<%@ Language=VBScript %> TÜRK KİMLİĞİ Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

KİMLİĞİNİ ARAYAN TÜRK DEVRİMİ

J. Arnold Toynbee'nin vurguladığı gibi; "Osmanlı tarihi gelişme ve değişmeyi durdurmaya, üzerinde yaşadığı toprakları, yönettiği toplumları değiştirmemeye çalışmıştı."

Gerçek bir Hadis-i Şerif olup olmadığı bilinmeyen,

Adetlerinizi terk etmeyiniz.
Yeni adetler edinmeyiniz.!

Sözü, Hazreti Peygambere ait olmayabilir, ama; Osmanlı'nın dünya görüşü ve hayat felsefesine son derece uygun düşmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sonunda (1920) imzalanan Sevr Antlaşması ile İmparatorluğa son verilerek, Küçük Asya'nın etnik bölge halkları, bağımsız olarak yeniden yaratılmak isteniyor, Türk'lere Orta Anadolu ile Kuzeyinde geleceğe hiç de güven vermeyen bir sığınma bölgesi bırakılıyordu. M. Kemal Paşa'nın öncülük ettiği AMASYA GENELGESİ (22 Haziran 1919) birçok tarihçi tarafından Milli Mücadele ve Türk Devriminin başlangıcı olarak görülür.

Uzun uğraşıdan sonra Cumhuriyet kurulmuştur ama Osmanlı'dan miras kalan yapısal-kurumsal çelişkiler Cumhuriyet döneminde sürmekte, su yüzüne çıkmaktadır. Buradaki temel güçlük, yeni Türk insanını yaratmak kararını veren devrimci önderin, yeni  TÜRK insanını yetiştirmek üzere çağdaş bir kültür yaratmaya girişmesi; bu ülküsünü, çağdaş Batı örneklerinden esinlenerek, din veya kan birliği üzerine değil de, dil-kültür birliği ile tarih bilinci üzerinde gerçekleştirmek istemesinden kaynaklanıyordu. "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültür olacaktır." ama "geleneksel İslam kültürü değil, ÇAĞDAŞ/LAİK Türk kültürü olacaktır." şeklindeki söylevi ile ATATÜRK bu konuya açıklık getirmiştir.

Atatürk'ün yenileşme ve kültür değiştirme programı kısa sürede uygulamaya konularak gerçekleştirildi. Ancak bu uygulamaya geçiş esnasında, Sovyetler Birliği'ndeki 1917 Ekim devriminden başka örnek alınacak model bilinmiyordu. Bu yenileşme programı liderin kararlı ve ödün vermeyen inanç ve iradesi doğrultusunda uygulandı; ama bir tarih/kültür boşluğu da yarattı. Bu bir kimlik değiştirme denemesiydi. O güne değin "Müslüman olduğuna ve doğduğuna şükredip", "padişahım çok yaşa" diye haykıran Osmanlı tebaası Türklerden, şimdi "Ne mutlu Türküm" ya da "Yaşasın Cumhuriyet" demeleri isteniyordu. Atatürk'ün,

Ne mutlu Türküm diyene!

Türk, övün, çalış, güven!

sloganları, bu ülküye yönelik yatırımlar olup, Osmanlı'ya "Osmanlılığı unut kendine dön, Türk ol" demekteydi. önderin yakın çevresinden başlayıp yayılan dalgalar halinde, Türkler bu gidişe ayak uydurmaya, geride kalmamaya çalıştılar.

Atatürk 1932 tarihinde TÜRK TARİH KONGRESİNİ Ankara'da topladı. Bu kongrede Ortaya konulan teori: "Türklerin bütün insan uygarlığının beşiği olan ORTA ASYA'dan çıkmış, beyaz ve ariyen bir ulus olduğuydu". Bu bölgenin gittikçe kuraklaşması sonucu TÜRK'ler uygarlık sanatlarını da birlikte götürerek, dalgalar halinde ASYA ve AFRİKA'nın çeşitli yerlerine göç etmişlerdi. ÇİN, HİNT ve ORTADOĞU uygarlıkları hep bu şekilde kurulmuştu. Son zikredilen uygarlıkların öncüleri her ikise de TÜRK budunları (kavimleri) olan SÜMERLER ve ETİLER'di. Bu gerçek, yarı gerçek ve yanlışlık karışımı, resmi doktrin olarak ilan edildi ve araştırma ekipleri bunu kanıtlama işine koyuldular. Türk gururunun ve özsaygısının şevklendirilmesi şüphesiz Mustafa KEMAL'in bu teorideki amacının esas bölümü olmakla beraber birinci maksadı(ereği); TÜRK'lere Anadolu'nun gerçek vatanları, çok eski zamanlardan beri millet olma niteliklerinin merkezi olduğunu öğretmek ve bu suretle ULUS ile ÜLKE arasındaki (yani Batının egemen ulus- devletlerindeki vatancılık temellerini) gelişmesini hızlandırmaktı. Ondan sonraki yıllarda fazla tutarlı olmayan tarih teorileri sessizce terk edilip nezihçe tarihe gömülmüştür. Ancak, kuvvetlenmesine hizmet ettikleri VATAN bağlılığı da durmaksızın büyümüştür.

TÜRKİYE'DE KİMLİK ARAYIŞLARI

Türk toplumundaki değişmelerin yarattığı kültür boşluğunu, yani kimlik arayışını ilk görenler yabancı gözlemciler olmuştur. 27 Mayıs 1960 Milli Birlik müdahalesinden hemen sonra, TACHAU (1962-63), "Türk'lerin ulusal bir kimlik arayışında olduğunu" söylemiştir. Türk Aydınının soruna ilgi duyması ise Fransa'daki "kimlik bunalımı" tartışmalarından(1980) sonradır. Türk aydın ve düşünürü, aslında GÜLHANE HATTI VE TANZİMAT FERMANI'ndan bu yana en az yüzyıldır kimlik arayışları içindeydi.

1980-1990 döneminde (Prof.Dr. Cengiz GÜLEÇ) yapılan çalışmalarda "Türkiye'de kültürel kimlik krizi" kapsamında saptanan eğilimleri 5 TÜR KİMLİK SEÇENEĞİNDE toplayabiliriz. Bunlar;

1) ANADOLUCULAR (ANADOLU HUMANİZMİ)

Anadolu öncesi Türk kültürünü ve Selçuklu/Osmanlı kültürünü reddeden bu görüş; Anadolu'da değişik ırk, din, dil, etnik özellikler gösteren toplulukların bir potada eriyerek ortak bir kültürü oluşturdukları savını destekler. Bu görüşün savunucuları olarak; M.Cevdet ANDAY, Vedat GÜNYOL, Suat SİNANOĞLU'nu gösterebiliriz.

2) TÜRK-İSLAM SENTEZCİLER (Aydınlar Ocağı) 

Milli kültürün iki ana damarı; Orta Asya'dan getirdiğimiz öz değerler ve İslamiyet olup, Çağdaş Uygarlık düzeyine ulaşmak için Batının sadece teknik ve medeniyetini almak yeterlidir, Ulusal kültürün özünü korumak için Batı kültürünü almaya gerek olmadığını, ulusal kültürün tarihsel kaynaklarının Orta Asya Türk kültürü ile Selçuklu ve Osmanlı kültürü olduğunu iddia eden bu grup, Türklerden önceki Anadolu uygarlıklarını reddederler. (İbrahim KAFESOĞLU, İsmet ÖZEL).

3) ATATÜRKÇÜLER 

Bu grup, Batılılar karşısında güvensiz, ezik, neredeyse “aşağılık duygusu” içinde olan Türk halkının onurunu yükseltmek, olumlu bir kimlik imgesi sağlamakla mümkündür, Türk kültürü Cumhuriyetle başlamıştır, ulusal kimliğin yerleşmesi için Osmanlı kültürünün reddedilmesi gerekir savını desteklemektedir (Emre KONGAR, Anıl ÇEÇEN, Atilla İLHAN).

4) ÇAĞDAŞ KÜLTÜR SENTEZCİLER 

Çağdaş ulus olma; gelişmiş bir tarih ve ulus bilinci gerektirmektedir, kültür tarihimiz; Türklerden önceki ANADOLU tarihi, Anadolu'dan önceki Türk tarihi, Anadolu'nun İslamlaşması ve Türkleşmesi, Osmanlı tarihi ve Türk Devrim tarihini kapsamalıdır savını ileri sürmekte olan bu grubu destekleyenler: Taner TİMUR, Bozkurt GÜVENÇ, Mete TUNCAY, İlber ORTAYLI'dır.

5) GÖÇEBE KİMLİĞİ

Kimlik Sorununa; Yerleşiklik-Göçebelik bağlamında yaklaşan bu görüşe aydınlar fazla itibar etmemişlerdir (Demirtaş CEYHUN).

DÜNYADAKİ TÜRK İMGELERİ (İMAJI)

Kimlik ile İmge aynı toplumsal kültürel varlığın iki yüzü gibi olup, Kimlik konusu nasıl bir tarihi ya da kültürel bir olgu ise, imgeler olgusunun da, tarihi ya da kültürel kökenleri vardır.

Örneğin; Japon ulusuna beslediğimiz özel hayranlık ya da saygının gerisinde Ertuğrul faciası (1889) ile birlikte Japonların bu olayda gösterdiği ulusal duyarlılığın payı büyüktür.

Çözemediğimiz olaylarda aradığımız "İngiliz parmağı" nın gerisinde ise, yıkılan; Osmanlı mirasına sahip çıkan İngiliz Siyasetinin başarısına karşı duyduğumuz hiddetle karışık kıskançlığın tortuları vardır.

Fotoğraf örneğindeki gibi, hemen hiçbir ülkenin kimliği ile imgeleri birbirine tıpatıp uymaz. Her toplum kendisini dünyanın hatta evrenin merkezine koyar. ötekileri genellikle kendisinden aşağı yerlerde görür, değerlendirir. Etnosantrizm (Biz-Merkezcilik) adı verilen evrensel eğilim, ülkelerin imgelerini de etkiler.

Biz Türkler nasıl İranlıya "Acem"; Araplar için "Ne Arap'ın yalellisi ne Şam'ın şekeri" diyorsak; bütün komşularımızın de biz Türkler için benzer övgüleri vardır. Doğru/yanlış/haklı/haksız-Bizim "Moskof Gavuru'muza", Moskovalı "Anlayışsız Türk" ile karşılık verir. Bu tür kanılar, imgeler hızla oluşabilen fakat kolay değişip silinmeyen, toplumsal değer yargılarıdır. Diğer Batı Toplumları nazarında Ortaçağdan günümüze değin değişik Türk imgeleri-kuşkusuz çoğunun reddedip beğenemeyeceğimiz-değişik dokümanlarda çok geniş bir yelpaze ile sunulmuş olup, bunlardan birkaçını örnek olarak vurgulamak istiyorum:

"Kimse Türkler gibi güzel, rahat, yayılıp gevşemiş olarak, ilik ve kemiğiyle, ruhu ve bedeniyle oturamaz; otursa da keyfini çıkaramaz. Oturmak, Türk insanının özgün niteliğidir. Bedeninin her hücresi, yüzünün çizgileriyle oturur. Sanki hiç kalkmamış ya da kalkmayacakmış gibi. Bu sanatı, Topkapı Sarayındaki Sultanlardan öğrenmiştir sanki. Başkalarını,evine, ofisine, odasına, okuluna, bahçesine oturmaya çağırır. Gelmeyene gücenir. Oturmayan konuğun ziyaretini saymaz. Resmi toplantılara Oturum derler. Oturumlara Ad ve Sayı verirler. En ciddi konuşmalar bir köşeye çekilip oturarak yapılır. Üç-beş hal hatırdan sonra, oturanlar genizlerini temizler, derin bir sessizliğe gömülür-oturmaya devam ederler."

Aslında hiç kalkmayacakmış gibi oturmak Türkmen/Yürük geleneğine ters düşmektedir. Yayılıp oturmak, binlerce yıllık göçerliğin sonrasız ya da Türk tarihini, Türk Kimliğini bu kadar basite indirgemek ne mümkün, ne de doğrudur. Olgunun başka ve değişik boyutları olmalıdır.

Diğer bir imge örneği ise, İngiliz Tarihçi Geofrey LEWIS'in “TÜRK PORTRESİ” (1974)’dür.

Türkler,

Çekingen ve saygılı insanlardır. Doğu'nun İngiliz (centilmen)'leri olarak da tanımlanmışlardır. Sohbet toplantılarında - bizler gibi şarkı söylemek yerine - şiirler okur, öyküler anlatırlar. (Ortadoğulu) komşuları kadar gül, güleç kimseler değildirler. Ağırbaşlı ve ölçülüdürler. Hata yapmamaya çalışırlar. Mahcupturlar. 600 yıllık dünya imparatorluğunun sorumluluk sahibi,ağırbaşlı varisleridir. Konuksever ve kibardırlar. "Siz bizim konuğumuz oldunuz" gerekçesiyle, yabancı müşterisinden para almayan tok gözlü otel sahibi, dünyanın başka hangi ülkesinde nerede bulunur?

İskoçlar gibi asık yüzlüdürler. Mizah duygusuna sahip olmadıkları söylenir. Duygusal ve onurludurlar. Kolay alınırlar. Yabancıların Türkler hakkında neler düşündüğünü merak ederler. "Müthiş" ve "tembel" Türk yakıştırmaları gerçek, geçerli değildir.

Zor ve giderek zorlaşan dünyamızda yaşamını onuruyla ya da öz saygısıyla sürdürmeye çalışan ne güzel insanlardır!

Yukarıda arz ettiğim yabancılar nazarında Türk imgesine, son olarak bizden bir örnek vermek istiyorum. Orhun yazıtlarında (MS. 732) "Türk doyunca acıkacağını, acıkınca da doyacağını bilmez" ibaresi mevcuttur. Bununla da denmek istenen "önünü, sonunu düşünmez, o anı yaşar" ifadesidir. 

Bu olumlu/olumsuz imgeler karşısında bizim hareket tarzımız; Dünya ülkeleri bizi tanımamışsa kendimizi tanıtmalı, yanlış tanımışsa yanlışlıkları düzeltmeli, doğru tanımışsa da bunu korumak olmalıdır.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Cumhuriyetle birlikte uluslaşmanın ön koşulu olan ulusal devlet ve ulusçuluk ideolojisi kurulmuş olmasına karşın, ulusal kültürün yaratılması ülkemizde henüz bütünüyle başarılamamıştır. Dünyadaki diğer toplumların uluslaşma sürecine girdiği 19. yüzyıla oranla, modern Türkiye bu yönden olumlu adımlar atmasına rağmen, tarihinden gelen kültürel mozaik nedeniyle, ULUSAL KİMLİK sorununu çözememiştir.

Ulusal kimlik sorunu; belli bir coğrafi alanda (Ulusal sınırlar içinde) yaşayan etnik grupların (alt kültürlerin) kültürel özgürlüklerini ve özerkliklerini korumakla birlikte ulusallaşma potası içinde toplanarak, belirli bir uzlaşma zemininde ulusal bir toplum yarattıkları zaman çözümlenmiş olacaktır.

Enformasyon (Bilgi) çağının hüküm sürdüğü dünyamızda, tek sesli bir kültür birliğinin, en ilkel toplumlarda bile sağlanamadığı yadsınamazken, TÜRKİYE gibi bir kültürler mozaiğinde bu birliğin sağlanabileceği düşünülmemelidir. Birlik mi? çokluk mu? sorularının tarihi yargısı, yüzyıllar önceden verilmiştir. Buda "ÇOKLUK İÇİNDE BİRLİK, BİRLİK İÇİNDE ÇOKLUK" tur.

CHARLES TAYLOR (felsefe/siyaset Prof.) ve çağdaş bir ekibin son günlerde ortaya koyup, irdelediği MULTICULTURALISM (ÇOK KÜLTÜRCÜLÜK); Bir toplumda farklı kültürlerin bir arada yaşamasını onaylayan bir tanınma politikasını yansıtmaktadır. 

Bu görüşe göre; demokratik görüş açısından bakıldığında bir insanın etnik kimliği, o kişinin birincil kimliği değildir. Çok kültürlü demokratik toplumlarda çeşitliliğe saygı duyulması önemli ise de etnik kimlik, eşit değerde olmanın ve dolayısıyla eşit haklara sahip bulunma düşüncesinin dayandığı temel değildir.

Liberal demokratik görüş açısından bakıldığında, bir insanın eşit tanınmayı talep etme hakkı vardır, bunu talep ederken öncelikle ve birincil olarak insan kimliğine ve insan olmasının verdiği güce dayanacaktır, etnik kimliği kesinlikle birincil dayanak değildir.

Kimliğimizin/Kültürümüzün kökenleri sorununa yaklaşımda bugüne değin süregelmekte olan yöntem: "önce kültürümüzün kökenlerini araştırmaya yönelmeli, sonra Ulusal bileşime gidilmeli" biçiminde ortaya konulmuştur. Yöntem doğrudur ancak büyük bir yanılgıya da düşülmektedir. Kültür kaynakları saptandıktan sonra, bu kaynaklardan yararlanarak bir bileşime gidilecek yerde, kökendeki kültür, bir bileşim sayılmaktadır. Oysa geçmiş bir kültürden bir bileşime gitmek başka, geçmiş bir kültürü bir bileşim sayarak çağımızda da geçerli kılmak başkadır. 1932'de toplanan TÜRK TARİH KONGRESİ bu yanılgının ilk örneğini vermiştir. (Kültürümüzün kökenlerini ORTA ASYA TÜRK HALKININ geliştirdikleri kültürlere bağlamaktaydı).

Ulusal bir Kimlik/Kültür bileşimine varmak için tutulacak yol; dünden bugüne gelmek değil, tam tersine bugünden düne gitmektir. Dünden bugüne gelmek; ister istemez, geçmiş bir kültürü bugünde geçerli kılmak eğilimini de birlikte getirir.

Bilinçsizce kullanımdan, aşırı zorlamadan, sürekli aşınmadan yorgun düşmüş topraklar üzerinde yaşıyoruz. Gidecek, göçecek ya da fethedecek bakir topraklar da kalmadı. Var olanla yetinmek tüketmeden üretmek, var olanı korumak, gelecek kuşaklara yaşanabilir, aldığı borçları ödeyebilir bir ülke bırakmak zorundayız. Afrika atasözünde vurgulandığı gibi, "Kültürel varlığımızı yalnız atalarımızdan yadigar bulmadığımızı, gelecek kuşaklardan da aldığımızı" söyleyip duruyoruz ya, artık bunun gereğini yapmak, geleceğe yönelmek zorundayız.  

Türk kimliği ve kültür kökenleri konusunda 1980'lerden itibaren ağırlıklı olarak tarihi gerçekçilik arayışları içinde yürütülen çalışmalar önümüzdeki günlerde de yoğunlaşarak devam edecektir. Bu çalışmalarda; "Bir ÜST KİMLİK olarak hepimiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞLIĞINI BENİMSEYEREK, yurttaşlık hakları temelinde birleşmeli, ancak hepimizin önem ve değer verdiği; asla vazgeçemeyeceğimiz etnik, dinsel, bölgesel ve kültürel kimliklere karşı da saygı ve hoşgörülü olmalıyız" prensibinin göz önüne alınmasını umuyor ve temenni ediyorum.

07.08.2002
Halit YILDIRIM

KAYNAKLAR

  1. Türk Kimliği(1. Baskı) - Prof. Bozkurt GÜVENÇ

  2. Türkiye'de Kültürel Kimlik Krizi        Prof. Cengiz GÜLEÇ

  3. Çağdaşlaşma, Kültür, Sinema Üzerine Nijan ÖZÖN

  4. Yabancıların Gözüyle Türkler Ve Türkiye    Prof.İsmail PARLATIR

  5. Türk Aydını Ve Kimlik Sorunu - Sabahattin ŞEN

  6. Tarihe Hükmeden Millet, Türkler - Prof. Cemal ANADOL

  7. Modern Türkiye'nin Doğuşu - Bernard LEWİS

  8. Irk, Tarih Ve Kültür - Cladue Levi STRAUSS

  9. Çok Kültürcülük - Prof. Charles TAYLOR

  10. Uygarlık Tarihi - Server TANİLLİ

  11. Türk Kültür Tarihine Giriş - Prof. B. ÖCEL

  12. İlk Müslüman Türk Devletleri - M. Çağatay ULUÇAY

  13. Taş Çağından Osmanlı'ya Anadolu - Erhan AKYILDIZ

 



 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |