<%@ Language=VBScript %> ENTROPİ, DOĞADA EGEMEN OLAN VE HERŞEYİ YÖNETEN YASA Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 SAYFA> | 1 | 2 | 3   

 

Sürekli ilerleme fikrine dayanan makina çağının ana fikri, “Gelişme, doğanın, ondaki düzensizliklerin insan aracılığıyla giderilmesi veya kontrol altına alınması yoluyla, daha düzenli maddî bir ortama dönüştürülmesidir,” diye özetlenebilir. Farklı söylemek gerekirse, “İlerleme doğal dünyadan, ilk hâline kıyasla daha fazla değer yaratmaktır,” denebilir. Peki ne oldu da Newtoncu görüşün doğruluğu, geçerliliği tartışılır oldu? Bunun en kestirme yanıtı, mekanik dünya görüşünün gücünün azalması, kendine temel yaptığı ve onu besleyen enerji ortamının kendi sonuna - güncel teknik deyimiyle, “ısı ölümü”ne - yaklaşıyor olmasıdır. Gelecek nesiller, yaklaşık dört yüzyıllık Modern Çağ denilen döneme dönüp baktıklarında hayretle başlarını sallayacaklardır. Zira Yunan’ın tarihi beş döneme ayıran dünya görüşü bize ne ölçüde bilinçsiz, safça ve çocukça geliyorsa, sonraki nesiller Modern Çağa aynı gözle bakacaklar. 

Entropik dünya görüşünün ana fikirlerini ele almaya başlayalım. Aslında bunlar yepyeni, günümüze kadar hiç akla gelmeyen, temelden devrimci düşünceler değil. Şimdiye kadarki toplumlar bu gerçekleri yarıbilinçli veya bilinçsiz hissederek kültürlerinin parçası yapmışlardır. Demek ki insanoğlu entropi yasasını resmen veya bilimsel olarak bilmese de, sezgisel olarak onun hep farkında olmuş. Örneğin, şu lâfları şimdiye değin hiç duymayanımız var mı?  “Suyu tersine akıtamazsın” ,  “Her şeyin bir bedeli vardır” ,  “Karşılıksız hiçbir şey olmaz” ,  “Almadan vermek ancak Allah’a mahsustur.” Bu sözler yeni görüşün, asırlardan süzülüp gelen ve günlük hayatımıza bilgece giren yansımaları. Yani entropik bakış açısının bilimsel olmayan ifadeleri. Amerikan Cree kızılderililerinin kehaneti  şöyle der: “Ancak son ağaç kesildikten, ancak son ırmak zehirlendikten, ancak son balık tutulduktan sonra, parayı yemenin mümkün olmadığını anlayacaksın.” Bu özdeyiş sezgisel entropik yaklaşıma başka bir misal. Halbuki sırf Hıristiyanlıkta değil, İslâm’da da geçerli görüş, her şeyin, “yaratılmışların en şereflisi” olan insan için olduğu değil mi? Fakat bu inancın ancak yarısı doğru. Aslında yaratılan her şey, yaratılmış her diğer şey içindir. Yani doğada bir karşılıklı etkileşim, karşılıklı yararlanma ve bağımlı olma vardır. Bütün varlıkların, insanoğlunun onları sonsuz bir hırsla, bilinçsizce talan etmesi için yaratıldığı fikri bana sağlıksız ve çok dar açılı geliyor. 

Bu denemenin başlarında belirtilen, termodinamiğin birinci ve ikinci yasaları tek bir cümleyle ifade edilebilir: “Evrenin toplam enerji içeriği değişmezdir ve toplam entropi sürekli artar.” Bu, enerjinin yaratılamıyacağı ve yokedilemiyeceğini belirtir. Demek ki, evrendeki enerji miktarı zamanın başlangıcında sabitlenmiş ve zamanın sonuna, kıyamete dek sabit kalacaktır. Mesela, bir miktar ısı alalım ve onu işe dönüştürelim (yani onunla bir iş yapalım). Böyle yapmakla ısı yokedilmiş olmaz. O enerji başka bir yere aktarılmış, veya başka bir enerji biçimine dönüştürülmüş olur. Bunu daha somut bir örnekle açıklamak için bir otomobil motoru düşünelim. Benzindeki enerji, motorun yaptığı iş, artı açığa çıkan ısı, artı ekzostan dışarı atılan enerjilerin toplamına eşittir. Enerji yokolmayıp sadece şekil değiştirdiğine göre herşey enerjiden yapılmıştır. Bunu hemen anlayabilmek, kabul edebilmek biraz zor olsa da gerçek budur. Var olan herşeyin biçimi, durumu ve hareketi, çeşitli enerji yoğunluklarının ve  dönüşümlerinin sonucudur. Bir insan, bir gökdelen, bir otomobil, veya bir ot  parçası hep bir durumdan bir diğer duruma aktarılmış enerjiyi temsil eder. Bir varlık veya cisim ortadan kalktığında içerdiği enerji yokolmaz, çevredeki başka bir yere transfer edilir. “Günışığının altında yeni hiçbir şey yoktur,” sözü bu gerçekliği belirtir. Bunu kendimize her nefes alışımızda kanıtlamamız mümkün, çünkü bir zamanlar Socrates’in soluyup dışarı vermiş olduğu nefeste bulunan aynı azot moleküllerinden ikisini bugün bile her nefesimizde içimize çekiyoruz. 

Eğer gözönüne alınması gereken termodinamiğin sırf birinci yasası olsaydı sorun çıkmazdı ve enerji tekrar tekrar kullanılabilirdi. Maalesef işler böyle yürümüyor. Örneğin, bir kömür parçası yakılırsa, kömürün içerdiği enerji korunur fakat karbon monoksit, karbon dioksit ve kükürt dioksit gibi gazlara dönüşüp uzaya yayılır. Bu süreçte toplam enerji kaybolmamakla birlikte biliyoruz ki, yanmış bir kömür parçasını yeniden yakarak ondan bir kez daha enerji sağlayamayız. İşte bu gerçekliğin açıklamasını termodinamiğin ikinci yasası yapar. “Enerji bir durumdan başka bir duruma dönüştürülünce bir bedel veya ceza ödenir,” der. Bu bedel, daha sonra bir iş yapılmak istendiğinde kullanılabilecek enerjideki azalma demektir. Bu azalma için kullanılan terim entropidir. Yani entropi, artık o “tekrar kullanılarak işe dönüştürülemeyecek” enerji miktarı demektir. 

Burada biraz teknik olmak gerekiyor. Enerjinin işe dönüştürülebilmesi için bir sistemin değişik bölümleri arasında farklı enerji yoğunluğu olması gerekir. İş yapılırken enerji mutlaka yüksek yoğunlukta olduğu bölgeden, alçak yoğunlukta olan yere akar. Tersi olamaz. Enerjinin bir düzeyden başka bir düzeye gittiği her sefer, bir sonraki seferde kullanılabilecek ve işe çevrilecek enerji miktarı azalır. Barajdan bırakılan su bir nehir veya göle düşerken elektrik üretmekte veya bir çarkı döndürmekte kullanılabilir. Ama yüksekliğini kaybedip alt seviyede bir yere vardığında artık iş yapabilecek durumda değildir. Düz bir satıha yayılan su en ufak bir çarkı bile çevirebilip, yararlı iş yapamaz. Bu iki tür enerji düzeyine, elde edilebilir yani serbest enerji hali, ve elde edilemez yani bağlanmış veya kısıtlı enerji hali denir. Doğada herhangi bir şeyin meydana geldiği her an, bir miktar kullanılabilir enerji, daha sonra kullanılamıyacak duruma geçer. Kullanılamıyan enerji, kirlenmenin diğer yüzüdür. İnsana ilk anda tuhaf geliyor çünkü olaya böyle bakmaya alışmamışız. Çoğu insan, kirliliği üretimin bir yan ürünü olarak görür. Aslında çevre kirliliği, bu açıdan bakılınca, dünyada artık kullanılamıyacak hale dönüşmüş enerjinin toplamı demektir. Iskarta veya atık ise boşa harcanmış enerjiyi temsil eder. Entropi kelimesinin isim babası Clausius adlı termodinamikçidir. Clausius, bir sistemdeki enerji düzeyi farklarının daima eşitlenme eğilimi taşıdığını söyler. Denge hali, sistemdeki enerji düzeyleri arasında fark kalmadığı durumdur. Denge halinin başka bir ifade şekli, entropinin maksimuma ulaşarak, daha fazla iş yapabilecek serbest, kullanılabilir enerjinin tamamen yitirilmesidir. Clausius’un enerji düzeyi eşitlenmesi kuralı, “Dünyada entropi, yani kullanılamaz enerji miktarı, daima maksimuma gider,” şeklinde de söylenebilir. 

Akla, “Entropi prosesi tersinebilir, yani geriye döndürebilir mi?” sorusu geliyor. Bu mümkün olmasına rağmen, sevindirici bir şey değil. Çünkü entropiyi belirli bir zaman ve yerde geri döndürebilsek bile bunun da bedeli ödenir. Bu bedel, o işlem için ek enerji harcamaktır ki, bu da çevrenin toplam entropisini arttırır. Bu açıklama, maddeleri gerikazanmanın da ancak kısmî çözüm olabileceğini gösteriyor. Çünkü, birincisi, gerikazanmada hiçbir zaman yüzde yüze yaklaşılamaz. İkincisi, gerikazanılması mümkün bölüm için de fazladan kullanılabilir enerji harcayarak ortamın toplam entropisini arttırmak kaçınılmazdır. 

Tekrar tekrar vurgulanması gereken konu, ne yaparsak yapalım, dünyadaki maddesel entropinin sürekli arttığı ve sonuçta bir maksimuma erişmesinin zorunlu olduğudur. Çünkü dünya bir kapalı sistem olduğu için etrafıyla, örneğin güneşle olduğu gibi, enerji alışverişinde bulunuyor ama madde alışverişi yok. Bu açıdan dünya evrenin kapalı bir altsistemi. Bazıları zanneder ki, güneş enerjisini maddeye dönüştürmek olanaklıdır. Halbuki böyle bir şey müthiş bir organizma olan evrende bile gerçekleşmiyor. Evrende sadece enerjiden yapılan madde önemsenmeyecek kadar az. Fakat tersine, muazzam miktarlarda madde durmadan enerjiye dönüşüyor. Sanırım bütün bu anlatılanlarla entropik dünya görüşünün canalıcı noktası ortaya çıktı. Dünyada sürekli maddî ilerleme ve sürekli üretim ve tüketim sınırsız değildir. Madde ve enerji tüketimini hızlandırdıkça, kullanılabilir enerjiyi kullanılamaza çevirmeyi de süratlendirmiş oluruz. Yani, dünyanın ısı ölümü denilen, kullanılabilir enerjinin sıfırlanıp her şeyin hareketsiz kalacağı maksimum entropi hâline daha çabuk varırız. Bu nedenle gereğinden fazla ve hızlı, madde ve enerji tüketiminden kaçınan yeni bir dünya görüşünün geçerli kılınması gereklidir. Görüldüğü gibi dünya, Newtoncuların sandığı gibi “yağma Hasan’ın böreği” değildir. Kullanılabilir serbest enerjiyi bitirdiğimiz an, hareket yeteneğimizi ve iş yapabilme imkânımızı da tüketeceğiz. Bu nedenle “ısı ölümü” deyimi, kıyametin diğer bir adı olabilir. 

Newtoncu makina-dünya görüşü taraftarlarının taşıdıkları at gözlüklerini artık çıkarıp atmalarında hem kendileri hem dünya için yarar var. Zira Entropi Yasası hükmünü tıpkı ölüm gibi ayrıcalıksız sürdürür. Nasıl ölüm onu kabul edip etmememize bağlı değilse, evrensel nitelik ve geçerliliğe sahip Entropi Yasası da, onun gerçeğini idrak edemesek bile, bizleri işleyişine bağımlı kılar. Onun hükmü de kaçınılmazdır. Bu nedenle bize ne denli uzak gözükse de, onu anlamaya çalışma ve gerçekliğine uyma akıllılığı ve uzakgörüşlülüğünü tüm insanlığın içselleştirmesi gerekir. Çünkü bazı gerçekler ama acele etmeden, ama şamata çıkarmadan, fakat mutlaka ona başını çevirenlere haddini bildirir. Denemeyi bir anekdotla bağlamak istiyorum. Adamın biri yerçekimi yasasının doğru olmadığı konusunda ısrar eder dururmuş. Tanıdıkları onu bu gerçekliğe inandırmak için bin türlü dil dökmüşler. Bunlardan bıkan adam, görüşünün doğruluğunu ve yüksekten yere düşse de ölmeyeceğini kanıtlamak için kendisini bir gökdelenden atacağını söyleyince arkadaşları vazgeçirmek için boşuna uğraşmışlar. Nitekim bir gün adam kendini gökdelenin tepesinden aşağı bırakmış. Bir yandan düşüp otuzuncu, kırkıncı, ellinci katları geçerken diğer yandan hâlâ şöyle düşünüyormuş, “İşte onlara gösterdim, buraya kadar her şey iddia ettiğim gibi gidiyor.” Umarım insanlık makina-dünya görüşünün buna benzer aymazlığından en kısa zamanda kurtulur. 

Güngör Kavadarlı
30.10.2002

 

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |