<%@ Language=VBScript %> DOĞA FİLOZOFLARI Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

 

Sayın Eren Erbabacan'a gönülden teşekkürlerimizle.

 

DOĞA FİLOZOFLARI / 
SOKRATES ÖNCESİ FİLOZOFLAR / İLK FİLOZOFLAR

  

Felsefe'nin doğuşunu, "Doğa filozofları" olarak isimlendirilen düşünürlere bağlamak, genel kabul görmüş bir prensiptir.

Ben de, felsefe tarihinin bu başlangıç noktası üzerinde kısaca durmak istiyorum:

Doğa filozofları, güney batı Anadolu kıyılarında, İonia'da, kadim Yunanistan'da ya da güney İtalya'da, İ.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda yaşamış Yunan düşünürleridir. Gerçeği, tabiat üstü güçler yerine, doğal olguların yardımı ile izâha çalışan ilk beyinler olarak, batı felsefesinin kurucuları sayılırlar.

Sistematik bir düşünce ekolüne sahip olmayan bu düşünürlerin, “Sokrates öncesi filozoflar” şeklinde isimlendirilmesi, İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında öğretisini geliştirmiş ve hakkında ayrıntılı sayılabilecek bilgilere sahibi olduğumuz ilk önemli filozof Sokrates'ten önce yaşamış olmalarındandır. Doğa filozofları hakkında bildiklerimiz, Platon, Aristoteles ve sonraları bu konuya eğilmiş bir kaç yazardan yapılmış alıntılarla sınırlıdır.

Bu dönem öncesi, Orta Doğu medeniyetlerinde, Hint uygarlığında ya da Kadim Yunan kültüründe karşılaştığımız düşünsel yapıtlar, hemen tamamı itibariyle dinî ve özellikle mitolojik unsurlar içermekte, her olayın kökenindeki gerçekler ve doğal hâdiselerin sebepleri, tanrıların işlevleri ile izah edilmektedir.

Aristoteles'in anlattığına göre, "Doğa filozofları" felsefî düşünceye ilk adımı, bir ilk neden (ilk temel töz, ilk temel madde, temel ilke, yunanca arkhe) aramak maksadiyle atmışlardır.

Onları bu düşünceye iten söylem, "Hiçten, hiç bir şey çıkmaz” (Ex nihilo, nihil fit) prensibidir. Kendisi meydana gelmemiş, yok olmayacak bir varlığın mevcudiyetini kabul etmek, sistematik düşünce açısından bir zorunluluk olarak belirmiş ve ilk düşünürlerin tüm beyinsel çabalarını odakladıkları ana merkez hâline dönüşmüştür.

Miletos Üçlüsü :

İlk filozoflar, İonia'nın Ege denizine açılan, yakın doğu'nun eski, köklü ve uygar ülkeleri ile yapılan ticaretin merkezi, hareketli bir liman kentinden, Miletos'dan çıkmıştır. Miletos'luların kadim Mısır ve Bâbil öğretilerine nüfûz edebilme imkânları yanında, şehirdeki fikir hürriyeti, felsefenin bu kentte doğmuş olmasını kolayca izâh edebilmektedir.

Miletos Okulu olarak da isimlendirilen, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, varoluşun sistematiği ile değişim üzerinde düşünerek, çeşitli, ama benzer teoriler geliştirmişlerdir. Miletos Okulu, başardığı işlerle olmasa bile, giriştikleri açısından ve özellikle daha sonraki felsefî çalışmalara ışık tutan, yerinde sualleri ile büyük önem kazanmıştır.

Prensip itibariyle, Doğa'da mevcut her şeyin bir tek öz maddeden oluştuğu görüşündedirler. Bu inanca dayanarak, önce "doğa"nın (Physis) varlık bulduğunu öne sürmüşlerdir.  

Thales :

Yalnız bir filozof değil, aynı zamanda çok önemli bir bilim adamı olan Thales'in yaşadığı  dönemi, (# İ.Ö. 625 - 545) İ.Ö. 585 yılında olduğu bilinen bir güneş tutulmasını, önceden haber verdiği bilgisinden hareketle tahmin edebiliyoruz. Yunan mitolojisinin etkilerini üzerinden atamamış bir düşünür olmasına rağmen, felsefenin babası olarak nitelendirilmesi, doğa görüşünü ilk defa deneylere ve bunları da düşünsel prensiplere bağlama başarısı yüzündendir.

Thales felsefesinde önem taşıyan husus, “neyin var olduğu”, “neyin gerçek olduğu” ya da “neyin gerçekten var olduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. Doğada var olan şeylerin tahdidî bir listesini yapmaya değil, nenlerin varlığa dönüşmeleri ve sonra da yok olup gitmeleri olgusunu irdelemeye çabalamıştır. Onun gözünde, “Neyin var olduğu” sorusunu yanıtlamanın geçerli yolu, birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifâde edebilmektir. Gözle görünebilir ya da algılanabilir varlıkların ve bunların geçirdiği değişimlerin oluşturduğu kaotik düzenin gerisinde, akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. Thales bu gerçekliğin, “su” olduğunu öne sürmüştür. Bir başka deyişle Thales için temel töz, ya’ni "arkhe" sudur. Her şey sudan türemiştir ve yine suya dönecektir. Düz bir  tepsi gibi olan yeryüzü, su üstünde, sonsuz Okeanos'da yüzmektedir. Kendisinden sonra gelen düşünürlerce en çok üzerinde durulacak konulardan biri olan, "Bu temel tözden, nasıl ve niçin bir takım nenler meydana geldi ?" sorusu üzerinde, hemen hiç  durmamıştır.

Kadim felsefenin bir anlamda tarihini yazmış olan Aristoteles, Thales’i bu sonuca, herşeyin sıvı bir varlıktan beslendiği, sıcağın da sudan türeyip, suyla beslendiği, herşeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğu gözleminin götürdüğünü söyler. Buharlaşma, suyun buhar ya da hava olabilmesini, donma ise suyun toprağa dönüşümünü akla getirmiştir. Onu arkhenin su olduğu sonucuna götüren nedenler ne olursa olsun, onu felsefe tarihinde önemli kılan unsur, verdiği yanıttan çok, sorduğu “Temel töz nedir?” sorusudur.

Anaksimandros : 

Anaksimandros’da, (# İ.Ö. 610 - 540) bilimsel faaliyetle felsefi düşünce, iç içe geçmiş durumdadır. Dinden ya da mitolojiden ayrılarak kendisine yer açan felsefenin, onda biraz daha gelişmiş bir düzeye ulaştığını söyleyebiliriz. Anaksimandros’un Evren anlayışı, Thales’in çok daha ötesine geçer. Thales’in, tepsinin üzerinde yüzdüğünü iddia ettiği su kütlesini neyin taşıdığı sorusuyla, batıdan yok olan Güneşin, ertesi sabah nasıl olup da  doğudan doğduğu sorusuna tatmin edici bir yanıt getirmenin güçlüklerini görmüştür. Böylelikle Anaksimandros, Dünyanın bir tepsi değil de, genişliği yüksekliğinin üç katı olan bir silindir şeklinde olduğu düşüncesine ulaşmıştır. Bu görüşe göre Dünya, Evren’in tam merkezinde, boşlukta ve dayanaksız olarak durmaktadır. Evren küresinin her yerine eşit uzaklıkta bulunan Dünya’nın, şu ya da bu yöne gitmesi için hiçbir neden yoktur.

Arkhe ya da temel töz konusunda da, Thales’i aşar. Thales temel tözü su ile özdeşleştirmiş, ya'ni bilinen bir madde olarak görmüştü. Anaksimandros'a göre bu mümkün değildir. Bilinen bir nen kesinlikle sonludur. Karşıtı ile sınırlandırılmıştır. Ama Temel töz, sonsuz ve tükenmez olmalıdır. Su gibi nicel açıdan sınırlı bir maddeden, Evreni meydana getiren sonsuz varlık kütlesi doğamaz. Sonsuz sayıda Evren olduğunu öne süren Anaksimandros’a göre, sonsuz miktarda maddenin mevcudiyeti gereklidir. Bu yüzden ana maddeyi, "aperion" (sınırı olmayan madde) olarak isimlendirmektedir. Bilinen elementlerden herhangi biri temel töz olsa idi, diğerlerini kaçınılmaz olarak egemenliği altına alırdı. Hava soğuk, su nemli, ateş sıcaktır. Bunlardan biri sonsuz hacimde olursa, diğerlerini derhâl ortadan kaldırır. Bu yüzden  ana töz, kozmik (evrensel) çatışmada tarafsız olmalıdır. Başka bir deyişle, değişme, doğum ve ölüm, büyüme ve küçülme, bir öğenin sınırlarını diğerinin aleyhine olacak şekilde genişletmesinin bir sonucu olduğu için, suyun doğasına aykırı bir yapıda olan öğe ya da şeylerin, su içinde nasıl olup da eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu bir açıklama getirilemez. Sudan, yalnızca ıslak ve soğuk olan şeyler türeyebilir. Oysa, dünyada sıcak ve kuru olan şeyler de vardır. Suyun nitelik bakımından belirli olmasının yarattığı güçlükten kurtulsak bile, bu kez suyun nicelik bakımından sınırlı oluşunun yarattığı güçlük karşımıza çıkar. "O hâlde temel töz, (arkhe) belirsizdir.”

Anaksimandros, bu teze karşı ileri sürülebilecek, “O hâlde evrensel denge nasıl oluştu?” sualine, oldukça karmaşık bir evrimsel doğa teorisi ile cevap vermektedir. Sıcak ve soğuk kavramlarının “aperion"dan evvel oluştuğunu söylemesi, bu yetmezmiş gibi, doğal dengenin oluşumu ile ilgili olarak, "adâlet" kavramını da analizinin içine sokmuş olması, “Arkhe” târifi ile doğa teorisini, iyiden iyiye muğlâk bir hâle getirmiştir. Yaşamın denizlerde ve suda başladığını, insan da dahil olmak üzere, tüm canlıların önce denizlerde yaşamış olup, karaya daha sonra çıktıklarını söyler. Anaksimandros’a göre, insan türünün ataları da, önce balıkların vücudunda doğmuş ve ancak yaşamlarını kendi başlarına sürdürebilecek bir olgunluğa eriştikten sonra karaya çıkmışlardır. Hayatın oluşumu ile ilgili olarak geliştirdiği bu kuram ne kadar zayıf olursa olsun, yaratılışı bir evrim teorisi içersinde izâha çalışan ilk düşünür olma özelliği ile çok önemli bir filozof sayılmalıdır.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |