkına varılır ve modern toplum artık dikkatini yeniden hayatın felsefî ve ruhsal yönüne çevirir. Böylece, insanların şu anda sahip olduğu ve hatalı bir biçimde kontrol ettiğini sandığı gücün yerine, toplumsal olarak insanları daha birbirine bağlayıcı yeni ahlâki kriterler ortaya çıkabilir. Artık, merkezi olarak örgütlenmiş resmi dinin, insanların sosyal hayatında yeniden etkili olabileceğini düşünmek doğru bir inanış değildir. Bu nedenle, tarihi gelişimin dinamiğinden etkilenen insanoğlunun ruhsal sağlığı için yeni bir başlangıç noktası bulmak gerekir”.

TANRI’NIN VARLIĞINA İLİŞKİN TEMEL YAKLAŞIMLAR

Tanrı’nın varlığı konusunda genelde üç temel yaklaşım oluşmuştur. Bunlar sırasıyla:

a.      Tanrı’nın varlığını kabul eden görüşler : Teizm, Deizm, Panteizm, Pan-enteizm,

b.      Tanrı’nın varlığını reddeden Ateizm,

c.      Tanrı’nın varlığının ya da yokluğunun bilinemeyeceğini öne süren Agnostisizmdir. 


Bu görüşleri, kavramlar boyutuyla incelemeye başlayalım:

Tanrı’nın Varlığını Kabul Eden Görüşler:

TEİZM

Teizm, sözcük olarak, Fransızca: “Théisme”, Türkçe:”Tanrıcılık”, Arapça ise: “İlâhiyye” anlamındadır. Kavram olarak ise Teizm, evreni yaratan, sürekli olarak yöneten, kaza ve kadere egemen olan, insanüstü güçleri bulunan, kişilikli bir Tanrı’nın varlığını savunan dinlerin ve dinsel öğretilerin genel adıdır.

Teizm, diğer bir deyişle, varolan her şeyin yaratıcısı olan bir Tanrı’nın varlığına, mutlak ve sınırsız bir bilgiye ve güce sahip olduğuna, sarsılmaz bir inanç beslemedir. Doğanın üstünde ve ötesinde olan, yani evrene aşkın (transandantal) [2] olan bir Tanrı’ya duyulan inancı ifade eden Teizmde Tanrı; yarattığı varlıktan ayrı olan, fakat kendisini yarattıkları aracılığıyla gösteren, özünde kişisel olup, insanın ibadet ve itaatine en yüksek ölçüde layık olan varlık olarak görülür. Tanrı, bu anlayışa göre, yaratıcıdır, varoluşun kaynağı ve tanrısal değerin koruyucusudur. Tanrı’nın gücü her şeye yeter, O her şeyi bilir, O güç, gerçeklik ve değer bakımından yüksek bir varlıktır. Ve insan onu bilebilir ve ona erişebilir.

Teizmde:

*  Vahiy yolu ile insanlara buyruklarını gönderen,

*  Kutsal Kitaplar gönderen,

*  Peygamberler gönderen,

*  Evreni yaratan ve yöneten,

*  Aklı ve iradesi olan,

*  Sonsuz bilgi, kudret ve iradesiyle evreninin varlığını devam ettiren,

*  Aşkın, doğa üstü ve sonsuz yetkinlikte yüce bir varlık olarak, her an evrenin canlı-cansız her zerresinde etkin ve yetki sahibi, bir Tanrı anlayışı vardır.

Teizm öğretisi; inancı ve imanı, aklın ve düşüncenin, bilimin desteğinde ve evrendeki varlıklara ve onların yaradılışlarına bakarak pekiştirir.

Özet olarak söylenebilir ki, bütün Semavî Dinler, Teizmin genel prensip ve esasları üzerine kurulmuşlardır.

DEİZM

Deizm sözcük olarak Fransızca’da: “Déisme”, Türkçe’de: “Yaradancılık” veya “Nedentanrıcılık” olarak ifade edilir.

Kavram olarak Deizm, ilk olarak XVI. yüzyılda İngiltere’de ortaya atıldı. Lâtince’de Tanrı anlamındaki "Deus" sözcüğünden türetilmiş ve özgür düşüncecilerin (kiliseye bağlı olmayanların) Tanrı inancını betimlemek için ortaya konmuştu. Önceleri “Tanrıtanımazlık” (ateizm) karşısında, “Tanrıcılık” ya da “Tanrının varlığına inanmak” anlamında kullanıldı. Daha sonra “Yaratıcı-Tanrı” anlamına gelen "Teizm" sözcüğü benimsenince "Deizm", varlığı akılla bilinebilen ve evrene karışmayan bir Tanrı anlayışı olarak kendine özgü felsefi bir nitelik kazandı.

Deizmi, Ortaçağ Avrupa’sında Hıristiyan din adamlarının, Kilisenin ve papaların menfaat ve hükümranlıklarını sürdürebilmeleri için ortaya attıkları dışkutsal dogmalara ve “Tanrı adına” diyerek halkın inançlarına, bilim dünyasına ve devlet yönetimlerine yaptıkları müdahale ve baskılara bir karşı tepki olarak oluşan, felsefi bir düşünce ve inanç sistemi olarak ifade etmek olasıdır.

XVI. yüzyılda Rönesans hareketi hızla Kıta Avrupa’sını etkisi altına almaya başlamıştı. Bu akım giderek aydınlanma hareketine dönüştü ve Kilise erki büyük ölçüde kırıldı. Kilisenin savunduğu Tanrı tasarımı vahye dayalı ve teistik bir tasarımdı. Başka bir deyişle, Kişi-Tanrı tasarımıydı. Aydınlar, Kilise otoritesi kırarlarken, doğrudan Tanrı’yı yadsımak yerine, Tanrı tasarımını değiştirmeyi daha uygun buldular.

Deizmi savunanların, kişileştirilmiş, yöneticiliği ve deneticiliği kabul edilmiş Tanrı algılayışına karşı, kişilik dışı ve yalnızca ilk neden ya da ilk devindirici olmakla yetinen bir Tanrı anlayışı ortaya koyması, Hıristiyanlığın Tanrı’sına açık bir savaş ilanı olmuştu. Çünkü böyle bir Tanrı’nın evren ve insan ilişkisi yalnızca bir ilk nedene bağlı tutulmuştu, o kadar. (Aristo’nun Tanrı’sı gibi). Buna karşın, vahiy, ilham, elçi (peygamber), kutsal kitap, yazgı (kader), kilise, papaz, ruhun ölümsüzlüğü gibi, kişi, kavram ve kurumların tümü yadsınmıştı. Deist anlayış içersinde, Kilisenin bilimsel çalışmalara “Tanrı” ve “Din” adına karışmaması, bilim adamlarına özgür bir ortam sağladı. Zaten, devindirdikten sonra Tanrı bile evrene karışmıyorsa, ne kişiler ne de kurumların Tanrı adına yaptırımı olamazdı. Ve yine Tanrı, evreni, dünyayı ve insanı yönetmiyorsa tarihte hiçbir şey kutsal olamazdı. Kilise, Tanrı’nın bedeni değil düpedüz insan eseriydi. Kimse onun arkasına sığınıp başkalarını suçlayamazdı. Bunun yanında Batılı bilginler doğa ile ilgili yeni bilgiler elde ettikçe, dinsel inançlara başvurmadan evreni açıklamanın olanaklı olduğunu anladılar. Ayrıca akıl, doğası gereği Tanrı’nın varolduğunu bilir, iyiyi, kötüyü ayırabilirdi. Bu nedenle otonom ve mekanik evren görüşü yandaşları "vahyi" de bir karışma olarak gördüler ve yadsıdılar.

Deizme göre ;

*        Tanrı, ilk neden olarak evreni yaratmıştır, ancak evreni yaratmakla işini bitirmiştir. Evren artık kendi yasaları ile işlemektedir. Deizm, sadece yaradan ve ilk neden olan Tanrı’nın başka nitelik ve güçleri üzerinde durmaz. Tanrı’nın daha sonra evrene müdahale etmesi akla aykırı olup, tıpkı bir saatçinin, saatini imal edip, saati kurduktan sonra, onunla bir ilişkisinin kalmaması gibi, evrene aşkındır.

*        İnsan için en önemli ödev, evren ve yasalarını akıl yoluyla bilmek ve anlamaktır.

*        Dinlerdeki duygusal ve akla aykırı Tanrı kanıtlamaları gereksizdir.

*        Akıl, vahiyle uyum içindedir. Ya da vahiy akla uygun olmalıdır. Dinin kutsal kitabı, aklın ışığında analiz edilmeli ve mistik öğelere ve mucizelere yer verilmemelidir. Buradan da anlaşılacağı gibi, söz konusu anlayış, peygamberlere ve dinlere gerek olmadığı ve bir tür ‘’doğal din’’ [3] düşüncesini benimseyip savunmaktadır. Cherburi (1581-1648 ), J. Locke, J.J. Rousseau, Voltaire tarafından temsil edilen ve savunulan bu Tanrı anlayışı, hoşgörü ve laisizmin gelişmesinde etkili olmuştur. 

*        Deizm anlayışındaki Tanrı, Vahiy, Kutsal Kitaplar ve Peygamberler göndermeyen bir Tanrı olup, bu anlayış Vahyi, Kutsal Kitapları ve Peygamberleri kabul etmez.

Deizmin güçlü yanı da, zayıf yanı da katı bir akılcılığa dayanmasından ileri gelir. Aklî yaklaşımın dinî konularda yetersizliği ortaya çıktıkça, deizm, çözmekte güçlük çektiği birtakım sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Şüphesiz, deizmin en zayıf yanı, dini hayatın içerik ve fonksiyonuna ters düşen bazı anlayışlara içinde yer vermiş olmasındadır. Ötelerin ötesinde olan ya da başkalarının şaka yolu ile kullandığı bir deyimle “emekliye ayrılmış” bir Tanrı anlayışı, dini duygu ve düşünceyi tatmin etmez. İnanç olgusunda, dayanma, bağlanma, teslim olma, dua ve tövbe etme merkezî bir yer işgal eder. “İnsan, bırakınız kendisiyle, topyekûn âlemle dahi ilgilenmeyen bir Tanrı’ya nasıl ve niçin dua etsin, ibadet etsin? Böyle bir Tanrı’ya inanmak ne işe yarar?” sorusuna yanıt bulma sorumluluğu inanç sahibine aittir. Buna ilişkin olarak J.B. Broussuet, “... Hıristiyanlar Deistleri daima temelde basit Ateistler olarak görmüşlerdir ve Deizm, kılık değiştirmiş Ateizmdir.” demektedir.

Deizmi, Tanrı’yı yalnızca ilk neden olarak benimseyen ve onun başlıca nitelik ve güçleri üzerinde fikir yürütmeyen, ya da kesin tanımlamalarda bulunmayan, Tanrı kavramını kişileştirmeyen, öncelikle akıl yöntemini rehber edinen dinsel öğretilerin genel adı” şeklinde özetleyebiliriz. Deizm hiç kuşkusuz bir Tanrı inancıdır, ancak o Tanrı’nın belli hiçbir dini yoktur. Ünlü bir deyişle, “Deistlerce Tanrı evrenin dışına sürülmüştür”.
 


[1] Kelam: İslâm felsefesinde Tanrı'nın varlığını ve birliğini akıl ve mantık yoluyla kanıtlamak isteyen görüştür.

[2] Transandantal: Transcendence veya transcendency (transandans) kelimesinin “transandantal olma”, transcendental (transandantal) kelimesinin ise “üstün, faik”, felsefî kullanımda “deneyüstü, tecrübeden üstün olan, fizikötesi, tabiatüstü, doğrudan tecrübeyi aşan ama rasyonel bilgiye karşı olmayan” şeklinde tanımlanır. Transcendent (transandan) kelimesi ise “üstün, faik, insan aklından üstün, sıradan yaşantının sınırlarının ötesine taşan veya onu zorlayan”, Immanuel Kant’ın felsefesindeki kullanımıyla “mümkün olan bütün tecrübe ve bilgilerin ötesinde olan” gibi anlamlarla karşılanmaktadır.

[3] Doğal Din: Aydınlanma felsefesi içinde sayılan düşünürlerden bir kısmı ateist iken, bir kısmı da Tanrı’ya inanmaktadırlar. Ancak ilginç olan, inançlı olan düşünürler de dinin kaynağını “vahiy”de değil “akıl”da ararlar. 18.Yüzyıl Aydınlanma Felsefesinin din görüşünde “akıl dini” yada “doğal din” kavramı öne çıkar ve dini insanin aklında ve doğasında yerleşik inançlar olarak alır. Dolayısıyla bu dinin her insanda her zaman var olduğu iddia edilmektedir

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |