<%@ Language=VBScript %> YÜRÜNMEMİŞ YOLLAR Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

Kendini tanıyan insanlar, kendini tanıyamayanlara göre, yürünmemiş yollarda yürümek, daha önce seçilmemiş yollarda ilerlemek şansına daha çok sahip oluyorlar. Zira kendini tanıyan kişide, düşünerek, kendini çözümleyerek edinilen bir amaç duygusu ve bunun yeşerttiği bir güven oluyor. Bu kişi, yolunda emin adımlarla ilerliyor. Öte yandan, kendini daha bulmamış insan, kendisini topluma kabul ettirme kaygısıyla, toplum tarafından belirlenmiş, daha standart, daha az riskli olduğuna inanılan çizgilerde yol alır. Başka bir deyişle, karar vermek, seçim yapmak özgüveni olana mahsustur. Çünkü özgüveni olmayan tercih yapamaz. Karar verme bir irade meselesidir. İradesi olmayan karar veremez. İşi oluruna bırakır. Kaderini, çevresel veya o an bağımlı olduğu şartlara devreder. Bu bir anlamda seçimsizliği yeğleyen bir seçimdir. Karşı kaldırıma geçerken yolun ortasında üzerine bir kamyonun geldiğini gören kimseyi düşünelim. İleri mi gideyim, geri mi döneyim diye bir türlü karar veremeyip kamyonun altında ezilmesi, onun orada kalma seçimini yansıtmaz; seçimsizliğini gösterir.

Özetlersek, standart yollarda, veya tersine, daha az gidilen yollarda ilerlemek kararları da birer yol. Yani, kendini tanıdığını bilmek, ya da henüz o noktaya varmadığını bilmek bir yol olduğu gibi, hayatı boyunca böyle bir bilginin olduğunu dahi fark etmemek de bir yol. Bilgi güç demektir. İyi veya kötü, özgür kılan veya kısıtlayan bir güç. Bu bağlamda göz ardı edilmesi doğru olmayan ilginç bir paradoksa değinmeden edemeyeceğim. Yukarıda her ne kadar, kendini tanıyan özgüvenli insanlar, seçilmemiş yolları deneme gücüne sahiptir dediysem de, bunun tersi de olasıdır. Zira henüz kendini bulmaya çalışan insanlar da az seçilen yollarda arayışlara girebiliyorlar. Örneğin, Tibet’te veya dünyanın bir ucunda değişik inanç sistemlerini denemek, ülkesinden çok uzaklarda, yeni ortamlarda hayat kurmaya çalışmak, değişik yaşam tarzları, hobiler ve işler denenmesi gibi. Böylesi insanlar, oturmuşluğun verdiği güven sonucu, yeniliğe bilinçle açılanlara kıyasla, daha bilinçsizce ve duygusal itil imlerle yeniliği arayanlardır. Burada ilginç olan çelişki, çok farklı konumlarda olan kişilerin bile, değişik nedenlerle de olsa, benzer davranışlar  sergileyebilmesi. Demek ki sonuçta, ne olursa olsun, bir insanın kendini tanıması, veya aksine, tanıma çabasında olması, o insanı yürünmemiş yollara yöneltiyor.

Seçilebilecek yollar arasında hayatı sırf zevk almak üzere gayrı ciddi, veya dolu, dolu yaşayacak kadar ciddiye almak da var. İnsanlar genelde bu iki yaklaşımdan birine daha çok kayıyor. Bazen de ciddi olunacak yerde gayrı ciddi, gayrı ciddi olunması gereken yerde de ciddi oluyoruz. Hatta kimi zaman, hayatın bir bölümünü fazla ciddiye alıp, neşesini bile kaçırıyoruz.

“Mürşit” adlı kitabının “Çocuklar” bölümünde Halil Cibran ana-babalara çocuklarıyla ilgili şöyle sesleniyor:

                        Sizin diye bildiğiniz evlâtlar gerçekte sizlerin değildirler,
                        Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
                        Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler.
                        Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler.
                        Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla.
                        Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.

Cibran’ın sözleri yeterince açık, bir şeyler eklemeye aslında gerek yok ama, iş olsun diye birkaç söz söyleyeyim. Ebeveynler olarak çocuklarımıza genelde önerdiğimiz yollar kendi yürümüş olduğumuz yollardır. Bunları risksiz veya ehven-i şer gördüğümüz için çocuklarımızın da o yollardan ayrılmamalarını isteriz. Yürünmemiş, daha doğrusu, kendimizin yürümeyi seçmediği yollar konusunda onları yüreklendirmeyiz. Ancak Hayat da böyle mi istiyor acaba? Yoksa Cibran’ın aynı bölümün diğer mısralarında söylediğini mi ister?

                        Onların vücutlarını çatabilirsiniz ama canlarını asla.
                        Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur ve sizler düşlerinizde
                                                bile orayı ziyaret edemezsiniz.
                        Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz ama onları kendinize
                                                benzetmeye kalkışmayın  hiç.
                        Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.

Bu dizeleri okuduktan sonra anlıyorum ki, çocuklarımıza kendi yürüdüğümüz yolları dayatmaya çalışmak, onları kendilerinin seçeceği yollardan alıkoyan manevî prangalar takmakla, veya onları yarının yürünmemiş yollarına götürecek kanatları kesmekle eşdeğer. Çocuklarımıza elbette deneyimlerimizden bir şeyler aktaracağız. Ama bunlar turistler için hazırlanmış, üzerinde sokaklara okların çizildiği küçük ölçekli, ayrıntılı şehir plânları olmamalı. Ana nirengilerin yer aldığı büyük ölçekli hayat haritaları olmalı. Haritada belki bir de kısa dipnot: “Yarınlara götürecek yolların, kurnazlık ve yalanla döşeli, kum gibi oynak zeminlerden geçmemesine, sevgi ve erdem gibi sağlam temellere yaslanmasına dikkat ediniz.”... Hepsi bu kadar.

Sonuca geçmeden önce, dağarcığımda sizlerle paylaşabileceğim iki, üç kırıntı daha kaldı. İnsan hayatında azın sanmayacak önemi olduğuna inandığım şansı, konumuz yollarla ilgili olduğuna göre, “doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişiyle yaşamdaki yolumuzun kesişmesi,” diye tarif etmek mümkün sanki. Bu düşünce kabul görürse, şanssızlık, yanlış yer ve zamanda, yanlış kişiyle karşılaşmak demek oluyor. Ama şans dışında hayat, kaderden çok, tercihlerden ibaret galiba. İnsanın sorumluluğu arttıkça Tanı’nınki azalır. Kendi tercihlerimizi yaptıkça ve yollarımızı seçtikçe, bir kaçış olarak Tanrıya yüklediğimiz sorumluluk azalır.

Bir de bazen, başkalarını seçtikleri yollar nedeniyle uzaktan eleştirir, kınarız. Halbuki bazı olaylar vardır ki insan onları yaşamadan, benzeri durumda kendisinin nasıl davranacağını söyleyemez; onu yaşamak gerekir. Dışarıdan konuşmak, iyi niyetle ve içten bile olsa yanıltıcı olabilir. Çünkü insanlar dışarıdan bakarak yerdikleri şeylerin içine girince meselenin daha farklı olduğunu anlayabilirler.

Hayatta herkesin seçmemiş olduğu sayısız yollar olduğuna göre, insanlara yürümediğimiz yollardan boyuna bahsetmemeliyiz. Son çözümlemede insanlar bizi sadece seçtiğimiz yollara ve vardığımız sonuçlara göre değerlendirir. Bir atasözünde dile getirildiği gibi, “Başkaları bizi karşılaştığımız fırtınalara göre değil, gemiyi limana salimen getirip getirmediğimize göre yargılar.” Bu nedenle, yürümekten kendimizi alıkoyduğumuz yolların, bize prim yaptırması açısından fazla kıymet-i har biyesi yoktur.

Hepimizin yürüdüğümüze ve yürümediğimize pişman olduğumuz yollar var ya... Bunlar için hiçbir zaman hayıflanmamalı ve asla geriye bakmamalı. Zira hayıflanmak, boşuna bir enerji kaybıdır. Pişmanlık üzerine bir şey inşa edilemez; sadece içinde debelenmeye yarar. Ayrıca, çamurda yuvarlanmak, temizlenmenin en iyi yolu değildir. Duya geldiğimiz bir deyiş vardır, “Son pişmanlık fayda etmez.” Bence bu doğru değil. İnsanları hatadan, suçtan alıkoymak için kullanılan, korkutucu bir uyarı. Yahut da şu söylenebilir: Dünyayı ve yaşamı kesin çizgilerle sınıflandıran, sadece siyah veya beyaz görmeye eğilimli Kartezyen dünya görüşünce fayda etmez. Ama organik, bütüncü dünya görüşüne göre fayda eder. Bu düşünceyi hayatlarımıza aktarmak, yaptıklarımıza, söylediklerimize olan tutsaklığın zincirlerini kırar. Doğru ve gerçek kurulduğunda, gerçek ve doğru bizi özgür kılar. Hiçbir zaman geç değildir. Bozulan dengelerin geç de olsa yeniden kurulmasında yardımcı olmak, dengesizliği sürdürmekten mutlaka daha iyidir. Yaşamın, bizim farkında olmadığımız kendi iç dengeleri ve dinamiklerinin, bunun böyle olmasını gerektirdiğini hissediyorum. İnsanın, etrafın kendisi hakkında ne düşündüğüne değil, “Gerçek”e ne kadar uyduğu veya ters düştüğüne önem vermesi lâzım. Çünkü, çözümün parçası olmayan, problemin parçasıdır. Gerçekle uyumlu olmayan, onun karşısında yer alır. Gerçeğin karşısında olan ise, Yaradılış ve Varoluş’a ters düşüyor demektir. Bunun kozmik bilinç ve evrensel düzen çerçevesinde vebali ve yaptırımı ne ola ki?

Ama yürünmüş, ama henüz yürünmemiş olsun, yollarımız açık ve esenlik dolu olsun.

Güngör Kavadarlı
17
.10.2001

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |