<%@ Language=VBScript %> HAKİKATE ULAŞMAK Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

ANCAK İNSANLIK TARİHİ İÇERİSİNDE DİN VE BİLİM BARIŞIK OLMANIN YANI SIRA,  BİRBİRLERİ İLE ÇELİŞİK VE KAVGALI HALLERE DE DÜŞMÜŞLERDİR. Faydasız bir sistem olmayacağını önceden kabul ettiğimize göre, bu iki sistem arasında yaratılan sürtüşmenin esasta, sistemler arasında değil, insanlar arasında olduğu kolayca anlaşılır.

Bu sürtüşmelere sebep olan en belirgin neden,  her iki sistemin mahiyet ve metodlarının farklı olmasından kaynaklanır. DİN,  herhangi bir deneye gitmeden bu budur,  böyle inanacaksın der. BİLİM  ise,  deney ve ispat yöntemiyle bu budur bunu böyle bilmek gerekir der. Buradaki farklılık,  dinin özel ve soyutsal oluşu,  bilimin de nesnel ve somutsal oluşudur. Din (çağdaş yorum ve uyum haricinde) hiç değişmez,  bilim ise devamlı ve süratli olarak değişir. Bu sebeple birinin yöntemini diğerininkine uygulamak suretiyle meseleleri anlamak ve çözmek imkanı yoktur. Aksi halde,  dine bilim gözlüğü ile,  bilime de din gözlüğü ile bakıldığında  din dinliğini,  bilim de bilimliğini kaybeder.

Aslında her iki sistem, inanç ve ilimlerin akışı içinde bir çok konuda karşı karşıya gelebilirler. Bu bakımdan,  sürtüşme yerine,  ilgili konunun hem dinsel hem  de bilimsel yanlarını ele alarak,  gerek akıl mantığına ve gerekse iman mantığına dayanarak her iki sistemin varlığına  ve prensiplerine saygı duymak suretiyle,  zamanın gerçeğine uygun ve hakikate en yakın bir çizgide ele alınması,  insanlığın tekamülü ve selameti bakımından zorunlu olarak uyulması gereken bir davranış olur.

BATIDA BİLİM- DİN SÜRTÜŞMESİ

Batıda bilimin tepkisi ve oluşan reform hareketleri, esasta Hıristiyan dinine karşı değildi. Bir dinin ana prensip ve esasları onun kutsal kitabında yazılıdır. Kutsal kitabın içeriği değişmez. Öylede olması gerekir, zira aksi halde yaz boz tahtasına dönebilecek  olan dinin ne ciddiyeti,  ne otoritesi, ne de kutsallığı kalır. Nitekim,  rönesans ve reform  ile gelen hareketler,  İncil’in bir tek cümlesini bile değiştirmemiştir. Peki değişen nedir?

Her din,  içinde bulunduğu çağa, bulunduğu ülkenin gerçeklerine,  bilimine ve milli kültürüne uyum sağlayarak yorumlanmalı ve uygulanmalıdır. Bunlara uyum sağlanamadığı ve bağdaştırılamadığı takdirde din,  cevap veremeyen,  doyuramayan ve tatmin edemeyen bir inanç sistemi haline getirilmiş olur. İşte batının reformu,  dine karşı değil,  çağın gelişmesine

ve realitesine ters düşen dış kutsal kilise dogmalarına,  Hz. İsa’nın  yerine geçtiğini iddia eden  kilisenin dini baskısına,  tahakkümüne ve bilhassa insan vicdanına,  halka,  bilim adamlarına ve hatta hükümdarlara zulmeden engizisyona karşı olmuştur. Bu hadiseye bir bilim-din çatışması denemez. Bu olsa, olsa aklın, bilimin ve saf imanın,  din müessesesini taassuptan,  boş inançlardan ,  hurafe ve batıldan ayıklanması ve vicdan özgürlüğünün ortaya çıkartılması hareketidir.

Batının bu reformu başarmasında,  batılı ilim adamlarının dine karşı katı tutumlarını değiştirmesi ve din adamlarının’ da dinde hücum edilmeye müsait olan konuları ciddi şekilde ele alarak,  yeni ve akılcı bir yoruma tabi tutmaları çok yardımcı ve etkili olmuştur.

İSLAMİYETTE DİN VE BİLİM İLİŞKİSİ

Bu konuyu açıklamada Sn. Cemil  Sena’nın  “ Hz. Muhammed’ in felsefesi” adlı eseri bize yardımcı olacaktır. Kur’ an,  varlık ve hayatın açıklamasını vahyin tekelinde bırakmaz. Vahiy,  açıklama getirir ve onun ötesinde başka boyutları da  davet eder. Aklı kullanmaya,  düşünmeye,  görmeye,  araştırma ve incelemeye,  dolaşmaya ve bütün bunlardan sonuçlar çıkarmaya,  imanı,  doğayla, hayatla ve ilimlerin gerçekleriyle bütünleşmeye çağırır. Zira,  insan  ve doğa ilimleri olmadan vahiy çözülemez,  vahiy kitabı olmadan da insan ve doğa gereği gibi anlaşılamaz. Vahiy,  akıl üstüdür,  ancak akıl dışı değildir. Bu özelliği ile İslam dini,  akılla asla çelişmez ve çatışmaya girmez. Hz. Muhammed  bir hadisinde şöyle diyor: “Bilginin ibadet üzerine olan üstünlüğü,  ayın dolunay gecesi yıldızlara olan üstünlüğü gibidir”. Akıl ve bilime bu derecede önem veren bir dinin,  geri kalmışlığın kaynağı olarak nitelenmesi,  ancak o dinin uzun süre batıl kafalı yöneticilerden kurtulamadığını gösterir. Sn. Cemil Sena aynı eserinde bu hususu çok açık bir şekilde dile getiriyor:

“ İslam toplumlarının geri kalmasındaki türlü nedenlerin başında,  insanlığın hangi yönlerde ilerlemekte olduğunu göremeyecek ve dinin gerçek amaçlarını kavrayamayacak kadar aciz ve bilgisiz kişilerin taassubu gelir. İslam dininin kutsal dogmalarında ve Hz. Muhammed’in kendi hayat girişimlerinde,  uygarlığı durduracak hiçbir işaret yoktur. Hz. Muhammed  ve O’nun  dini ilerlemeye engel değildir,  hatta  özünün dinamik özelliği dolayısı ile,  İLERLEMEYİ EMREDEN bir dindir”.

İslam’ın akla,  bilime ve gelişmeye değer veren yaklaşımlarının XIV. Yüzyıla  kadar Batı Alemine de kaynak olduğu pek çok batılı yazar tarafından dile getirilmiştir. İslam dünyasında, ilmin geliştiği yüzyıllarda gerek dinden ilime,  gerekse ilimden dine ciddi bir sataşma olmamıştır. XIV. Yüzyıldan sonra ise,  İslam dünyasında ilim ve felsefe bir duraklama yaşadığından,  bilim-din çatışması hemen hiç gündeme gelmemiştir.

Ancak çeşitli maksat ve bilinçsizlik sebebiyle,  Kur’an da yazılı gerçek dini halka yanlış anlatanlara bakarak,  taassubi  bir tutum ve yobazca davranışlarla,  batıl,  hurafe ve boş inançları din diye tezgahlamaya çalışanları gösterip “İslam dini gericidir,  gelişmeye karşıdır ve İslamiyet’te,  din ile bilim arasında sürtüşme vardır” diyenler çok büyük bir yanılgı içinde oldukları gibi,  Dine cephe almayı bilimselliğin bir şartı imiş gibi düşünenler,  din müessesesini cehaletin ve gericiliğin bir simgesi gibi görenler,  dini bilmeden uluorta tenkit etmeyi sanki bir medenilik  ölçüsü imiş gibi düşünenlerin görüşleri’ de  aynı derecede bir yanılgıdır.

 

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |