<%@ Language=VBScript %> TÜRK KİMLİĞİ Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

Sn.Halit Yıldırım'a gönülden teşekkürlerimizle.

 

TÜRK KİMLİĞİ

Hiç kuşkusuz; aile ortamında, eğitim sürecinde, askerlik hizmetinde, meslek yaşamı esnasında ve özel hayatımızda; Türk Tarihinin kökeni ve kültürümüzle ilgili konularda bazı eserler okumuş, incelemiş, tartışmalara katılmış olmamıza karşın, TÜRK KİMLİĞİ hakkında tutarlı bir senteze ulaşmada zorluk çektiğimizi de yadsıyamayız.

Ancak, hakkında yazılmış yüzlerce kitap ve makaleden çok azını okuyabildiği halde, insanın, böyle engin bir konuda yazmaya/takdim hazırlamaya teşebbüs etmesi, cehaletin yol açtığı bir kahramanlık olabilir. Bilgiye talip olmak cehalete talip olmaktır ve haklarında en rahat konuştuğumuz konuların, en az bildiğimiz konular olması da şaşırtıcı değildir. Yazmayı tasarladığımız konu hakkında bilgimiz arttıkça, bilmediğimiz alanın sınırlarıyla birlikte cehaletimizin sınırlarının da genişlediğini rahatlıkla görebiliriz.

Bu bağlamda, kendi öz varlığımız, yaklaşık dört bin yıllık bir tarihi -TÜRK KİMLİĞİNİ- yansız ve cesurca araştırarak, bir roman akıcılığıyla yazan Prof. Bozkurt GÜVENÇ'in TÜRK KİMLİĞİ yapıtını baz almakla birlikte, bu konu hakkında yazılan değişik kaynaklardan da esinlenerek, konunun çarpıcı bölümlerini toparlamaya çalışacağım.

BİZ TÜRKLER;

Asyalı mıyız, Avrupalı mı?
Şaman mı, Müslüman mı, Laik mi?
Yerleşik köylü müyüz, göçebe Türkmen mi?
Fatihin torunları mı, Ata’nın çocukları mı?
İslam'ın kılıcı mı, Hıristiyanlığın cezası mı?
Osmanlının yetimi mi, T.C. vatandaşı mı?
Savaşçı asker miyiz, barışçı siviller mi?
Ordu muyuz, millet miyiz, ulus mu?
Batılı mıyız, Batının koruyucusu mu?
Çağdaş toplum mu, tarihi bir köprü mü?
Doğulu mu, Anadolulu mu, Batılı mı?
KİMİZ BİZ?

Gerek kendi ülkemizde farklı kültürel kimliklerin varolduğu bilince çıktıkça, gerekse bizi çevreleyen dış dünyayla ilişkilerimiz arttıkça, kimlik sorununun önem kazanması hiç de şaşırtıcı değildir.

Evrensel tarih içindeki yerimizi ve hangi uygarlığa mensup olduğumuzu, kendi kendimizi ikna edecek ölçüde halihazırda ortaya koyabilmiş değiliz. Gözlerimizi geçmişe çevirerek tarihimizle hesaplaşmaya çalışıyoruz. "Biz kimiz?" sorusu bugün de kolay yanıtlanabilecek bir soru değil. Çünkü, sorunun yanıtı yalnızca geçmişte ve bugünde değil daha çok GELECEKTE YATIYOR. Asıl yanıt, geleceğe yönelik olarak bugünden yapacağımız tercihlere göre belirlenecektir.
 

KİMLİK KAVRAMI - TÜRK'LERİN IRK VE KİMLİĞİ

 KİMLİK:

Önce kimlik kavramını açıklığa kavuşturarak bu sorunun cevabını bulmaya çalışalım.

KİMLİK; kişilerin, grupların, toplum veya toplulukların "Kimsiniz, kimlerdensiniz?" sorusuna verdiği yanıt ya da yanıtlardır.

Çeşitli dokümanlarda değişik şekilde tasnif edilen KİMLİK;

1.  Kişisel kimlik (Ben kimim?)
2.  Psikososyal kimlik (Biz kimiz?)
3.  Ulusal/kültürel kimlik (Bizler hangi kültür yada ulusa aidiz?)

veya;

1.  Temel/tabii kimlikler (Aile, aşiret soy ve din esaslarından kaynaklanan)
2.  Sonradan yaratılmış sosyo-politik kimlikler (millet, sosyal sınıf, vatandaşlık gibi sosyo -   politik)

olarak sınıflandırılmaktadır.

Aile dışındaki toplulukların "Kimsiniz, kimlerdensiniz?" sorusuna verdiği yanıtlar, o grubu, toplum ya da topluluğa yaklaştıran ya da ondan uzaklaştıran bir soy sop ya da tarih bilinci olabilir. Kişi ve grupların bu tür sorulara verdiği yanıtlar; kültüre, toplum yapısına, dünya görüşüne bağlıdır. Kimi Altaylı, kimi Müslüman, kimi Alevi, kimi aslen İstanbullu, kimi Çerkez, Gürcü, kimi Türkmen ya da Yürük olduğunu söyler. Bunların hepsi birden kişilerin tarihi ya da "KÜLTÜREL KİMLİK"leridir.

Bireysel kimlikler kişiyi ötekilerden ayırdığı için önemli sorunlar yaratmaz. Çağımızın sorunu, kişi, grup ve toplulukların resmi-ulusal ve tarihi-kültürel kimliklerinde ortaya çıkmaktadır. Yani, insanları ayırdığımızda değil de birleştirmeye çalıştığımızda...

Devlet, millet, toplum ya da kültür varlığı açısından KİMLİK, topluluğu oluşturan bireylerin ortak varlıkla özdeşleşmeleri, ortak ülkü ve simgelerde birleşmeleri, ortak tasa ve kıvançları paylaşma olgusudur.

Toplum yaşamında ulusal ülkünün görevi, ortak kimlikle onun tarihi temellerini sakınmaktır. Bu yüzden devletler, resmi tarih yazdırır, okuturlar; vatandaşlarından resmi tarihe inanmalarını, kendilerini  o tarihle özdeşleştirmelerini beklerler. Ancak resmi tarihler yeni kimlik simgelerini üretirken, kültür boşluklarına da yol açarlar. Bu boşluklar, toplum ve bireylerde geçmişteki köklerini arama özlemleri yaratır. İşte! KİMLİK BUNALIMI denen olay budur. 

Bugün çağdaşlaşma çabası içinde olan ülkelerde KÜLTÜREL KİMLİK SORUNU ise, kişi düzeyinde yapay bir sorun olarak, ülke düzeyinde ise tepkiden kaynaklanan bir sorun olarak görülmektedir.

Şöyle ki; Bir kişi, bu bakımdan "Ben kimim?" ya da "Benim insan ve değerlilik anlayışım nedir?" diye sorduğunda, bu sorusunu o anda kendine bakarak yanıtlayabilir. Ne var ki, aynı soruyu bir grup "Biz kimiz?" ya da "Bizim insanlık ve değerlilik anlayışımız nedir?" diye sorduğunda işler karışıp, çetrefilleşmektedir. Çünkü böyle bir soru ancak bir grup hakkında sorulabilir; yanıtı da ancak bilimsel araştırmalarla verilebilir. Böyle araştırmalar ise, bugün birçok ülkede genellikle birkaç kültürün -çoğu zaman ikiye indirgenebilen birkaç insan ve değerlilik anlayışının- aynı anda orada bulunduğunu, aynı anda yan yana ya da çatışarak yaşadığını göstermektedir.

 IRK:

Şimdi de "Türk’ler hangi ırktandı?" sorusuna yanıt aramaya çalışalım.

İnsanları, canlılar aleminin bir türü olarak sınıflayan İsveçli Bilgin Linnaeus (1735) "İri yapılı, beyaz tenli, güzel Osmanlı'yı" beyaz (Kafkas) ırkından -yani Avrupalı saymıştı. Ama bu konuda çelişkili görüşler vardır.

Amerikalı MORTON (1839) "Soyca Moğol ırkından gelen Türk’ler; Çerkez, Gürcü, Rum ve Araplarla karışarak fiziki özelliklerini yitirmiş; güzel bir ırk olmuşlardır." demektedir.

Bazı antropologlara göre de Türk’ler üç büyük ırk grubundan (1. CURPOPİD 2. MONGOLİD 3. NEGRİD) CURPOİD'İN TURANİD koluna dahil gösterilir. Eski TÜRK tipinin; uzuna kaçan orta boylu, beyaz tenli, koyu renk badem gözlü, mutedil burunlu, uzun saçlı ve sağlam vücutlu olduğunu söylemek mümkündür.

WEİNER (1971), Anadolu ırkının küçük Asya'dan Pamir'e kadar uzanan vadilerde yaşadığını, Ermeni veya Kafkas ırkının alt gurubu olan Dinarik ırkla benzerlikleri nedeniyle Avrupa kökenli sayıldıklarını söylemektedir.

Afet İNAN ise, yaptığı çalışmada; Anadolu (TÜRK) ırkının %75 oranında Brakisefal, düz ince burunlu, kahverengi saçlı, sonuç olarak "Dinarik" ile karışmış Alpli yani "Beyaz-Ari" olduğu sonucuna varmıştır. Moğolların oranı % 5'ten azdı. Gerçi fenotipik (görünür) özellikler böyleydi; ama kan grupları gibi genotipik (laboratuarda saptanan görünmez) bazı özellikler Türklerin, Sarı Asyalılarla, Beyaz Avrupalılar arasında bulunduğu görüşünü desteklemektedir. Bütün bu bilimsel araştırmalardan açık, seçik ya da kesin bir ırk tablosu ortaya çıkarmak mümkün değildir.

 TÜRK ADI VE KİMLİĞİ:

Tarihte ilk "TÜRK" adı Orhun yazıtlarında TÜRÜK olarak geçer. Anlamı; Devletine bağlı halk, teb'a, güçlü-kuvvetli ulustur.

Tarihçi BERNARD LEWIS, Osmanlı ile Türk'ün ilişkilerini dışardan daha net görmektedir. Şöyle ki;

"Osmanlı düşüncesinde Osmanlı=Türk özdeşliği yoktur" diyordu. Çünkü Osmanlı sıfatı yalnız hanedan için kullanılırdı. Osmanlılar, TÜRK adını önceleri göçebe Türkmenlerle, Yürükler için; daha sonraları, kaba-saba Türkçe konuşan Anadolu köylüleri ile taşralılar için kullandılar. Osmanlı efendisine TÜRK demek hakaret sayılır; Türk’lerin algılama ve anlama yeteneğinden yoksun " idraksiz Türkler" olduğu söylenirdi.

Türkçe konuşan Anadolu halkına, TÜRKİYE (TURCHİA) adı, Haçlı seferleri sırasında Batılılarca verilmişti. Anadolu Türk’leri ise 1920 yılına kadar, bu adı hemen hiç kullanmamıştır. Osmanlı devleti fiilen dağıldıktan sonradır ki Türk politikacılar ve milletvekilleri, biraz da batı ağzıyla "TÜRKİYA" dan söz etmeye başladılar.

TÜRK KÜLTÜR TARİHİ

Kimlik bunalımı kavramının ana tezi, kimlik konusunun KÜLTÜR TARİHİ sorunu olduğudur. öyle bir kültür Tarihi ki, bundan 4-5 bin yıl önce küçük Asya'da, 2-3 bin yıl önce Orta Asya'nın ALTAY ve PAMİR yaylalarında başladı; birbirinden bağımsız olarak gelişen iki gelenekten birincisi Hıristiyanlığı, ikincisi Müslümanlığı kabul etti. Günümüzden bin yıl kadar önceleri, küçük Asya yaylasında karşılaşan iki kültürün özgün sentezleri yapıldı, yaşandı. Türkçe konuşan Oğuz Boyları toprağa yerleşip Anadolululaşırken, yerlilerden Müslümanlığı kabul edenler, Türkleşenler oldu. Selçuklu ve Osmanlı döneminde başlayan kültürleşme sentezi günümüzde de halen sürmektedir.

Türk'ler bugün Dünya üzerinde varlığını sürdüren milletler arasında tarihi, coğrafi, siyasi alanda kendi kimliğini ön plana çıkarabilmiş milletlerin başında gelmektedir. Tarihi bakımdan köklü bir geçmişe sahip, coğrafi bakımdan üç ana kıtaya yayılmış ve yüzyıllar boyu bu geniş coğrafyada hakimiyetini her gittikleri yere, her ulaştıkları beldeye kendi kültür değerlerini taşımasını bilmiş kendi varlıklarını derinden hissettirmiştir. özellikle Çin Seddinden Avrupa içlerine kadar kültür değerlerini ve Türk kimliğini taşırken bir anlamda doğu ve batı arasında KÖPRÜ-KÜLTÜR niteliğini de kazanmışlardır.

TÜRK varlığı ve TÜRK kültürünün kaynakları nerelere uzanmaktadır?

Bu soruya yanıt olarak:

a. Türklerden önceki küçük Asya (ANADOLU) kültürleri ve insanlarına,
b. Anadolu'ya gelip yerleşmeden önceki Orta Asya Türk boylarına,
c. Anadolu'yu fethedip, yerleşen Müslüman, Türkmen veya Oğuzlara,
d. Anadolu'da fethedilen, Müslümanlığı kabul ederek Türkleşen yerlilere,
e. Batılı, çağdaş ve laik Türklere, kadar uzanıyordu demek mümkündür. Biz bunlardan hangisiyiz? sorusu ise yersiz ve gereksizdir. ÇÜNKÜ, BUNLARIN HEPSİ BİZİZ, BİZ HEPSİYİZ. Nasıl ayırabiliriz birini ötekinden? Kültür tarihinden alınacak asıl ders de bu olmalıdır.

Kimlik sorunu (bunalımı) bu gerçeklerden yalnız birisini doğru kabul edip, ötekini yanlış saymaktan, kültür tarihimizi tek bir tarih görüşüne indirgemekten kaynaklanmaktadır.

Türk tarihinde belli başlı dört KÜLTÜR DEĞİŞİM EVRESİ mevcuttur. Bunlar;

1. Türk'lerin İslam dinine geçmeleri  kültür değişmesinde bir evredir.
2. Türk'lerin Anadolu'ya yerleşmeleri, bu topraklarda daha önce yaşamış ya da o sıralarda bu uygarlıklarla kültür alışverişi ikinci evredir.
3. Osmanlı İmparatorluğunun yayılışı, çeşitli dinlerde ve etnik ayrımlarda değişik halkları yönetmesi de, gene karşılıklı kültür alışverişi çerçevesi içinde diğer bir evredir.
4. 
Batılılaşma isteği ve bu yoldaki denemeleri ise geçirdiğimiz değişim evrelerinin son halkasıdır.

İlk üç evre sonuçta OSMANLI KÜLTÜRÜNÜN kişiliği de bir İSLAM-TÜRK bireşimine ulaşmıştır. ANADOLU ise bu bireşimin yurdudur.

TÜRKLERDEN ÖNCEKİ KÜÇÜK ASYA

Amasralı coğrafyacı STRABON, Samsun-Tarsus çizgisiyle KIZILIRMAK nehrinin batısında kalan bölgeye ASYA adını vermiştir. ASYA, Elence “Asia” sözcüğünden gelmektedir.

Yarımadanın yönetimini Lidyalılarla, Bergama Krallığından devralan Romalılar, ona “Asya Vilayeti” adını verdiler (MÖ. 130) Ancak "yeni vilayetin" Kızılırmak'ta bitmediğini, İskender'in keşfettiği Pers, Hitit ve Çin ülkelerine kadar uzandığını öğrenince, alçakgönüllü davranıp şimdi ANADOLU olarak adlandırdığımız yarımadaya “Küçük Asya” adında karar kıldılar.

Ege adalıları, Asya'ya doğudan yükselen güneşin yönü/yurdu anlamında ANATOLIA (Doğunun Işığı) derlerdi.

Romalılar gelinceye değin (MÖ. 190 - MS. 330) Küçük Asya'ya sırasıyla Hititler (MÖ. 1300 - Tunç Çağı), Pers'ler, Atina-Isparta, yeniden Pers'ler (MÖ. 375) sonra Makedonyalı Büyük İskender (MÖ. 323), Selefkiler, Bergama-Batlamyus Kralıkları egemen oldular.

Hititlilerden Bizans’a Küçük Asya'dan gelip geçen bütün toplum ya da topluluklarda, kültürlerin büyük çoğunluğu aynı dili değilse bile aynı kökten gelen dilleri konuşuyordu. Bu kuralların dışında kalanlar Araplar ile Türk'lerdir. Arapça Semitik karakterde Ortadoğu dili, TÜRKÇE ise Altay kökenli Orta Asya dilidir. Gerçi, Türkçe’nin ölü dil Sümerce'ye benzerliği üzerinde duranlar varsa da, sonuçları açısından önemli değildir. Mezopotamya ile Küçük Asya kültürlerini yaratanlar, Türk soyundan gelmedikleri gibi, kültür tarihi açısından böyle bir zorunluluk da yoktur. Ekrem AKURGAL'ın çeşitli vesilelerle anımsattığı gibi, Hititler kuşkusuz Türk değildi; ama biz Türkler biraz Hititli, biraz Frikyalı, biraz Lidyalı, Kapodakyalıyız.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |