<%@ Language=VBScript %> TÜRK KİMLİĞİ Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

TURAN'DAN RUM DİYARINA TÜRK GÖÇÜNÜN ÖYKÜSÜ:

Türklerle ilgili ilk yazılı belgeler Çince olup MÖ. 300 yıllarına kadar uzanmaktadır. Buna göre en eski Türk’ler, Çinlilerin HİUNG-NU adını verdikleri Hunlardır. MÖ. IV yüzyıldan MS. III yüzyıla kadar kültürel varlıklarını sürdüren Hun'ların, Moğol mu yoksa TÜRK mü oldukları kesinleşmiş değildir. Biz Hun lideri Attila'yı TÜRK olarak benimseriz, adını kullanırız ama kimliği ya da Türklüğü hakkında çok şeyler bilmiyoruz.

Ancak Cumhurbaşkanlığı forsunda Türk devletleri olarak simgelenen 16 Devletten ilki, Büyük Hun İmparatorluğu olarak belirlenmiştir. Diğer İmparatorluk ve devletler ise ;

  1. Büyük Hun İmparatorluğu                                 (MÖ. 1230- MS. 93)

  2. Batı Hun İmparatorluğu                                      (MS. 100-376)

  3. Avrupa Hun İmparatorluğu                                (MS. 375-453)

  4. Akhun Devleti                                                        (MS. 424-652)

  5. Göktürk İmparatorluğu                                        (MS. 552-630)

  6. Avar İmparatorluğu                                              (MS. 65-835)

  7. Uygur Türk Devleti                                               (MS. 740-845)

  8. Hazar Türk Devleti                                                (MS. 602-1016)

  9. Gazneliler Devleti                                                  (MS. 962-1183)

  10. Karahanlılar Devleti                                              (MS. 932-1212)

  11. Büyük Selçuklu İmparatorluğu                         (MS. 1040-1157)

  12. Harzemşahlar Devleti                                           (MS. 1077-1231)

  13. Altınordu Devleti                                                    (MS. 1241-1502)

  14. Büyük Timur İmparatorluğu                               (MS. 1369- 1512)

  15. Babür İmparatorluğu                                            (MS. 1507-1530)

  16. Osmanlı İmparatorluğu                                        (MS. 1299-1920)

Eğer HUN'ları saymazsak ilk kurulan TÜRK birliği GÖK veya KÖKTÜRK'dür.

Çoğu kaynaklara göre Türk’ler tarih boyunca dört imparatorluk kurmuştur. Bunlar sırasıyla;

1. Hun İmparatorluğu                                             (MÖ. 1230 - MS. 93)
2. Göktürk İmparatorluğu                                      (MS. 552-745)
3. Büyük Selçuklu İmparatorluğu                       (MS. 1040-1157)
4. Osmanlı İmparatorluğudur.                              (MS. 1299-1920)

Orta Asya steplerinin kültür tarihini değerlendiren Halil BERKTAY Karahanlılar devletiyle, İran’daki Selçuklu devleti dışında sözcüğün doğru anlamında bir Türk devleti kurulmadığı tezini savunmaktadır. Bu iki devlete belki kısa ömürlü GAZNE, HARZEM ve Babür Şah'ın Hindistan'da kurduğu Müslüman TÜRK devletleri de eklenebilir. Tarihi belgeler ne kadar zorlansa da Türk devletlerinin sayısını 10'un üzerine çıkarmak mümkün olmamaktadır.

Türkçe konuşan boylar Mançurya'dan Balkanlara hatta şimdilerde Atlas Okyanusuna kadar yayılmış olsalar da, Türklerin Anayurdu olarak kabul edilebilecek topraklar doğu da ALTAY dağları ile batıda Hazar denizi veya Aral gölü ile güneyde PAMİR yaylası arasında kalan üçgenle sınırlı görünür. Bu bölge bugün TÜRKİSTAN, KIRGIZİSTAN, ÖZBEKİSTAN olarak, bir bölümü Çin’in SİNCAN bölgesi olarak bilinen stepler ve bozkırlar ülkesidir.

Bu bölgede Türkçe konuşan toplumlar Batılılarca, TURAN olarak da sınıflanır. İranlılar Türkçe konuşan Orta Asyalılara TURANÎ adını verdiğine göre TURAN ülkesi buralarda yakın bir yerlerde olmalıdır. Şemseddin Sami’nin (1898) "KAMUS-U TÜRK-İ" sindeki TURAN ve TURANÎ Sözcükleri; Ziya Gökalp'in Genç Kalemler'de yayımlanan ünlü TURAN şiiriyle 1910'da Türkçe’nin malı olmuştur.

Vatan ne Türkiye’dir Türk’lere, ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan

Velidi TOGAN, Turan'ın Türk'ten geldiğini; İranlıların TÜRK yurduna verdiği ad olduğunu açıklar. GöKALP'de "Turan, kuzey, güney, doğu, batı ve merkezi olmak üzere beş Türkistan'ın toplamından oluşur" diye tanımlar.

Ancak Türklerin tarihi kökleri gibi yurtları da kesin değildir. Kuzeyden Sibirya'dan inmiş, güneyden, doğudan veya batıdan göçerek bu yörelere gelmiş olabilirler. Söylentiler değişiktir. Bu yönlerin hepsi de tarihi Türk varlığına katkıda bulunmuş olabilir. Ancak bilindiği gibi TÜRKLÜK; bir ırk değil, bir DİL-KÜLTÜR sentezidir.

Türklerin tarihini yazan Fransız ROUX "Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek tek tanımlama ölçütü TÜRK DİLİDİR, Türk Dilini konuşandır. Başka tanımlar geçersizdir" demektedir.

Göçebe Oğuz boyları, toprağa yerleşip Anadolulu oldular ama, Türklüklerini yitirmediler; Anadolu'yu Türkleştirdiler. Anadolu yerlileri ile Türk’ler günümüze değin süren bir kültürleşme süreci yaşadılar. Bağımsızlık savaşı veren Çağdaş Anadolu insanı, OSMANLI, İSLAM, ANADOLU seçenekleri arasında Türk kalacağını dünyaya duyurdu. Tarihi kararını bu yönde verdi; çünkü TÜRKÇE konuşuyordu. Doğrusu da buydu. Toplumun kültürel kimliği DİLİYDİ, dilindeydi.

Halihazırda TÜRK DİLİ, Dünyada en çok konuşulan diller arasında 5'inci sıradadır.

MS. 712 tarihinde yazılan ORHUN YAZITLARI okunduğunda (son yapılan araştırmalarda, bulunan yeni belgelerin tarihinin MS. 5. yüzyıla kadar uzandığı ileri sürülmektedir) Türkçe'nin ulaştığı seviye yüksekliği ve zenginliği karşısında bütün Avrupa hayretler içinde kalmıştır. 8. yüzyılda bütün Avrupa'da tek dil olan Latince konuşulmakta, Dünya düşünce tarihine Latince’nin egemen olduğu kabul edilmekteydi. Latince dışında son derece etkin, zengin ve edebi bir Türk dilinin mevcudiyeti, düşünce ve kültür tarihi uzmanlarını da şaşırtmıştır. Batı dillerinden Fransızca'nın en eski yazılı belgesinin 15. yüzyılda, Almanca'nın 14. yüzyıl, Rusça'nın ise 13. yüzyıla ait olduğu göz önüne alınırsa, TÜRK dilinin eskiliği çarpıcı biçimde ortaya konur.

Batıya doğru göç eden Türk boylarının ilk karşılaştığı Semavi (kitabi) dinler, İslamiyet’ten çok önce kurulan Musevilikle, Hıristiyanlık olmuştur. Türk boylarının batıya doğru göçleri sırasında İranlı Mani'nin 3’üncü yüzyılda başlattığı Manicilik (Evreni iyilerle kötülerin savaş alanı olarak gören, insanın mutluluğunu bu tür karşıtların değerlendirmesinde arayan) dini ile tanıştıkları bilinmektedir.

Bütün din-devlet gelenekleri arasında Türk göçmenlerini en çok etkileyen inanç akımı İslamiyet akımıdır. İslam dünyasına ilk ayak basanlar Uygurlardan ayrılan Oğuz Türkleriydi. Oğuzlar ise Avar ve Göktürk dönemlerinden bu yana Türk yurdu olarak bilinen Turan’daki Türk birlikleri içinde yaşayan, batıya doğru göçleri sonrasında toprağa yerleşerek tarımcılığa başlayan, yerli halklarla karışarak kentleşen, İslamiyet’i önce Sasanîlerden öğrenen, İran'daki Selçuklu devletini kuran göçebe TÜRK boylarıdır. Bugün Batı ya da ön Asya'da, Türkistan'da, Afganistan'da Azerbaycan, İran, Irak, Suriye ve Anadolu'da yaşayan bütün Türkler, ortak ataları olan OĞUZ soyundan gelmektedir.

Oğuz ili, gönül rızası ile Müslüman olduktan sonra TÜRKMEN adını aldılar. Azerbaycan Türkleri, Irak, Anadolu ve Rumeli Türklerinin hepsi Oğuz Türkü, Türkmendirler. Batı Türkistan'da Sovyetler tarafından kurdurulmuş sözde Türkmenistan Cumhuriyeti halkı da Türkmen’dir. Göçebeliğe devam edenlere “Türkmen” denilmekle birlikte, bu tabir daha ziyade yarı göçebeler için kullanılmıştır. Göçebelere ise YÖRÜK denmiş olup, bu kelime "YÖRÜMEK'den" gelmektedir.

Katolik kilisesi Kardinallerinden NEWMANN'ın (1845) değerlendirmesine göre; "Vizigotlardan Sarasenlere değin, Hıristiyanlık dini ile temasa geçen bütün ırklar, kavimler er geç Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu genel kuralın tek istisnası Türk’lerdir" demektedir.

Türk'lerin Orta Asya'da gelişen kültür yapıları ve Asya Türk uygarlıklarının İslam Uygarlığı ile uyumu güç olmamıştır. Bunun üç temel nedeni vardır:

ANADOLU’NUN TÜRKLEŞMESİ:

Çini fethedip Çinlileşen, Batı Asya'yı fethederken İslamiyet’i kabul eden, Balkanları fethedip Bulgarlar gibi Slavlaşan veya Hıristiyan olan Mısır'da, Suriye'de yerli halkla karışıp Araplaşan Türk fatihler, Küçük Asya'da Türk kimliklerini nasıl korudular? Bin yıllık Hıristiyan Rum diyarından Müslüman bir Türk ülkesi yaratmayı nasıl başardılar? Amerikalı Linton çeşitli nedenler ya da varsayımları arasından bu konuyla ilgili olarak seçilmiş şu görüşleri vurgulamaktadır.

a. Türkler ve Türkmenler devlet kurdular ama kurdukları devletlerin tam sahibi olamadılar, yerleşik hayata geçmeye razı olmadıkları için de yönetim dışında, devletin karşısında kaldılar.

b. Yitmediler, çünkü Türk ve Türkmen göçleri yüzyıllar boyu sürdü. Yeni ve arkadan gelen göç dalgaları, yerleşik kültürde özümsenen boyların yerini alarak Türk töresini, dilini ve bağımsızlık ruhunu canlı tuttular.

c. Dünya görüşlerinde de önemli gelişmeler oldu. Türk dünyası, artık Türk olmayanı talan etmeye değil, onu fethedip yöneterek haracını almaya yöneldi.

Anadolu’nun Fethini Kolaylaştıran Nedenler:

Anadolu’nun fethedilmesinin ana nedenleri olarak;

a. Yeni kurulan Selçuklu Devleti (1077) karşısında yıpranmış bir Bizans İmparatorluğu vardı.

b. Selçukluların güçlü, Süvarilerden oluşan ordular olmasına karşın, karşısında savaşan Bizans ordusu ise gönüllüler ve ücretle yabancılardan tutulmuş askerlerden meydana geliyor ve çoğu zamanda isteyerek savaşmıyordu.

c. Anadolu, Bizanslıların kanunsuz vergilerinden dolayı sefalet halindeydi. Halk Bizans idaresinden memnun değildi.

d. Anadolu’nun doğusunda, Fırat dolaylarını da içine alan BÜYÜK ERMENİSTAN Krallığı mevcuttu. Selçuk akınları başlamadan önce Bizans İmparatoru 9. Konstantin (1042-1055) bu Krallığı parçaladı. Ermeni Krallığının kaldırılması Bizanslılar için bir felaket oldu. Çünkü bu Krallık, Selçuklularla Bizanslılar arasında tampon vazifesini görüyordu. Selçukluların Anadolu içlerine girebilmesi için ilk mücadeleyi Ermenilerle yapması gerekiyordu. Bu yönüyle BÜYÜK ERMENİSTAN krallığının parçalanması Selçukluların işini kolaylaştırmıştır.

OSMANLILAR VE TÜRKLER

Osmanlı Devleti yerini aldığı Roma gibi, çeşitli din, millet, dil kültürlerden oluşan Dünya İmparatorluğu olarak kurulmuştu, öyle de kaldı. Osmanlı hem Selçuklu ile Bizans'ın, hem de Doğunun (yani Karahanlıların, İranlıların, İlhanlıların, Arapların) devamıydı denilebilir. Bizans ülkelerini fetheden Osmanlılar, Bizans ile iç içe yan yana yaşadı, yüzyıllar süren ortaklık boyunca, Bizans kültürü Osmanlı'dan etkilendiği gibi; Osmanlı'nın de Bizans'tan etkilenmesi kaçınılmazdı. Batılı olsun, Türk olsun, tarihçiler, bu etkileşimi çoğu kez yalnız üst yönetimde, bürokraside, devletin varlık felsefesinde aradılar. Oysa, sözgelişi, kara veya renkli çarşafla, peçeyle örtünmesi geleneğinin, saray ve konaklardaki harem ve kızlar ağası kurumunun, eski İstanbul evlerindeki pencere kafeslerinin, Dünyanın "Türk Hamamı" olarak tanıdığı "Roma Hamamı'nın" hatta İslam Dinindeki "Suret" (resim/heykel) yasağının bile Bizans'tan alınmış olabileceğini gösteren kanıtlar vardır. 

Osmanlı bütün kültürel kaynakların yaşayan bir bileşkesiydi. Ama kendini yenileyemedi. Bir yere geldi durdu varlığını yeniden yaratacak gelişmeleri izleyemediği için tükendi. Bu sonuç hemen bütün İmparatorlukların başına gelmiştir. İki Dünya Savaşını kazanan Büyük Britanya bitti; Sovyet İmparatorluğu dağıldı. A.B.D'de ise dünya egemenliğinin ne kadar süreceği konusu, dışarıya fazlaca yansıtılmadan tartışılıyor. 

Osmanlı Devleti, tarım ekonomisi ile savaş (haraç) gelirlerine bağlı bir devlet olarak doğdu, öyle de kaldı. Gelişen sömürgeci endüstri ekonomisinin boy hedefi olarak yıkıldı. Ekonominin önemini anladı ama verimini arttıracak önlemleri alamadı. Türkolog Melikoff'un söylediği gibi: "Toprağa toprak kattı ama değere değer katamadı. Sömürgeci değil, varlığı koruyan (Statükocu) oldu. Çok sıkıştığında kendi insan kaynaklarını (Anadolu'yu) zorladı; toplumdan gelen tepkilerle, ayaklanmalarla uğraştı durdu. Akdeniz'e bir süre egemen oldu. Hint Okyanusu'na ulaştı; ama haraç için çıktığı çoğu savaşlara, denizle deryayı ekonomik amaçla ya da ticaret maksadıyla kullanamadı. Piri Reis gibi bir denizciyi yetiştirdi ve öldürdü; onun geliştirdiği deniz haritacılığından faydalanamadı."

Cevdet Paşaya göre; "Toplumlar ya da kültürler, canlılar gibi doğar, gelişir ve göçerler. Devlet örgütü, bu canlı varlığın hekimi ya da ilacı gibidir; kaderini değiştirmese bile ömrünü uzatmaya çalışır." Oysa doğup göçenler, toplum ya da kültürler değil, devlet kurumları/yönetim örgütleridir.

Her uygarlık, zirveye veya sona ulaştığında, kaygılanır, öz kaynaklarını araştırmaya başlar. Bu çaba Osmanlı'nın Tanzimat döneminde de görülmüştür. Türk tarihi yani ilk kimlik araştırmaları da böyle başlamıştır. Kendi köklerini arayan Osmanlı yüzyıllardır Osmanlı kimliğinde- veya gölgesinde- yaşayan göçebe Türk'ün varlığını da böyle keşfetmiştir. Temel soruya dönersek; "Kim kimin kimliğinde idi?" Osmanlı mı Türk'tü, yoksa Türkler mi Osmanlı? Dünyanın Osmanlı'yı "TÜRK" olarak gördüğü ama Osmanlı'yı "Devlet-i Aliyye" (Yüce Devlet veya Devletlerin yücesi) olarak adlandıran Osmanlı Ulemasının, Türk ve Türkmenleri küçümsemedikleri, hizmet ettikleri Devlet-i Aliyye ile onun kullarını yani kendilerini "TÜRK" saymadıkları aşikar bir şekilde anlaşılmaktadır. 

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |