<%@ Language=VBScript %> ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİNİN İLGİNÇ YÖNLERİ Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

"ATATÜRK" Ana Sayfa   
SAYFA> | 1 | 2 | 3
  

Sayın Semih S. Tezcan'a gönülden teşekkürlerimizle,

 

ATATÜRK’ÜN  KİŞİLİĞİNİN  İLGİNÇ  YÖNLERİ

 

önsöz

Ulu Önder Atatürk'ün hayatını, yaptıklarını ve başarılarını bir yazının veya bir kitapçığın satırları arasına sığdırmak mümkün değildir. Olsa olsa O’nu yakından tanıyabilmek için, yaşantısından bazı kesitler alarak O’nu ve kişiliğini küçük bazı pencereler açarak izlemek yolunu seçebiliriz. Bu bağlamda, Atatürk'ün kişiliğini yakalayabilmek için, anektodlar çok işimize yarayabilir. Ancak, Atatürk'ü bir tüm olarak ele alıp, O’nu bütün heybeti ve haşmeti ile daima göz önünde bulundurmadıkça, bütününü bırakın ayrıntıları bile zor yakalayabiliriz. Bakınız, O’nu yakından tanıyan ve hakkında ciltler dolusu kitap yazan bir edibimiz ne diyor!

 (Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 13)

"Herkes gibi Atatürk'ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan, gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır. Atatürk'ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam ele almalıdır."

Dolayısı ile, anektodlara geçmeden önce, O’nu bir bütün olarak ele almalıyız. Her şeyden önce, O engin bir Türk Milliyetçisi ve bir Türk Hümanisti idi. Sıksanız her damlasından buram buram Türklük akardı. İkinci en önemli belirgin özelliği tüm insanları ve tüm diğer milletleri de sevmesi ve sayması idi. Bu konuda şunları söylemiştir:

Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.

Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz.

Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz her halde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.

Askerliğe de, savaşlara da, hep mecbur olduğu için girmişti. Türk milliyetçiliğinden sonra derdi, günü hep evrensel barıştı. O’nun için kurtuluştan hemen sonra 'Yurtta sulh! Cihanda sulh!' O’nun ilk özdeyişlerinden biridir. İşte bu yönü ile, ebedi insan sevgisi ile dolu evrensel bir hümanistti. Ona hangi pencereden bakarsanız bakınız, O’nun sözlerinin ve yaptıklarının, daima biri Türk Milliyetçiliği, diğeri evrensel barış olmak üzere iki belirgin kalıtımsal özelliğin ışığı ve bu iki temel kişilik yapısının güdümü altında olduğunu görürsünüz.

Ulu Önder Atatürk'ün söz ve eylemlerinde Türk Milleti sevgisi bir yandan, insan sevgisi ve evrensel barış diğer yandan olmak üzere, daima bu iki engin sevgi yumağının etkisi vardır. İşte bu yoğun sevgi ve inanç yumağı, kısacık ömrü içinde, O’nu bir değil beş kere 'dahi' yapmıştır, O’na beş ayrı lider vasfı kazandırmıştır.

"Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit, herkes onlara delilik der.", 1926 (Mustafa Kemal Atatürk)

Mısır'da, M.Ö. 15OOO' lerde yaşadığı rivayet edilen ve Kuran’da kendinden iki yerde sitayişle bahsedilen Hz. İdris (Hermes) 'e de, Lâtince trimegistus, yani üç kere majestik denilirdi. Çünkü, Hermes hem bir devlet adamı, hem bir dini lider ve hem de bir bilim adamı olarak üç ayrı mümtaz vasfı birden üzerinde taşıyordu. İşte bu nedenle, Antik Mısır tarihinden esinlenerek , Atatürk'e de Lâtince quintimegistus yani beş kere majestik demek yanlış olmaz. Atatürk'ün beş kere majestik olduğu özelliklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

1. Atatürk askeri bir 'deha' idi.
2. Türkiye Cumhuriyeti O’nun 'Dehası’nın eseridir.
3. Barışçı, örnek ve 'dahiyane' bir devlet adamı idi.
4. Atatürk 'dahiyane' bir devrimci idi.
5. Atatürk kalıcı ve yaşayan bir dehadır.

Atatürk'ün belli başlı bu beş deha özelliği, sözlerinden ve başarılarından alınan bazı kesitler yardımı ile, aşağıda sırası ile açıklığa kavuşturulacaktır. Atatürk'ün Türk gençliğine çeşitli zamanlarda verdiği şu öğütler bile aslında O’nun eylem plânını ve başarıya ulaşmadaki sırlarını veciz bir şekilde özetler :

"Kalbinde ve vicdanında manevî ve kutsal değerlerden başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiç bir kıymeti yoktur. Bir insan, hayatında büyük bir muvaffakiyet gösterebilir, fakat yalnız onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkûm olur. Onun için çalışmak ve daima muvaffakiyet aramak herkes için esas olmalıdır."

"Ben bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem. O işe neler mani olur diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür. "

"Verdiğiniz emrin yapılmasından emin olmak istiyorsanız, tâ en son gerçekleşme ucuna kadar kendiniz onun başında bulunmalısınız."

"Muhterem gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Galip olmak, mağlup olmamak . Size, Türk gençliğine devir ve emanet ettiğimiz vicdani görev, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız. Milletin yücelmesi uğrunda yapılacak işlerde, atılacak adımlarda katiyen tereddüt etmeyin. Milleti o yüce hedefe götürmek için konulacak engellere hep birlikte mani olacağız. Bunun için dimağlarınıza, malûmatınıza, icap ederse bileklerinize, pazılarınıza, bacaklarınıza müracaat edecek, fakat neticede mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız."

"Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirebilirseniz bir çeyrek, yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz kendi içinize çekilin, o gün yaptığınız işi göz önünden ve düşüncelerinizin tartısından bir defa geçirin, ne ettiğinizi, ne işlediğinizi her gün bir defa kendi kendinize yoklayın. Şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz. "

"Büyüklük odur ki, kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakikî mefkure ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda mukavemetli olacaksın. Önünde namütenahi manialar yığılacaktır. Kendini büyük değil küçük, vasıtasız, hiç telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın, ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere güleceksin."

 

1. ATATÜRK ASKERİ BÎR DEHA İDİ

Atatürk, Filistin, Trablus garp, Bin gazi, Muş, Suriye cephelerinde, daha sonra Ana fartalar, Arı burnu, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarında, daima başarılı ve çarpıcı komutanlıklar sergiledi. Daha genç bir subay iken, kendi ülkesinde ve Avrupa'da katıldığı çeşitli manevralarda gösterdiği ustalıklar ve uyguladığı taktikler, verdiği emirler ve harp sahalarında kazandığı zaferlerle Atatürk, ne kadar başarılı bir komutan olduğunu tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmıştır. Şu altı küçük anekdot bu askeri dehanın emarelerini bütün çıplaklığı ile yansıtmaktadır:

1.1. "Az olur!"

(Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s.89)

Aşağıdaki anekdot, Atatürk'ün ağzından kaleme alınmıştır:

Karargâhı ( Eceabat İlçesi ) Yalova'da bulunan Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa telefonla beni aradı. Konuşmamıza aracılık eden Kurmay Başkanı Kâzım Bey idi. Sorduğu şu idi: "Durumu nasıl görüyorsunuz ve nasıl tedbir almayı düşünüyorsunuz? ". Durumu nasıl gördüğümü ve nasıl tedbirler almak gerektiğini çoktan bütün ilgili olanlara belirtmiştim. Hepsi cevapsız kalmıştı, dedim ki;

- "Durumu nasıl gördüğümü çoktan size bildirmiştim. Şimdi alınabilecek tek bir tedbir kalmıştır!"
- O tedbir nedir?
- Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur!
Alaylı bir sesle,
- Çok gelmez mi?
- Az gelir ! dedim.

Telefon kapandı. 8/9 Ağustos gecesi saat 21:50'de bana Anafartalar Grubu Komutanlığına tayin edildiğimi bildirdiler. Gerçi böyle bir sorumluluğu almak basit bir şey değildir. Fakat, ben vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu yüklendim! Daha önce kararlaştırdığım saldırıyı kendim yöneterek düşmanın üstün kuvvetlerini gerilettim. 10 Ağustos sabahı tan yeri ağarırken düşman üzerine süngü ile atılmak için hazırladığım asker saflarının önüne geçerek kuvvetlerimi düşman üzerine attım. Düşman ortalık ağardıktan sonra Conkbayırı'nı denizden ve karadan büyük çapta toplarla dövmeye başladı. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu. Etrafımız şehitler ve yaralılarla doldu. Olan bitenleri seyrederken, bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimdeki saati paramparça etti. Etime giremedi. Yalnız deride bir kan lekesi bıraktı. Bu parçalanmış saati sonra bu günün hatırası olarak Liman Von Sanders Paşaya verdim. O da aile armalı saatini bana hediye etti.

1.2. "Zaferini tebrik ederim Paşam!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 293)

Sakarya muharebelerinin sonlarına doğru idi. Erkân-ı harp zabiti cepheden alınan son malûmatı umutsuz bir ses tonu ile, kaburgaları kırık olduğu için yatakta yatan Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal'e okuyordu. Malûmat meyanında, cephe kumandanlarından biri Seyit Gazi veya Döğer'in şark veya şimalinde düşmanın taze kuvvetler aldığından ve yeni bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu. Paşa kaşlarını çatarak " Hayır! Orada düşman fırkası olamaz ve yoktur! Yazınız, iyi baksınlar ! " dedi. Başkomutan, raporu verenin, Yunan cephesinin bir kanadından diğer kanadına geçen kuvvetleri yeni kıtalar sanmış olduğunu anlamakta gecikmedi. Bu aktarma ancak bir çekilme hareketi olabilirdi. Erkân-ı harp zabiti dışarı çıktıktan sonra Başkomutan İsmet Paşaya dönerek ; " Zaferinizi tebrik ederim Paşam! Hemen karşı taarruz emri veriniz!" dedi. Erkân-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha kaldı. Öğle yemeği yenilirken zabit tekrar geldi. "Haber aldım, filhakika orada düşman fırkası yokmuş efendim!" dedi. Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa yattığı yerde, altı yüz kilometre uzaktan, orada düşman fırkası olmadığım görüyor ve ihtar ediyordu.

1.3. Yerine Çavuş gönderirim !"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 293)

Sakarya muharebeleri sırasında bir kibrit kıvılcımından atı ürkünce, Atatürk yere düşüp kaburgalarını kırmıştı. Başkomutan cephede, oradan oraya sedye ile dolaştırılıyordu. Savaşın kritik bir anında, yukarıdaki anekdotta adı geçen hemen karşı taarruz emri verildikten çok kısa bir süre sonra, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ( Çakmak ) odasına geldi. Kolordu Komutanı Kemal ettin Sami Paşadan bahisle ; "Kendisini taarruza kaldıramıyoruz. Emri doğru bulmuyor. Sedye ile de olsa telefon başına kadar gidip konuşabilir misiniz ? "dedi. Sedye ile telefon başına giden Başkomutan, Kolordu komutanına hitaben ;" Taarruz olacaktır ! Sen olmazsan yerine bir çavuş gönderirim, gene taarruz ettiririz.! " dedi. Mustafa Kemal Paşanın biraz sertçe olan sesini tanıyınca Kemal ettin Paşa, " Ya... Böyle mi tensip buyurdunuz, emredersiniz ! " dedi. Kolordu taarruza geçmiş ve sonuç alınmıştır.

1.4. "Emrim kemiklerinin orada gömülmesidir!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya1, 1968, s. 299)

Sakarya savaşı sırasında bir defa, İsmet Paşayı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa (Tengirşek), lüzumu halinde, geri çekilmenin nereye kadar ve nasıl olacağı hususunda bilgi alamayınca, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istediğini söyler. Telefonu Mustafa Kemal'e verirler ;
- "Beni aramışsınız, buyurun!"
- "Gizli emirlerinizi bildirmediniz. Yani, geri çekilme lâzım geldiği vakit istikametimiz ne olacaktır?"
Pek kızan Mustafa Kemal, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen bu komutana :"Paşa ,paşa! Gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir!" der. Başkomutan, o meşhur "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı şehit kanı ile sulanmadıkça, o yer terk edilemez !" emrini Yusuf İzzet Paşa ile yaptığı bu telefon görüşmesinden sonra vermiştir.

1.5. "Eğri bıçaklarla hücum etsinler!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 299)

Sakarya muharebeleri sırasında düşman hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış, genişletiyordu. Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri çevrilmeli idi. İhtiyat kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedi. İhtiyat kuvvetimiz kalmadığı cevabını verdiler. Yalnız, Giresunlu Osman Ağanın çetesi vardı. Onların da süngüleri yoktu. Mustafa Kemal Paşa :
"Süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır, düşman üzerine atılacaklar, onu eski yerine kovacaklardır!" diye haykırdı! Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanlıları eski yerlerine kadar sürmüşlerdir.

1 .6. "O halde düşmanı 20 km içinde tepeleyin!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s.308)

Büyük Taarruz öncesi Afyon'un Çay ilçesinde Kolordu ve Ordu Komutanları toplanmış, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşanın ( Çakmak ) saldırı plânını dinliyorlardı. İsmet Paşa saldırı plânına karşı olduğunu beyan etti. Atatürk' ün Harp Okulu'ndan tabiye hocası, çok sevdiği, takdir ettiği ve kendisine "Hocam" diye hitap ettiği Yakup Şevki Paşa, milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağını söyledi. Mustafa Kemal:
- Milletin varı yoğu bundan mı ibarettir Hocam ?
- Evet!
- O halde kesin sonucu bununla almak zorundayız! Kolordu Komutanı Kemalettin Sami  Paşada  bizim geri teşkilâtının düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamayacağını söyleyince ;
- Bizim geri teşkilâtımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz mı?
- Hayır Paşam !
- O halde düşmanı yirmi kilometre içinde tepelemek zorundayız!

İkinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ise, cepheye henüz yeni geldiğinden, bir fikri olmadığı cevabını verir. Bu arada, belki ikisi arasında bir tertip eseri olarak, Fevzi Paşa " Madem ki, Ordunun bana güveni yok, ben çekiliyorum !." diye istifasını verir. Mustafa Kemal de, Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de Baş Komutanlık görevinde kalamayacağını belirtir. Telaşa düşen İsmet Paşa şöyle der ; "Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa, hepinizin emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz ! " Taarruz sürpriz bir şekilde kuzeyden değil, güneyden, dağlık bölge üzerinden yapılır ve sonuç kesin zaferdir.

 

2. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ATATÜRK'ÜN SİYASİ DEHASININ ESERİDİR!

Altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğunun enkazından, yepyeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Birinci Dünya Harbi başında 1914, yılında Osmanlı hükümranlığında bulunan topraklar 1.7 milyon kilometrekare idi ve 22 milyon nüfus yaşıyordu. Orduları her cephede yenik düşmüş Osmanlı Hükümeti'ne 1918 yılında imzalattırılan Sevr Muahedesine göre, topraklar Ankara ve çevresindeki 100 bin kilometrekarelik bir yöreye, nüfus ise 1 milyon kişiye düşüyordu. Atatürk'ün dahice yürüttüğü Kurtuluş Mücadelesi'nin ve O’nun siyasi dehasının eseri olarak, Sevr altüst oluyor, 1923'de Lozan Antlaşması ile yaklaşık 770 bin kilometrekarelik bir arazide, 10 milyon nüfusun yaşadığı yeni bir Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor ve tüm dünya ülkeleri içinde şerefli ve saygınlıklı yerini alıyordu.

 

3. ATATÜRK EVRENSEL BARIŞI SEVEN BİR LİDERDİ!

3.1. İngiltere Başbakanı Loyd George'un sözleri

(Niyazi Ahmet Banarh, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk' 1954, s. 93)

Çeşitli yazarlar, O’nun dönemini yaşamış siyasi ve askeri yetkililer, tarihçiler ve Türkologlar tarafından ulusal ve uluslararası ortamda Atatürk hakkında yazılan araştırma, hatıra ve biyografiler 2400 cildi aşan dev bir kitaplık oluşturur. Atatürk'ü dost olduğu kadar düşman ülkelerin liderleri de övgü ile andılar, O’nun örnek devlet adamlığım veciz bir şekilde dile getirdiler. İşte birkaç örnek;

Türk orduları İzmir'e girer girmez, 1922 yılının Ekim ayında İngiliz parlamentosu fevkalade bir toplantı yaptı. Lordlar kamarası üyeleri yerlerini aldılar. Büyükelçiler de bu tarihi oturuma iştirak ettiler. İlk defa kürsüye İşçi Partisi lideri McDonald çıkarak ;- " Hükümetten şunu sormak istiyorum. Hükümet Anadolu'yu galip devletler arasında paylaşmak maksadıyla Hazineden on binlerce altın aldı. İstanbul ve Boğazlar Büyük Britanya'nın olacak, İzmir Yunanlılara , Antalya ve Konya İtalyanlara, Adana ve havalisi Fransızlara verilecek, Doğuda bir Kürdistan ve müstakil bir Ermenistan kurulacaktı. Ne yazık ki, bunların hiç birisi olmadı, bu taksim projesini Mustafa Kemal'in süngüleri alt üst eti. Bu hususta Hükümetten izahat istiyoruz." dedi. O zaman Başvekil bulunan Loyd George ağır, ağır kürsüye gelerek: "İnsanlık tarihi bir kaç asırda ancak bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki, beklenilen O dahi, bugün Türkiye' de doğmuştur, elden ne gelebilirdi?" diyerek kürsüden indi. Bu cevaba bütün İngiliz Milleti baş eğmek zorunda kaldı. Bundan sonra Loyd George Başvekillikten istifasını verdi.

3.2. Diğer devlet adamlarının sözleri

"Sizlere şunu söyleyeyim ki, ben Atatürk'e sekreter olmak isterdim. Sebebi de, O’nun her akşam sofrasında bulunup yüksek fikirleriyle beslenmek dileğinde oluşumdur.", 1933
Edward Herriot, Fransa Başbakanı

"Norveç Nobel Komitesi Başkanlığı'na ;
"Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla bölgedeki istikrarsız durum sona ermiştir. Teokratik bir rejimle yaşayan, din ve hukuk kavramlarının birbirine karıştığı, çökme sürecindeki bir İmparatorluğun yerini, güç ve hayat dolu, modern ve milli bir devlet almıştır. Barış dünyasına bu değerli katkı, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa sayesinde yapılabilmiştir. Bu nedenle, Yunanistan Hükümeti Başbakanı sıfatıyla, Mustafa Kemal Paşanın Nobel Barış Ödülü'ne adaylığını takdim etmekten şeref duymaktayım." 12.1.1934
Venizelos, Yunanistan Başbakanı

"Sovyet Cumhuriyetler Birliği Dışişleri Bakanı Litvinof, bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının , Avrupa'da değil, Boğazların gerisinde, Ankara'da yaşadığını, Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi." , 1937 Franklin D. Roosevelt, ABD Başkanı

"Savaşta Avrupa’ yı kurtaran, savaştan sonra da milletini yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu değil, Avrupa için de büyük kayıptır.", 1938
Winston Churchil, İngiltere Başbakanı

Atatürk 1938 başlarında manevi kızı Ülkü ile Florya'daki bir yaz günü yaşantısını 20 dakikalık kısa metrajlı bir film olarak F. D. Roosevelt'e gönderdi ve O’nu Türkiye'ye davet etti. Aralarında bir süre sonra hediyeler teati edildi. Atatürk ona bir pul koleksiyonu , ABD Başkanı da Atatürk'e o zaman için çok orijinal olan bir müzik dolabı ( Şişli Atatürk Müzesi'nde en üst katta sergilenmektedir) gönderdi. Atatürk'ün vefatı üzerine, ABD Başkanı gönderdiği mesajda özetle şunları yazdı;
"Üzüntüm iki katlıdır. Birincisi, güvenilir bir dostumuzu ve çağın en büyük devlet adamını kaybettiğimiz için, ikincisi ise böyle bir devlet adamıyla şahsen tanışma fırsatını ebediyen kaçırdığım için.", 1938
Franklin D. Roosevelt, ABD Başkanı

"Tarih çok büyük adamlar gördü. İskender'leri, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Ancak, yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı...", 1938 L'illustration Dergisi, Paris

"Atatürk, tarihte görülmüş olan büyük adamların hiç birine benzemez. Çünkü, O’nun yaptıkları Adem oğullarının yapabilecekleri şeylerden değildir. O büsbütün başka bir insandı." 1938
El Mısri Gazetesi, Kahire

"Atatürk, geride Türkiye' yi etrafında hiç bir düşman devlet kalmaksızın bırakmıştır. Bu, zamanımızda hiç bir liderin başaramadığı bir şeydir." 1938
Völkischer Beobachter Gazetesi, Almanya

"Bu müstesna adamın benzerinin bir daha dünyaya geleceğini sanmıyoruz. O’nun gerçek büyüklüğünü zaman gösterecektir." 1938
Deutsche Allgemeine Zeitung Gazetesi, Almanya

"Türkler Mustafa Kemal'e yanlışsız ve eksiksiz bir demokrasinin temellerini atığı için minnettardır.", 1944
Kont Sforza, İtalya Dışişleri Bakanı

"Atatürk asrımızın dâhi bir devlet adamıdır.", 1950
Albert Einstein

(İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Münir Ülgür'ün anlattığına göre, 1950 yılında USA' da Albert Einstein' ı evinde ziyaret ederler. Onları kapıda karşılayan A. Einstein, Türkiye Delegasyonu'na özel bir ilgi gösterir ve ilk iş olarak yukarıdaki sözlerle Atatürk hayranlığını belirtir.)

"Atatürk, gençlik günlerinde benim kahramanımdı. O, çağın yapıcılarından biridir. O’nun en büyük hayranları arasında bulunmakta devam ediyorum." , 1963
Pandit Nehru, Hindistan Başbakanı

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |