<%@ Language=VBScript %> AHİLİK Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Ahi Evren yüzyıllardır savaşçılık ve dini-ahlaki bilgiler vermekte büyük ve önemli görevler yerine getirmiş bulunan fütüvvet teşkilatından ve fütüvvetnamelerden yararlanarak Ahi teşkilatını kurmuştur. Ahi Evren yaşadığı dönemde ahlakla sanatın ahenkli birleşimi olan ahiliği öylesine itibarlı duruma getirmiştir ki, bu kurum yüzyıllar süresince bütün esnaf ve sanatkara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiş, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş törenleriyle birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi şeref saymışlardır. Ahi olmak için bir meslek ya da sanat sahibi olma zorunluluğu yoktur. Ahi zaviyelerine işçi ve çıraklardan başka, öğretmenler, müderrisler, kadılar, hatipler, vaizler, emirler, yani bölgenin saygılı ve ulu kişileri devam ederdi. Ahiliğe kabul şartı, iyi ahlaklılık, yardım severlik ve cömertlik olduğundan teşkilata girenler, temiz, ahlaklı ve iyilik sever kişilerdi. Ahiler arasından yüksek sırada yöneticiler, tabipler, valiler, komutanlar, müderrisler ve kadılar yetişmiştir.

Ahi Evren’in şeyhliği altında Ahilik teşkilatı kısa sürede tüm Selçuklu şehirlerine yayılmış ve Babailer isyanı sırasında Batınilere elden gelen tüm yardımı yapmıştı. Ahiler, daha sonraki dönemlerde de kendilerine en yakın kişiler olarak Alevileri, Bektaşileri ve Mevlevileri gördüler.  Osmanlı devletinin kuruluşunda Ahiler oldukça önemli bir rol oynadı. Bazı kaynaklar, devletin kurucusu olan Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’nin ve 3. sultan 1. Murat’ın Ahi teşkilatı üyesi olduklarını belirtmektedir. Ancak Osmanlı devleti genişlemeye ve imparatorluğa dönüşmeye başlayınca sultanlar, kendilerinden önceki Türk yöneticilerinin yolunu seçmiş ve kitleleri yönetmekte yöneticilere daha fazla  imkan sağlayan Sünni tarikatlara girmişlerdir. Ahilikte temel ilke, örgüte üye olanların kesin eşitliğidir. Üyelerin hepsi birbirinin kardeşidir. Ancak, aşama bakımından küçükten büyüğe doğru sonsuz bir saygı vardır. Ahiliğe girecek olanlarda belirli nitelikler aranır. Üyelik için kişinin örgüt bünyesinden birisi tarafından önerilmesi zorunludur. Küçültücü işlerle uğraşanlar, çevresinde iyi tanınmayanlar, örgüte kötü söz getirebileceği düşünülenler Ahi olamazlar. Örneğin insan öldürenler, hayvan öldürenler (kasaplar), hırsızlar, zina ettiği ispatlananlar örgüte katılamaz. Kasapların insan öldürenler ile aynı kategoriye konulması Batıni inançtan kaynaklanmaktadır.

Ahi örgütünün Anadolu’da yerleştirilip yaygınlaştırılmasıyla şu sonuçlar elde edildi:

  1. Göçebelikten yerleşikliğe geçiş yani Türk şehirleşmeciliği çok hızlandı.

  2. 13. yüzyılın ikinci yarısı başlarına dek büyük çoğunlukla, Türk olmayan yerli halkın elinde ve tekelinde bulunan sanat ve ticaret işyerlerine Türkler de sahip olmaya, katılmaya, ona canlılık vermeye başladılar.

  3. Türk esnaf ve sanatkarları, aralarında sağladıkları karşılıklı dayanışma ve güven sayesinde, bölgede imtiyazlı bir duruma geçti ve bunlar, yavaş yavaş şehir ekonomisinde söz sahibi oldular.

Asya’daki Anayurdumuzda ahlakla sanatı özenmiş bulunan Ahilik, Anadolu’da da aynı görevi yapmış, üstelik onu köylere dek yaygınlaştırmıştır.

Ahiliğin Anadolu köylerindeki uzantısı ’’yaran odaları’’dır. Şehirlerdeki Ahi meslek ve sanat kuruluşları üyeleri, çevrelerindeki yoksulların, kimsesizlerin her türlü gereksinimlerini, vakıflar kurarak gideriyorlardı. Bunlar aşevleri, hastaneler, okullar vb. gibi şeylerdir ki, Türkler dışında hiçbir Müslüman ülkede görülmezdi; ama salgın hastalık, kıtlık, yangınlar, askerlik vb. şeylerle harap olmuş yerlerin, yoksul düşmüş köylerin halkı böyle vakıflar kuracak durumda değillerdi. Pek çoğu bu durumda olan Anadolu köylerinde başka bir örgüt, ‘’yaran odaları’’ örgütü kurmuşlardı. Buralarda köy halkının ‘’imece’’ denilen ve topluca yapılan yardım gelenekleri daha çabuk ve daha etkin olarak yapılabiliyordu.

Örgüte giriş diğer Batıni tarikatlar gibi, özel bir tören ile olur. Törende adaya kuşak bağlanır ve tüm insanlara karşı sevgi dolu, saygılı olması, doğruluk ve yiğitlikten ayrılmamamsı öğütlenir. Üyelerden kesin bağlılık, sonsuz itaat ve ketumiyet istenir. Dinsizler örgüte kesin giremez ancak, sofuların da Ahiler arasında yeri yoktur. Ahilikte bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü yasaklara uyma gibi vasıfların verildiği aşamalardan geçilir. Bu vasıflara sahip olmanın dışında Ahiliğin önde gelen altı ilkesi şunlardır:

  1. Elini açık tut

  2. Sofranı açık tut

  3. Kapını açık tut

  4. Gözünü bağlı tut

  5. Beline sahip ol

  6. Diline sahip ol.

Ahilikte üç aşamalı ve 9 dereceli bir inisiasyon sistemi uygulanır. Birinci aşama olan Şeriat kapısında müride mesleki bilgiler, Kuran bilgisi, okuma, yazma, Türkçe, matematik ile örgütün anayasası niteliğinde olan Fütüvvetname öğretilir. İkinci aşama olan Tarikat kapısında mesleki bilgi en üst düzeye ulaştırılır, tasavvuf bilgisi, müzik, Arapça ve Farsça üzerine eğitim yapılır. Bu aşamada mürit ayrıca askeri eğitim de alır. Şeyh mertebesine erişilen 3. aşama, Marifet kapısıdır. Bu aşamada müritten Tanrı’ya inanması, benliğini öldürmesi, ululara hizmet etmesi ve cehalet karşısında susması istenir. Ahilik anayasasına göre ancak bunların tamamlanmasından sonra Hakikat’e ulaşılması, insanın Kemale ermesi mümkün olur. Takipçisi olduğu Fütüvvet gibi Ahilik de 9 dereceli bir sisteme dayanır. Her kapı üç dereceyi içerir. Bu dereceler şöyle sıralanır:

  1. Yiğit,

  2. Yamak,

  3. Çırak,

  4. Kalfa

  5. Usta,

  6. Nakip,

  7. Halife,

  8. Şeyh

  9. Şeyh ül Meşayıh.

Yiğitlik ve Yamaklık, teşkilata kabul öncesindeki hazırlık aşamalarıdır. Ahiliğe gerçek kabul Çıraklık aşaması ile başlar. Bundan sonraki dereceler ise, Lonca teşkilatının idari dereceleri niteliğindedir.

Bu basamakların birinden ötekine geçiş süresi fütüvvetnamalere göre 1000 gün, yaklaşık üç yıla yakın bir aradır; ama yamaklıktan çıraklığa, iki yılda geçilebilirdi. Çıraklıkla Kalfalık, kalfalıkla Ustalık arası süre; sanatına ve mesleğine göre üç yılı da aşabiliyordu. Tüm Şeyhlerin  lideri konumundaki Şeyh ül Meşayıh’ın bir diğer adı da ‘’Ahi Baba’’ idi.

Çırakların, zaviyelerde düzenli bir kontrol altında bulundurulmaları ve güvenilir kişiler yönetiminde eğitilmeleri gerekirdi. Fütüvvetnamelerde görüldüğü üzere her çırak yiğidin iki yol kardeşi, bir yol atası, bir üstadı yani sanat öğretmeni, bir de piri vardı. Ahilere zaviyelerde, her gece ayrı bir konuda olmak üzere her konunun uzmanlar tarafından meslek ahlakı, genel ahlak ve terbiye kuralları, din bilgileri anlatılırdı. Öte yandan, haftanın belli bir gününde ata binmek, kılıç, kalkan, ok ve mızrak gibi silahların kullanılması için askerlik bilgileri verilirdi.

Atölyede, tezgahta sanat eğitimi, ahi zaviyelerinde kültür ve genel bilgi alarak çifte bir eğitim gören Türk esnaf ve sanatkarı, hem aralarında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurmuş, hem de yerli Bizans sanatkarlarıyla yarışabilecek bir sanat ve meslek yeteneğine kavuşmuş oluyorlardı. Ahilik, Anadolu Türkü’ ne alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvençli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu onlara aşılamıştır. Ahiler, aralarında kurdukları güçlü ve etkili bir oto kontrol ile de standart, sağlam ve ucuz mal satarak, her dinden ve milletten kişilere, güvenli ortamda ürünlerini satarak işlerini yürütüyorlardı.

Ahiler yalnızca ekonomik örgütlenmeyi değil, Ortaçağ Avrupa’sının Şövalye Tarikatları gibi dini-askeri bir örgütlenmeyi de gerçekleştirmişlerdi. Örgüte kabul edilen müride, bir profesyonel asker kadar değilse bile, kendini savunmayı bilecek kadar silah kullanma sanatı öğretiliyordu. Bu gelenek Mısır’da kurulan Fatımi Fütüvvet örgütünden bu yana devam etmekteydi.

Selçuklular döneminde, sultanların düzenli orduları dışında ülkedeki en güçlü örgüt, genç kalfa ve ustalardan oluşan Ahi müfrezeleriydi. Moğol istilaları sırasında sultan kuvvetlerinin yenilip kaçtığı sırada pek çok kenti Ahi müfrezeleri savunmuştu.

Kendilerini paralı askerler vasıtasıyla koruyan beyler, emirler bile Ahilerden çekinirlerdi. Moğolların kesin zaferinden sonra, valilerin, beylerin kentlerden kaçmaları üzerine, onların görevlerini de Ahiler yürütmüşlerdi. Bu dönemde, Selçuklu’ların güçlü veziri Pervane dahi, Ahilerin gücü karşısında boyun eğmiştir.

Ahilerin ahlak dışı saydığı, ahiyi ahilikten çıkaran şeyler şunlardı:

  1. İçki içen,

  2. Zina işleyen

  3. Münafıklık, dedikodu ve iftira eden

  4. Gururlanan, kibirlenen

  5. Merhametsizlik eden

  6. Kıskanan

  7. Kin besleyen

  8. Sözünde durmayan

  9. Yalan söyleyen

  10. Emanete hıyanet eden

  11. Kişinin ayıbını örtmeyen, bu ayıbı yüzüne vuran

  12. Cimrilik, eli sıkılık eden

  13. Adam öldüren kişiler  örgütten atılırdı.

Üyeleri sadece ehl-i fütüvvet diye adlandırılan İran ve Arap bölgesinde Ahiler gibi bir sınıfa, örgüte rastlamıyoruz. Oralarda yaran odalarına benzeyen şeylerde yoktur.

Bir Ahi gencinin zaviyeye alınması şöyle olurdu. Ahiliğin dokuz basamağından biri olan Nakiplik basamağındaki kişi, bir eline tuz alıp, topluluğun ortasında duran suya salar. Bunun üzerine öteki nakipler kapıyı açarlar, geçmiş erkan erlerini birer birer anıp, dua ederler ve salavat getirirler, en sonunda zaviyeye alınacak yamağı gösterirler. Bundan sonra, bir sıra törenle o genci toplulukları arasına almış olurlardı. Bu törenler ve daha sonraki derece yükseltme törenleri hakkında,ayrıntıya girmiyorum.

Öğretmen Ahi, öğrenmesi için yanına verilen çırağa, mesleki bilgilerin yanı sıra, namaz, oruç gibi İslam şartlarını öğretir, Ahi ahlak kurallarını kapsayan fütüvvetnamelerin belirttiği insanlık yöntemlerini de pratik olarak belletirdi. Fütüvvetnamelerdeki bu ahlak kuralları genellikle Cumartesi günleri öğretilirdi. O zamanlar tatil günleri Perşembe öğlenden sonra  başlayıp, Cuma günü akşamına dek sürdüğünden, Cumartesi günü günümüzün pazartesisi gibidir. Akşamları yemek yendikten sonra dini, ahlaki ve eğitici kitaplar okunur, sonra sema ve raks edilirdi. Bu durum bizlere Ahilerin din ile dünya işlerini bir arada yürüten kişiler olduğunu gösterir.

Ahiler hakkında ilk defa, görgüye dayanan ve toplu bilgi veren kişi, ünlü Berberi gezgin İbn-i Batuta’dır. İbn-i Batuta, Osmanlı Sultanı Orhan zamanında (1326-1359) Anadolu’nun bir çok şehir, kasaba ve köylerini gezmiş, Ahilere konuk olmuştur. Batuta izlenimlerini şöyle anlatıyor:

Bilad-ı Rum adıyla anılan bu ülke dünyanın en güzel yeridir. Tanrı başka yerlerde ayrı ayrı verdiği güzelliklerin hepsini birden bu ülkeye vermiş. Ahalisinin yüzleri çok güzel, giysileri temiz, yemekleri nefistir. Bereket Şam’da, şevkat Rum’da (Anadolu’da) dendiği doğrudur. Yani gerçek şevkat Anadolu halkı olan Türkmenler arasında dır. Bu bölgede hangi eve yada zaviyeye insek erkek ve kadın komşularımız halimizi, hatırımızı sorarlardı. Burada kadınlar örtünmezler, erkeklerden kaçmazlar. Ayrılışımızda sanki kendi halkımızdan, akrabalarımızdan birilermiş gibi candan uğurlarlar, kadınlar ağlarlar. Ahiler, Anadolu’da oturan Türkmen kavminin her şehrinde, kasaba ve  köyünde mevcutturlar. Yabancılara yardım etmek, onları konuklayıp yedirip içirmek, bütün ihtiyaçlarını görmek, zorbaların hakkından gelmek, zalim ve edepsiz tabakasını ortadan kaldırmak hususunda bir benzeri daha yoktur.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |