<%@ Language=VBScript %> YAŞAM ÜZERİNE Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

Yalnızlık Allah’a mahsustur. İnsanlar beraberliği, dostluğu arar. Genç veya ileri yaşlarda yalnızlığa mahkûm olanları, hayatlarını berbat etmiş, veya madde bağımlısı kişileri görünce çok etkileniyorum ve acıma duygusu duyuyorum. Yakınlarının, sevdiklerinin onları terkederek vefasızlık yaptığını düşünüyorum önce. İlk acıma duygusu geçtikten sonra kafamda başka olasılıklar beliriyor. Bu kişilere vefasızlık mı yapıldı, yoksa onlar hayatlarında “eksi” yatırım mı yaptılar, olumsuz mu yaşadılar; örneğin , egolarına mı yenik düştüler, hatada ısrar mı ettiler, boş gururu kendilerine rehber mi seçtiler, üretmeden tüketmeye mi kalktılar, paylaşmayı, sevmeyi mi bilemediler, bazı dürtülerinin üstesinden mi gelemediler, veya başka hatalar mı yaptılar, gibi sorular geliyor aklıma peşpeşe. Cevap olarak, bazı şanssız durumlar hariç, bu kişilerin büyük ihtimalle, başka insanlara köprüler kurmak yerine , kendi etraflarına duvarlar ördükleri için yalnız kaldıklarını düşünüyorum. Hatalar tabii ki yapılacak, çünkü doğduğumuzda elimize hayat için bir kullanma kılavuzu verilmiyor. Her birimiz yaşadıkça kendimize göre bir kullanma talimatı yazıyoruz. Ancak bu kitapçıkta yer alanlar doğru olabildiği gibi, çeşitli nedenlerle yanlış da olabiliyor. Ve biz, doğru ve yanlışı kendimize göre yorumlamaya kalktıkça, yaşamın bizi umursamayan diyalektiğine ters düşebiliyoruz. Adil olan Hayat da kimseyi kayırmadığından bize gereğince işlem yapıyor. Çünkü bizlere “Hükmünü sürdür, kendi duruşunla dur,” diyen Hayat’ın, kendi diyalektiğinin hükmünden ve duruşundan vazgeçmesini bekleyemeyiz herhalde. Ama çoğumuz biliyoruz ki, hatalar yaparak yaşanan bir hayat, hiçbir şey yapmadan geçen bir hayata göre yalnızca daha onurlu değil, daha yararlıdır da. Zira yaşama sanatında, sorunları yoketmeye kıyasla, onlarla gelişmeyi bilmek daha ağırlık taşır.

Hayat’ın “Hükmünü sürdür...Rengini koy... Kokunu ver... Kendi duruşunla dur...Şarkını söyle...,” demesi daha derinden bakınca bize özgürlük vermesi demek. Seçme ve davranma özgürlüğü olmayan insanoğlu kendinden bekleneni nasıl yerine getirebilirdi ki? Bu nedenle, insana “Yaşa!” diyen Büyük Hayat’ın ona özgürlük vermekten başka çaresi yoktu. Bir başka söylemle, Hayat kişiye “Sen ol, korkma; kendi kişiliğini yürüt,” diyor. Evrenin çocuğu olduğumuz için, hayat korkulacak bir olgu değil, güvenilecek bir olgu. Kendisinden korkulduğu takdirde ama orasından, ama burasından, fakat mutlaka bir yerlerinden ucuzluyor, içi boşalıyor. Korkan insanın, kendine güvenemediğinden, kendini güvence altında görmek istemesi, böyle bir bakış açısının kaçınılmaz sonucudur. Böylesi kişi, ihtiyaç duyduğu güvenceyi sağlamak için haksızlıklara yönelir, ucuzluklar yapar. Bu noktada, ilâhi adalet kavramını da devreye sokmak mümkün sanıyorum. Herşeyi düzgün olan insan, aslında kendisine güvenilecek Hayat’tan neden çekinsin ki? “Ya Hayat bana bir şey yaparsa,” fikri aklına bile gelmez. Ama eğer kişi kötülük yapmışsa, cezalandırılacağı endişesini taşır. Sanki bu endişeli düşünce, bir yaptırım veya cezayı çağırır. Herkes kendi cezasını kendi düşüncesiyle çağırıyor galiba. Kişiler evrene olumluluk yayarsa onlara olumluluklar, olumsuzluk gönderirse, kendilerine olumsuz şeyler döner gibi geliyor bana. Yani, ne ekersen onu biçersin, yahut da etki-tepki meselesi. Burada zıtlar değil, benzerler birbirini çekiyor. Hayat’ın diyalektiğinde ilâhi adalet mekanizması böyle çalışıyor olsa gerek. Hayat’ın her kişi hakkında ayrı bir çetele tutuyor olması bana anlamsız geldiğinden, ilâhi adaletin işleyişini ancak böyle düşünebiliyorum. Suçun hep cezaya doğru koşması da herhalde bu yüzden.

Yaşamın ne olduğu kişiden kişiye değişir. Genelde yetiştiği ortam, parçası olduğu toplumun kültürü, kişinin gelişmişlik düzeyi, eğitimi, görgüsü, sahip olduğu olanaklar, hedefleri, beklentileri, hayatın anlamı üzerindeki  düşünceleri, yani hayat felsefesi, insanın yaşam hakkındaki fikirlerini etkiler, belirler. Yaşamı şu kişi şöyle, bu insan böyle tanımlamış diye saymaya başlamanın gereği yok. Zaten büyük olasılıkla, herkes benim yazabileceklerimden daha güzellerini bulur. Bir tek şey söylemek yeterli. İki adam hapishane parmaklıklarından dışarıya bakmışlar. Birisi gökteki yıldızları görmüş. Diğeri yerdeki çamuru...

Rahibe Theresa Ana şöyle diyor:

HAYAT NEDİR? Hayat bir meydan okumadır, göğüsleyin onu... Hayat bir hediyedir, kabul edin... Hayat bir maceradır, atılın... Hayat üzüntüdür, yenin onu...Hayat bir tragedyadır, yüzleşin onunla... Hayat bir görevdir, yerine getirin... Hayat bir oyundur, oynayın... Hayat bir gizemdir, anlayın onu... Hayat bir şarkıdır, söyleyin onu... Hayat bir fırsattır, yakalayın... Hayat bir yolculuktur, tamamlayın onu... Hayat bir vaattir, yerine getirin... Hayat bir güzelliktir, övün onu... Hayat bir çabalamadır, savaşın onunla... Hayat bir başarıdır, elde edin... Hayat bir bulmacadır, çözün onu...

Sevgili yavrum, ben ve bizim nesil geldik, gidiyoruz, ama bulmacayı çözemedik. En azından benim hesabıma durum böyle. Bakalım sen ve senin neslin ne yapacaksınız? Hayat şu aşamada benim perspektifimden böyle gözüküyor. Yaşadıkça sen kendi tanımını yapacaksın. Bir gün bunları anlayıp, kendi görüşlerini söyleyecek yaşa geldiğinde, umarım seninle beraber olabilirim. Ama olamayacaksam, ne düşündüğünü bir yerde, bir şekilde bilebilmek isterdim. Bilmemin bir önemi olacaksa, evren bunu bana bir yolla zaten algılatır.

Yavrucuğum, Büyük Hayat’ın yaşamında senden ne beklediğini hiç unutmaman için, sana bir kez daha hatırlatmak isterim: “Hükmünü sürdür.... Rengini koy.... Kokunu ver.... Kendi duruşunla dur.... Şarkını söyle....” 

Güngör Kavadarlı
02.12.2001

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |