%@ Language=VBScript %>
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |
"ATATÜRK" Ana
Sayfa
SAYFA> | 1 |
2 | 3 |
Şimdi biraz da batıya dönelim ve ünlü tarihçi ve sanat bilgini Burckhardt’ın (1878-1923) görüşüne yönelelim, Jakob Burckhardt ise, kültürde evrim konusunu incelerken, eriştiği aşamada, filozofumuz Ziya Gökalp'e oldukça paralel bir kanıyı savunmakla kalmamış, aynı zamanda Atatürk'e özgü evrim felsefesinin çağdaş kültürdeki yerini, Atatürk anlayışını tümüyle kanıtlar nitelikte bir kanıya bağlamada da başarılı olmuştur. Burckhardt, kültürün gelişim çabasını engelleyen başlıca faktörleri, 1905 yılında yayınladığı "Dünya Tarihi ile ilgili Yorumlar" başlıklı kitabında şöylesine önemli bir anlayışa bağlamaktadır: "... İnanç, zamanla geleneğe dönüşerek katılaştıkça, evrimsel gelişim ve değişime bağlılığı ne kadar güçlü olursa olsun, kültüre yardımcı olma kabiliyetini yitirir ve geleneğe tutsak düşer. İşte böylesine bir tehlike, özellikle din ve devlet işlerini birbirinden ayırt edemeyen yönetimlerde alabildiğine büyük boyutlara ulaşır; ve din ile devletin birleşik güç oluşturdukları dönemler ise, kültürün zincire vurulduğu dönemler olmanın niteliğini taşır...". Burckhardt' ın yukarda açıklanan görüşündeki "gelenek" ile Ziya Gökalp'in "gelenekte yeni gelişim ve eğilimlere erişme" yolundaki düşüncesi arasında çelişkiye benzer bir durumun gözümüzden kaçmayacağı tabiidir; ve bu çelişkinin de, Ziya Gökalp'in kullandığı "gelenek" kavramı ile, Burckhardt'm metnindeki "gelenek" kavramının birbirinden farklı imiş gibi görünmelerinin sebebini iyice incelemekle çözümlenmesi mümkündür; nitekim Ziya Gökalp yorumundaki "kaide" (kural) kavramı, Burckhardt metnindeki "katılaşmış geleneğin" karşılığıdır. O halde Burckhardt'a göre ancak katılaşıp sertleşmemesi gereken geleneklerin, Ziya Gökalp'e özgü gelenek anlayışını karşılaması gerekeceği tabiidir. Bu böyle olunca da çağımızın her iki düşünürünün "katılaşmış, oldukları yerlerde oldukları gibi kalan ve bir gelecek yaratamayan geleneklerin" değişmezlik niteliğini elde etmiş kaidelerin (kuralların) yorumunda eksiksiz birleşmiş oldukları açıkça görülmektedir. Atatürk'e özgü evrim felsefesine araç olan geleneksel kültürümüz," ulusal olduğu kadar, uluslararası nitelikte de değer kazanma yolundaki çabasını tabii olarak sürdürmektedir. Ağırlaşıp duraklamalar, amaca yaklaşmayı geciktiren geçici bunalımlardır ki bu tür engeller Atatürk inkılâplarının şaşmazlığı karşısında, evrimi tümüyle durduracak güce hiçbir zaman sahip olamazlar. Kaldı ki tabiatın evrim yasası kesinlikle önlenemeyecek olan çabasını gelişim yolunda sürdürmeye devam edecektir; zararlı olan gecikmelerdir.
Çoğunluğun genellikle , "Bilgi-Birikimi" olarak nitelediği "kültür" Ata’ya göre, aslında sonu olmayan bir evrim çabası içindeki etkinliğini uluslararası plânda da en azından eşit hak ve düzeyde sürdürmeyi amaç bilen bir "Düşün - Tefekkür" felsefesi ve ancak böylesine bir felsefeden güç alabilen uğraşının idrakidir. Burada kesin sonuç statik değil, ancak dinamik bir eğitim ve öğretimden beslenen atılımlarla elde edilmektedir; ve sadece böylesine bir çaba, bir ulusun, birbirini zincirleme tamamlayan kültür aşamalarına erişebilmesine de imkân sağlayan bir "Düşün-Uğraşı" (Tefekkür-Çabası) sistemidir; ve kesinlikle bu tür bir "Düşün" (Tefekkür) sistemi, kültürde ve sanatta, çağdaş bilimin uluslararası nitelikteki ortak tekniğine uygun pratik oluşumlara da ışık tutan bir "İdrâk Felsefesi" (Algılama -Felsefesi) olmanın önemini taşır.
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |