<%@ Language=VBScript %> DON KİŞOT’LUĞA GEREK YOK MU? Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sn. Güngör Kavadarlı'ya gönülden teşekkürlerimizle,

 

DON KİŞOT’LUĞA GEREK YOK MU?

“Hadi canım, şimdi Don Kişot’luğun gereği yok,” deyişini bugüne kadar her birimiz en az birkaç kez duymuş veya kullanmışızdır. Bununla söylenmek istenen nedir acaba?

- “Kendini ortaya koyma, öne çıkarma,” mı?
- “Asıl düşündüğünü kendine sakla, ortama uy,” mu?
- “Sivrilik yapma, haklı da olsan etrafını tedirgin edecek söz ve davranıştan kaçın,” mı?
- “Değiştiremeyeceğini bildiğin şeyin üzerine varma,” mı?
- “Kahramanlık yapayım derken başını derde sokma,” mı?

İyi de, bu nasihatlara rağmen Don Kişot’luk yapılırsa ne olur? Ne mi olur? Meselâ, gülünç duruma düşebiliriz. İnsanlar bize enayi gözüyle bakar. Antipatik oluruz. Sonra, başımıza iş açarız. İnsanları karşımıza alır, düşman kazanırız. Rahatımız kaçar. Bir sürü şeyle uğraşmak zorunda kalırız. Çıkarlarımıza zarar veririz. Amaçladığımız konumlara, unvanlara erişemeyiz. Daha başka ne olsun!

Don Kişot’luk terimi , çoğumuza bunları düşündürürken, önce bunların kaynağına dönüp, yazarın hayatı ve edebî kişiliği ile, kitabı özetleyelim. Miguel de Cervantes Saavedra 1547 yılında doğmuş ve bir rastlantı eseri , 22 Nisan 1616’da Shakespeare ile aynı günde ölmüş. Yaşamının ilk dönemleriyle ilgili çok fazla kayıt yok ama, yirmi iki yaşındayken Roma’da Kardinal Acquaviva’nın evinde hizmetlilerinden biri olarak çalışırken karşılaştığı İtalyan kültürünü, kalıcı biçimde benimsemiş. Daha sonra  1571’de İne bahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlılara karşı savaşırken ezilen  sol elini kaybettiğini, birkaç yıl sonra ise, Akdeniz’de  Berberî korsanlarca esir alınarak kâh forsalık yaptığını, kâh Cezayir’de hapis tutulduğunu, sonunda kurtulmalık parasıyla (fidye) özgürlüğe kavuştuğunu biliyoruz. İspanya’ya döndükten sonra hayatının geri kalan otuz altı yılında, devlette çeşitli ufak görevlerde bulunarak geçimini sağlamaya çalışmış.  Örneğin, vergi toplama memuru göreviyle dolaşırken yaşadığı veya tanık olduğu olayları, sonraları Don Kişot romanında dile getirmiş. Yazın alanında ise şiirler, soneler ve piyesler yazmış ama bunlar ona ne ün, ne de para kazandırmış. Hattâ , ailesinin eşyalarını rehine bırakmak zorunda kalmış. 1600 yılında nihayet memuriyet sefaletinden kurtularak, zamanını yazarlığa ayırabilmiş. Suçsuz olmasına rağmen birincisi 1592’de , diğeri 1597-98 yıllarında olmak üzere iki kez hapse giriyor. Kendisini ünlendiren Don Kişot romanına ikinci mahpusluğunu geçirdiği Sevilla kentinde başlamış olduğu tahmin ediliyor. Cervantes  Don Kişot’u, biri 1605, diğeri 1615’de olmak üzere, iki bölümde yayınladı. İlk bölümü bile yazarı üne kavuşturmaya yetti, fakat paraya kavuşturmadı. Don Kişot’tan sonra en önemli eseri sayılan “Yeni Örnekler”i ( “Novelles ejemplares” – 1613 ) oluşturan on iki öykünün bazısı devrimci biçem (üslup) ve içerik taşır. Yaşamının sonuna doğru sağlığı bozulunca, geriye kalan zamanı boşa harcamamak duygusu ve kendisine dayanak olması amacıyla dine sarılmış. Don Kişot’un son bölümünün yayınlandığının ertesi yılı öldü, ve Fransiskan tarikatı geleneği uyarınca kahverengi cüppeyle ve mezar taşı olmadan Madrid’de gömüldü.

Cervantes’in edebî kişiliği konusunda uzmanlar, onun Rabelais ile birlikte, modern romanın babası olduğunu, ve hocası Juan López  de Hoyos kanalıyla öğrendiği Erasmus’un hümanizm asından etkilendiğini söylerler. Cervantes bu kitabında, idealistlik- şövalyelik geleneği ile, alaycılık- muziplik geleneğini birleştirir. Buna, ve kitabın canlı gerçekçiliğine karşın, eser ne idealist ne de alaycıdır. Eleştirmenler kitabın bütün türlerin üstünde olduğunu ve başarısıyla, Cervantes’in döneminde bile şiirden daha önemsiz sayılan roman türüne prestij kazandırdığını söylerler. Hatta bazıları bu eserin, hiç abartısız, en hikmet dolu ve görkemli kitap olduğu kanısındadır. Roman o denli çok yönlüdür ki, her düzeydeki insan kitapta kendi zevkine ve kavrayışına uygun şeyler bulur. “ Az sayıda insan onun iç içe geçmiş özelliklerini çözümleyebilmiş, ve bir maden yatağı gibi, kazıp derinlere indikçe , orada bulunan cevhere ulaşabilmiştir,” der bu eleştirmenler. Cervantes eserinde, en derinlikleri dile getirerek, en uzlaşmaz karşıtların dahi birliğini keşfediyor: kötülüğün özündeki iyiliği, deliliğin altında yatan hikmeti, kahkahanın arkasındaki hüznü, ve başarısızlığın zaferini. Don Kişot ve bir ölçüde Şanso Panza’nın ahmaklığa razı olmaları, onlar, ve onlarla birlikte dünyanın daha hikmet sahibi hale gelebileceği ümididir. Böylece kahramanlarımız, çılgınlık ve saçmalığın derinliklerinden, insanlığın zirvelerine yükselir.

Kitaba gelince, asıl adı Alonso Quijano olan Don Kişot, olgun yaşlarında, alçak gönüllü bir taşralıdır. Kitaplığındaki çok sayıda şövalye öykülerini okuması, onu gerçeklerden uzaklaştırıp, hayallere kaptırarak kendini şövalye sandırır. Bu nedenle, adını soylu bir şövalyeye yakışacak Mançalı Don Kişot’a çevirir. Bir şatonun efendisi zannettiği berbat bir hanın sahibi de onu yeni ünvanıyla kutsayarak, şövalye ilân eder. Köylülerinden koca göbekli, bodur Şanso Panza’yı da (ki Panza İspanyolca’da işkembe ve koca göbekli demektir), kendisine uşak, daha doğrusu refakatçi, seçer. Uşağı, kafası fazla çalışmayan, fakat efendisine körü körüne sadık, onu tehlikelerden korumak isteyen, ancak uyarılarını dinletemeyen, fakat böyle olmakla birlikte, köylü kurnazlığıyla, kendi çıkarlarını da bilen ve kollayan birisidir. Yorgun bir araba beygirinden başka şey olmayan atına da, bir şövalyeninkine uygun olsun diye Rosinante adını koyar. Sevgilisi Aldonza Lorenzo ise, saf, çirkin bir köylü kızı iken, Don Kişot’un gözünde soylu güzel, Tobosolu Leydi Dulsinea olur. Şövalye artık Leydi sevgilisinin şanına, haksızlıkları düzeltmeye, kötülük ve yanlışla savaşmaya hazırdır. Ama, dünyayı kendi hayallerinin aynasında gördüğü için, köy hanını kale, yel değirmenlerini kötü devler, koyun sürüsünü askeri birlik sanır. Hizmetkârı olan genç çocuğu döven çiftçi, zincire vurulan esirleri götüren koruyucular, ve bazı tüccarlarla takışarak, şövalyelik ülküsü adına onlara meydan okur. Çoğuyla başı derde girer, üstelik umduğu sonuçları da sağlayamaz.

Romanın birinci bölümünden on yıl sonra yayımlanan ikinci bölümünde Cervantes çok ilginç bir roman tekniği kullanır, ve ikinci bölümde Don Kişot, birinci bölümü okumuş olan ve onu tanıyan kişilerle karşılaşır! Yani, Cervantes’in metni kendi üzerine kapanır. Maceraların ilk bölümü, sonraki bölümde, şövalye romanlarının, romanın başlangıcında üstlenmiş olduğu harekete geçirici rolünü oynar. İkinci bölümde de maceralar sürer. Bu kez Don Kişot, kendisini ciddiye aldıklarını sandığı, aslında onunla eğlenmek isteyen bir dük ve düşes tarafından aldatılır. Bu kişilerin, onu bu tehlikeli hayallerinden kurtarmak isteyen bir komşusuyla işbirliği yapmaları sonucu, Beyaz Ay şövalyesi adıyla Don Kişot’la çarpışan bu komşu, onu yenerek, şövalyeliği bırakıp evine dönmesine sebep olur. Yenik düşmüş ve hayal kırıklığına uğramış Don Kişot, kısa süre sonra hastalanır ve dünya sahnesinden çekilir.

Don Kişot’un yaşadıklarından dolayı ve katlandığı zorluklara pişman olarak öldüğü söylenebilir mi bilmiyorum... Çünkü hayalleri gerçekleştirmeye çalışmanın daima bir bedeli vardır.  Yaşam, isteklerimize ulaşmanın bedellerini bize sürekli fatura edip, bizden tahsil eder. Yine de bunun için bedel ödemeye değer, çünkü hayaller kişiyi hayata bağlar, ona şevk verir, nerdeyse kanatlandırır. Don Kişot’un hayalleri de iyi hayallerdi aslında. Kötülükle savaşacak, dünyayı düzeltecek, ve bunları, plâtonik bir aşk duyduğu Dulsinea adına yapacak, ona lâyık olacaktı. İyilik, doğruluk, güzellik uğruna, sevgi adına bedel ödemek, insana zor gelmiyor doğrusu. İnsan ruhunun taşıdığı hayal gücü, rüya, yalan, ümit, istek ile, aldanış ve ideal, insanın eylem yapma iradesi ve yaşama nedeninin kaynaklarıdır. İnsandaki bu çatışmalar eserde, ilk bakışta çok net ve kesin çizgilerle izlenebilirken, giderek daha karmaşık hale gelir ve sonunda ne okuyucu, ne Don Kişot’un kendisi, ne de onun karşılaştığı kişiler, gerçeğin ne olduğundan artık emin olabilirler. 

Bu roman, görünüşle gerçeklik, soylulukla ahmaklık, ve ahlâksal erdem ile iyi ve kötünün karışımı olan dünya arasında uzlaşma gereğinin ilk incelemelerindendir. Kitabın birbirini tamamlayan birkaç maksadı olduğu düşüncesi yaygındır. Kitap boyunca şövalye, hayalci, kendini aldatan yaklaşımı, uşağı ise ayağı yere basan, gerçekçi bakış açısını sergiler. Öyle ki, bu özelliğiyle Şanso Panza, efendisinin “normal”den ne kadar ayrıldığını ölçen bir standart görevi yapar. Bu iki karaktere, bizim orta oyunumuzdaki “kavuklu” ile “pişekâr”ın paralelleri demek hiç de yanlış olmaz. Karşılıklı konuşmalarında, düşünülenin tersi söylenerek yapılan ince alay, yani ironi, ile, olayları ve kavramları farklı boyutları ile irdelerler.  Cervantes her ne kadar o zamana dek yazılmış şövalyelik kitaplarını karikatürize etme niyetiyle işe başlamışsa da, sonunda kitap ve kahramanları, bundan sıyrılmış ve adeta kendi benliklerine ve kendi gerçekliklerine kavuşmuşlardır. Aynı zamanda kitap, nerdeyse yok olmak üzere olan İspanyol edebiyatını, 17. asrın yeni bilimsel bilgilerine, hümanizme ve matbaacılığa taşımıştır.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |