<%@ Language=VBScript %> YAŞAMA SANATI VE SEVGİ Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sayın Hasan Hüseyin Ural'a gönülden teşekkürlerimizle,

 

YAŞAMA  SANATI  VE  SEVGİ

 

İnsanlar doğumuyla başlayıp yaşamın son anına kadar, çeşitli evrelerden geçerler. Değişik olaylardan, kâh üzücü kâh sevinçli veya mutlu mutsuz hayat yolunda ilerlerler. Lâkin yaşamın bir sanat olduğunu hiç düşünmezler. Gerçekte öğrenmemiz gereken bu sanat, Ademi; İnsani Kâmil yapan yegane bilimdir. Kendimize güvenimiz, çevreye sevgimiz, bu sanatı ne kadar becerikli icra etmemizle ilintilidir. Kökü gönül sevgisine dayanır.

 Evet sevgi!  Her şeyden  önce  güven,  mutluluk huzur,  rahatlık,  verir.  Bir  insan  ki  rahatsızdır,  huzursuzdur,  kimseye  güveni  yoktur:  tereddütler  içinde  çırpınır  durur,  hattâ  ve  hattâ  bir  takım  kötülükler  etmeye, çevresindeki, insanlara  saldırmaya  kalkışır;  o  insan  sevgiden  yoksun  kalmış  demektir.  Kimsenin  kendisini  sevmediğini  çok  iyi  bildiği  için  sevgisiz  kalmış  olan  ruhu  onu  insanlardan  intikam  almaya  doğru  iter;  başkalarını  tedirgin  etmekten,  huzurlarını  kaçırmaktan  zevk  alır  hale  getirir  ve bu hareketlerini kamufle etmek için bazı gösterişli hareketler yapar. Onun  her  şeyden  önce  sevgiye ve  sevginin  verdiği  güvene ihtiyacı  vardır,  İnsan  öyledir;  kendisine  bir  güven  gelmelidir  ki  huzura  ve de  rahata  kavuşabilsin.

Rahatsız  ailelere  bakınız.  Çoğunun  her  şeyleri  tamam  gibi  göründüğü  halde  huzurları  yoktur.  Ara  sıra  “Bir  zaman  biz  böyle  değildik,  ne  oldu  bize?” dedikleri  bile  olur.  Bir  zamanlar  o  ailede  sevgi  vardı,  birbirlerini  seviyorlardı ve  sevginin  verdiği  güvenle  kendilerini  rahat  hissediyorlardı.  Sonra  sevgi  neden  yavaş  yavaş  azaldı?.  Birbirlerini  sevmez  oldular!  birbirlerine  güvenmez  oldular.  Onun  için  çekişiyorlar,  birbirlerini  rahatsız  ediyorlar. Halbuki  aslında  onlar çırpınıyorlar.  Varlıklarına  yeni  bir  destek  arıyorlar.

Örneğin;  Büyük  bir  aileden,  milyonlarca  yapraklı  bir  çınar  ağacı  gibi  dallı  budaklı  bir  aileden  başka  bir  şey  olmayan  toplum  da  böyle  değil midir?  Onun  huzur  içinde  olması  için  güvene  ihtiyacı  vardır.  Her  yaprak  yanındaki  yaprağın,  her  dal,  karşısındaki  dalın  kendisini  sevdiğini  bilmelidir;  bundan  emin  olursa  güven  içinde  hayatını  sürdürebilir,  rüzgâra  dayanma  gücü  artar.  Yoksa  sevgiden  mahrum  kaldıklarını  fark eden  bu  insanlar, tetikte  durmaya,  hatta  birbirine  düşmeye  mahkum  olurlar.  Bu  sebeple;  insanlar  için  söylediğimiz  gibi,  insan  toplulukları  için  de:  “Bir  toplumda  ki  huzursuzluk,  güvensizlik  artmışsa;  o  toplumda  karşılıklı  sevgi  ve  güven de  azalmıştır”  diyebiliriz.

Daha  iyi  bir  dünyaya  ulaşmak  için  sevgiyi  yüreklerimizden  eksik  etmemek   gerekiyor.  Çoluğumuzdan,  çocuğumuzdan  başlayarak,  konumuzu  komşumuzu  da  içine  alarak,  aralarında  fark  gözetmeksizin  bütün  insanları,  olanca  sevgimizle  kucaklamamız  gerekiyor.  Ancak  böyle  bir  sevgi  hepimizin  benliğini  güvenle  doldurabilir.  Birbirlerini  seven  ve  birbirlerini  sevdikleri  için  güven  hisleri ile  dolu  insanların,  fert  olarak  da,  toplum  olarak  da,  mutlu  ve  rahat  olmaları  işten  bile  değildir.  Buna  karşılık;  sevgisiz,  dolayısıyla da güvensiz  kalmış  insanlar,  birbirlerini  kırıp  dökmekten  başka  bir  şey  yapamayacaklardır.

Sevgi  yuvada  başlar,  yuvada  anne  baba  arasındaki  sevgi  yumağı,  çocuğumuza  yansır.  Çocuğumuza  değer  verip  şefkat  ve  sevgiyle  yaklaşarak  anlaşmaya  çalışmak  bu  işe  başlamak  demektir.  Fakat  bu    büyüklerden  çok  farklıdır.  Çocuk,  yaklaşım  biçimimizi  çok  güzel  değerlendirir.  Yapay    gerçek  mi  olduğunu  çok  iyi  anlar.  Ya  kesin  bir  tavır  koyup  bizi  kendi  dışında  bırakır,  ya  da  sıcak  yüreğiyle  bizi  sarar,  kollarıyla,  gülüşüyle,  dokunuşuyla  kucaklar.

Çocuk  bile bile  yalan  söylemez. Hayal  gücünü,  düşlerini  konuşturur. Kendisine bir  oyun  kurup,  oyunu  kurallarınca  oynar.  Sopa  adam;  perde  gelinlik;  iskemle,  kamyon  olabilir.  Kötü  adamları  bir  anda  öldürebilir  ve  size  bunu  gerçekmiş  gibi  anlatabilir. Uzaydan da  seslenebilir size. Yalan değildir bunlar; onun gerçeğinin görüntüleridir.

Planlı,  hesaplı ve  programlı  yalanlar  yazık  ki  büyükler  içindir.  Çocuk  olsalar,  belki  hoş görülebilir ya da doğrusu öğretilebilirdi. Büyükleri eleştirmek de, eğitmekte çok zordur.

Çocuğun  zekâ  düzeyini,  kişilik  özelliklerini,  eğitim  yanlışlarını  anneye  ya  da  babaya  anlatmak,  bir  başkası  tarafından  pek  kolay  olmaz.  Oysa,  ilerici  bir  tutumla  ve  çok  iyi  niyetle  danışsalar  bile,  yine  de  hep  iyi  şeyler   duymak  isterler.

Bir  genelleme  yaparsak,  hangimiz,  hangi  eleştiriye  çok  açığız  ki?  Olumlu  konuşmaktan  “Ego”  (Ben) nun  desteklenmesinden  kim  hoşlanmaz?  Üstelik  “Çocuğumuzu  eğitirken  şu  noktada  bir  yanlış  olmuş”.  Denilmesi  de  keyif  verecek  bir  şey  değil  elbette.  Bütün  bunlarla  birlikte  “Dost  acı  söyler”  deyip,  acı – tatlı  gerçeği  tatlı  bir  iletişimle  yansıtmak  sanırım  en  iyisidir.

Anne  ve  babalar,  kendi  çocukluklarını  neden  unuturlar?  Ya  da  unuttuklarını,  veya  bir  yerde  bıraktıklarını  sanırlar.  Çocukluk,  bir  çiçek,  bir  yaprak  gibi  solup  gitmez.  Derinlerde,  çok  derinlerde  sıkışıp  kalmış  da  olsa,  zaman,  zaman  duygu  kapımızı  çalar.  Çekip  götürür  bizi  kendi  ülkesine. Hesap  sorar,  anımsatır  ya  da  ödül  verir.  En  güzel  ödül,  yeniden  çocuklar  gibi  gülebilmektir.  Çocuklar  gibi  ağlayabilmek  bile  mutluluk   ve  rahatlıktır  aslında.  Temiz,  rahat,  yalın  ve  içten  olur.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |