<%@ Language=VBScript %> HAKİKATE ULAŞMAK Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

Bilimsellik,  gerçek dini bilmeden ona  cephe almak değildir. Bilimsellik ve aydın kişilikte,  gerçek dinin ne olduğunu,  Kutsal Kitabı aydın ve bilgili din adamlarının açıklama ve çağdaş  yorumlarını  okuyarak öğrenen,  ve sonra da dini yozlaştırmaya ve saptırmaya çalışanlarla ilim ışığını kullanarak mücadele eden,  taassuba  ve cehalete cephe alan bir karakter yatması gerekir.

DİN ile BİLİM arasında var olduğunu dile getirmeye çalıştığımız yakınlaşma ve ilişkinin mevcudiyetini,  bazı çarpıcı örnekler açıkça ortaya koyuyor: mesela bilime göre, büyük bir patlama ile oluştuğu iddia edilen kainat, devamlı genişleyen bir evrendir. Ancak bir zaman gelecek,  bu gelişme duracak ve evren,  kendi içine doğru çökerek sıfır hacmindeki  ilk evren çekirdeği haline gelecektir. Sözü edilen sıfır hacim,  insan aklı ve idrakine göre yokluk değil midir? O takdirde,  dinin dediği “Yoktan var edilme ve tekrar yok olma” anlayışı  ile bilimin söylediği “Sıfır hacimden gelip,  sıfır haline dönüş” arasında ne fark olabilir ki? Bilim, sıcak su ve çamur ortamında iki amino asitin,  protein moleküllerinin ve canlı hücrenin doğduğunu açıklarken din,  insanın topraktan,  sıcak sulu balçık çamurdan  uzun süre sıcak altında kalarak yaratıldığını anlatır. Dini görüşler,  bilimden önce varolduğuna göre,  zamanla tekamül gösteren insan aklının izahı burada,  dini görüşün bilimsel açıklamasını yaparak O’nu  daha anlaşılır hale getirmekten başka bir vazife yapmamış oluyor. Burada sürtüşme nerede ?

Aksine,  çok yakın bir ilişki ve birbirini tamamlama unsuru açıkça ortaya çıkıyor.

Kutsal kitabın,  pozitif bir ilim kitabı olmadığını önceden kabul etmek gerekir.Kainat üzerinde canlı,  cansız her şey,  Tanrı’nın takdiri ve va’zettiği yasalar ile yaratıldığından,  din buna “Her şey Tanrı’nın yaratması ile olmuştur” diyerek genel bir açıklamada bulunur,  ancak detaya inmez. Yasaların ne olduğunu,  yaradılışın  nasıl bir süreç içinde cereyan ettiğini,  detayların ve olayların teker, teker incelenmesini insana ve insanın ilmi araştırmalarına bırakır. Eskiden mesela karın ağrısından öldü diye genel bir açıklama yapılırken,  bugün ağrı; mide ülseri olarak teşhis edilen hastalığın göstergesi yine bir karın ağrısıdır. Dolayısı ile ilmi buluşların dince reddedilmesi gerektiği katiyetle söylenemez, söylense de ancak safsata sınıfına girer.

Modern fiziğin babası Einstein önceleri,  sadece gözlenebilir sonuçların esas olduğunu düşünürken,  zamanla “ Büyük bir Yaratıcının” varolduğu inancına gelmiştir. Einstein yeni fiziğin esasını oluşturan çalışmalarını anlatırken “ yaptıklarının Allah’ın daha önce çizmiş olduğu çizgileri,  O’nu  takip ederek çizmekten ibaret olduğunu söylemiştir”. En veciz sözlerinden biri ve konumuza uygun olanı şudur: “ Dinsiz bilim topal,  bilimsiz din ise kördür.”

Bütün bu açıklamalardan sonra  SONUÇ kısmını şu şekilde bağlayabiliriz: Her tür bilgiye açık olmak ve saygı göstermek gerekir. Dinsel veya bilimsel  olsun,  her bilgi izafidir ve hiçbir zaman tam  değildir. Çünkü bilgi sonsuzdur. Bir şeyin iyi veya kötü,  tam veya noksan oluşu,  bizim bakış açımıza, bilgimize,  düşüncemize ve ona yaklaşımımıza göredir. Kötü veya noksan görünse de  o şeyin,  insanlığın gelişiminde bir katkısının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu sebeple ayırım yapmadan her tür bilgiye,  her farklı düşünceye,  olguya veya olaya olumlu yaklaşarak,  gerçeğin ve hakikatin ortaya çıkmasına bu bakış açısı ile katkıda bulunmak,  en geçerli davranış olmak durumundadır.

Aslında din ve bilim arasında bir zıtlık ve sürtüşme değil,  bu iki sistem arasında yaratılan kavgalar söz konusudur. Kavga  bir yandan dini dışlayarak  sadece ilim sloganı ile önüne çıkan bütün mukaddesleri  çiğnemeyi meziyet sayan bir zihniyet ile,  diğer yandan ilme yönelmek dine ihanettir önyargısı ile,  pozitif ilmin imkan ve nimetlerine karşı olan cahil ve yobaz  zihniyet arasındadır. Halbuki insanlık tarihi içerisinde,  iki sistemden hiç biri diğerini reddetmemiş ve geçersiz saymamıştır.Müspet  ilimin reddedilmesi,  dinin yaşam ve dünya ile ilişkisinin kesilmesi demektir. Dinin reddedilmesi ise,  insanı insan yapan ruhi,  manevi ve moral varlığın yok farz edilmesi olur. Yüce ve ruhi faaliyetlerin verimli ve sağlıklı olabilmesi,  kişinin olgun bir iman ve ilmi bilgi ile donatılmış olmasının derecesine bağlıdır. Evreni yaratan Yüce bir Tanrı’ nın  varlığına inanan bugünün bilim adamı,  “ inanmak için görmek ve dokunmak gerekir” düşüncesinde ısrar etmeden,  her açıklanmayan ve bilinmeyeni inkar etmeden,  açıklanacağı ve bilineceği zamana kadar kendi metotları ile yakalayamadığı hakikatleri yok farz etmenin büyük bir hata  olacağını bilerek bilimsel çalışmalarını sürdürmek suretiyle,  insanlık için en büyük ve asil bir örnek teşkil etmek ve yön verici  vazife görmek durumundadır.

İnsanlık aleminde bugün,  bilim ve maddenin yapı taşlarını temsil ettiğini kabul edersek,  ulvi inanç,  ahlak ve sevgi,  bu taşları birleştiren harcı teşkil ediyor demektir. Harçsız taş ile taşsız harcın kendi başlarına hiçbir işe yaramadıkları ve hiçbir şey ifade etmedikleri su götürmez  bir gerçektir.

Bilim ilerledikçe,  bilginin kaynağı olan Allah’a yaklaşılır. Dinde de amaç Allah’tır. Benliği yücelterek ruhu,  geldiği ilahi kaynak olan Allah’ a ulaştırmak dinin esas gayesidir. Görülüyor ki her iki sistemde de istikamet ve netice bir noktaya yöneliyor. Din ve bilim arasında bu vazgeçilmez ilişki,  ana çizgilerle de olsa,  herkesçe benimsendiğinde  insanlık yücelecek ve kesintisiz bir barış ortamında hakikate ulaşmak için en doğru yol bulunmuş olacaktır.

Yusuf DÜLGER
27
.06.2001

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |