<%@ Language=VBScript %> YÜRÜNMEMİŞ YOLLAR Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

Karar noktalarıyla ilgili olarak vurgulamak istediğim bir konu daha var. Herhangi bir tercih yapıldığında olay,  sadece seçeneklerden birini diğerlerine tercih etmek kadar basit bir şey olmayabilir her zaman. Bir seçeneği yeğlemek, onun dışında kalan her şeyden vazgeçmek demektir. Bu nedenle, bir yolu seçmek, bir anlamda özveride bulunmaktır aynı zamanda. Çünkü, o andan itibaren seçilenden ve onun getireceği olasılıkların dışında kalan her imkân ve sonuçtan fedakârlık yapmış oluruz. Bu da, doğru karar verip çok avantajlar sağlayabilmekle beraber, yanlış kararla çok şeyin yitirile bilineceğine işaret eder. Bu gözlemin geçerli olduğunu, çevremizde bunun olumlu örneklerinden anladığımız gibi, altüst edilen ilişkiler veya darmadağın olan hayatlardan da görüyoruz.

Hayat sürekli optimizasyon gerektiren bir süreçtir demiştik ya, yine o fikre dönelim. Kişilerin hayatı diğerlerininkiyle iç içe geçmiş ve birbirine bağımlı olduğu için, başarılarımız veya başarısızlıklarımız her zaman bize bağlı değil. Yakın veya uzak çevremizde, dolaylı ya da dolaysız, bizi etkileyen o kadar çok etken var ki. Bu etkenlerin bazılarını denetlemek elimizdeyse de, bazılarını değildir. Bununla kalsa yine iyi. Çünkü, denetleyemediğimiz etkenlerin kimisini hiç öngöremeyebiliriz. Öngörebildiklerimiz için ise hiçbir önlem alamayabiliriz. Etkenleri ancak belirli ölçüde öngörebilmenin yanında önlemini de alabiliriz. Hem hayatımızı belirleyen birçok etken olacak, hem bunların bir bölümünü ne tahmin ne de kontrol edebileceğiz, sonra da böyle bir ortamda, hayatlarımız hakkındaki kararları optimize edip, yürünecek yolların en iyisini seçebilmeyi ümit edeceğiz. Bir halk deyişinde olduğu üzere insanın “Buyurun, bundan yakın,” diyesi geliyor. Daha önce verdiğim “Çok yol varsa seçilecek menzile varmak için,” satırı ile başlayan ve “Bilmezsin hangisi seçilmelidir menzile varmadan,” ile biten dörtlüğünde, şair dostumun haksız olduğu söylenebilir mi? Peki, hâl böyle ise küsüp çaba sarf etmekten vaz mı geçmeliyiz, şartlara teslim olup hayatı oluruna mı bırakmalıyız? Hiç de değil. Denetleyemediğimiz etkenler yüzünden üst üste zarar da görsek, sonrasını lehimize çevirmek, sonrası için en iyiyi hedeflemek, optimum kavramının özünde yer alıyor. Hatırlanacağı gibi optimum, en çok, en yüksek demek değil. Geçerli şartlar altında en iyi ve en uygun karar veya sonuç. Önceki trenler kaçsa da, sonraki trenlerden birine atlayıp, hâlâ var olan fırsatları en iyi şekilde değerlendirerek, skoru düzeltmeye, yenilgiden galibiyete geçmeye gayret etmek. “Bugün hayatımın geri kalan bölümünün ilk günü,” özdeyişindeki espri paralelinde, yitirilenleri bir yana bırakıp, kalan fırsatların en iyi değerlendirilmesini amaçlamak.

“Her insanın yaşamı boyunca yaptıkları ve yapmadıkları, söyledikleri ve söylemedikleri, genel başlıklar altında sınıflandırıla bilinir mi?” diye merak ettim. Bilmem katılır mısınız, bütün bunları yelpazenin bir ucunda “iyi ki”ler, diğer ucunda “keşke”ler , ve orta bölümlerinde ise “fark etmezdi”ler,  yani “olsa da olurdu, olmasa da” lar diye düşündüm. Bu ayırım doğru ise, kişinin mutluluğunu, hayattaki doyumunu, veya tersinden bakarsak, mutsuzluğunu, başarısızlığını, “iyi ki”lerle “keşke”lerin sayısı ya da göreli oranı belirler diyebiliriz. Bundan hareketle, “vicdan azabı”nın olumsuz keşke düşüncesinin, “vicdan huzuru”nun ise olumlu iyi ki duygusunun sonucu olduğunu söylemek yanlış mı olur acaba?

Zaman zaman insanların, “Tekrar o yaşta olsaydım,  öyle yapmazdım,” ya da “Bugünkü aklımla geri dönmek mümkün olsa, farklı karar verir, başka türlü davranırdım,” dediklerini duyarız. Bu söylenenler içten bile olsa, acaba gerçekten doğru veya geçerli mi? Yani, böyle diyenler hakikaten farklı bir yol mu seçerlerdi? Buna pek ihtimal vermiyorum; çünkü bu sözlerde iki temel hata var. Birincisi doğanın bir sınırlamasıyla, ikincisi insanın yapısıyla ilgili. Hani az evvel sözü edilen o “bugünkü aklımla” ifadesi var ya, doğal imkânsızlık burada karşımıza çıkıyor. Görecelilik kavramı çerçevesinde, entropik zaman okunun yönünü değiştirerek, zamanın da geriye döndürülmesinin mümkün olabileceğini bir an için kabul etsek bile, mazideki bir zaman dilimine bugünkü aklımızla değil, ancak geçmişin o dönemine ait  aklımızla dönebiliriz. Zira bu tıpkı,  hayat filmini gerideki bir kesite kadar sarıp yeniden oynatmaya benzerdi. Böyle olunca da, o dönem için şeritteki kayıt, yani görüntü, her ne ise, tekrar o oynardı. Demek ki “bugünkü akılla” , “o güne” dönmek doğada üstesinden gelinemeyecek bir çelişki. Bu ifadeyle aslında söylenmek istenen, “Eğer bugün aynı durumla karşılaşsaydım ne yapardım?”dır. Değinilen iki ifade arasında büyük fark var. İkincisi, “Tecrübenin, arada yaşanmışların kazandırdığı hikmetle donanımlı olarak bugün benzer durumla karşılaşsam, seçeceğim yol başka olurdu” demek.

İnsanın yapısıyla ilgili ikinci hataya gelince... Her insan kendisidir. Yani her kişinin kendine özgü geçmiş deneyimleri, düşünceleri, değerleri, öncelikleri, ihtiyaçları vardır, ve bütün bunlar, belirli bir kişide aynı koşullar altında yine aynı kalır. Bu nedenle de, geriye dönmek ve aynı olayları yeniden yaşamak olası olsaydı bile, davranışlarımız ve tercihlerimiz muhtemelen yine değişmezdi. Çünkü zaten insanın kişiliğini, ve dolayısıyla, onun tepki ve davranışlarını hangi koşullar, değerler, ihtiyaçlar kümesi belirlediyse, benzeri bir durumla karşılaştığında yine aynı kümeye bağımlı kalacak kişinin kararı ve eylemi de öncekinden farklı olmayabilir. Bu düşünce doğru ise, hayatımızın yaşanmış bölümü hakkında pişman olunacak şey, belki de o dönemin uzunluğu olmalıdır. Zira yine aynı hatalar yapılmalı ama bunlar daha kısa bir süreye sığdırılmalı. Böylece kişinin kendini bularak, ne istediğini bilerek, öncelikleri ve değer yargılarını yerli yerine oturtarak yaşayacağı süre uzatılmış olur.

Bu noktada, Amerikalı psikiyatr Scott Peck’in “Az Seçilen Yol” kitabındaki, insanın yapısı üzerine fikirlerini yansıtmak istiyorum. Dr. Peck’e göre kişinin gerçekliğe bakışı, hayat arazisini yansıtan haritaya benzer. Bu harita doğru ve hassas ise, nerede olduğumuzu genellikle bilir ve gitmek istediğimiz yer kararlaştırılmamışsa da, gereğinde oraya nasıl varacağımızı çoğunlukla biliriz. Fakat harita yanlışsa, ayrıntılı değilse, yolu kaybedebiliriz. Bu açık olmasına rağmen, birçoğumuzca az ya da çok görmezden gelinir. Görmezden gelişin nedeni gerçeklik yolunun kolay olmamasıdır. Bir defa haritalarla doğmuyoruz; onları yapmak zorundayız, ve bu çaba gerektirir. Gerçeğe değer verdiğimiz ve onu kavramaya gayret sarf ettiğimiz ölçüde haritalarımız da büyük ve ayrıntılı olur. Ancak çoğu kişi bu gayreti esirger. Bazıları ergenlik sonunda vazgeçer. Onların haritaları küçük ve kaba olduğu gibi, dünyaya bakış açıları da dar ve yanıltıcıdır. Orta yaşın sonuna kadar büyük çoğunluk çabayı keser. Haritalarının tamamlandığına ve dünya görüşlerinin doğru – hatta pek kutsal – olduğuna inandıklarından yeni bilgilerle ilgilenmezler. Adeta yorgun düşmüşlerdir. Sadece az sayıda şanslı kişi, ölünceye dek gerçeğin sırrını araştırmayı sürdürerek, dünya ve hakikatle ilgili arayışlarını genişletir, derinleştirir, arındırır, yeniden belirler.

Aslında harita yapmanın en zor tarafı sıfırdan başlanmasından ziyade, haritamızın doğru olabilmesi için sürekli gözden geçirilmesi gerekliliğidir. Çünkü dünya daima değişim içindedir. Bundan da çarpıcı olanı, dünyaya baktığımız gözlem noktamız da oldukça hızlı ve sürekli şekilde değişir. Gerçeğin ne olduğu ile ilgili bilgilerle her gün bombardıman ediliriz. Bu bilgileri alıp, haritamızı sürekli gözden geçirip düzeltme yapmak bir yol, onları reddedip haritayı aynen korumak ise bir başka yoldur. Bazen yeteri kadar bilgi birikmesi halinde çok köklü değişiklikler yapmamız gerekebilir. Düzeltme ve değişiklikler yapma süreci, hele bu değişiklik köklü ise, acı vericidir; bazen bir işkenceye benzeyebilir. İşte insanoğlunun birçok derdinin ana kaynağı bu zorlukta yatmaktadır.

İnsan uzun çabalar sonucu, geçerli bir dünya görüşü ve geçerli bir harita elde ettikten sonra, yeni bilgiler bunların büyük ölçüde yeniden çizilmesi gerektiğine işaret ederse ne olur? Bunun için gereken acı verici çaba, korkutucu, neredeyse altından kalkılamaz görünür. Biz de çoğu zaman ve genellikle bilinçsiz olarak, bu yeni bilgileri görmezlikten geliriz. Üstelik sırf görmezden gelmekle kalmaz, yeni bilgileri yanlış, tehlikeli, kabul olunmuş doktrinlere aykırı, şeytan işi olmakla suçlarız. Bu bilgilere karşı cihat açabilir, kendi gerçeğimizi kabul ettirmek için elimizden geleni yapmaya kalkışırız. Yani, haritayı değiştirmeye çalışmak yerine, yeni gerçeği yok etmeye uğraşırız. Ne acı ki, böyle bir kişi, kendi haritasını gözden geçirip, dünya hakkındaki modası geçmiş görüşünü değiştirmek için gereken çaba ve enerjiden çok daha fazlasını, bu, geçerliliğini yitirmiş görüşü savunmak için harcar.

Dr. Scott Peck’ten yaptığım bu alıntıları dinlerken birçok yerde iç sesimizle ona katıldığımıza eminim. Değişen gerçeği görmezden gelen, reddeden ve kendini aldatan kişi, bu davranışının bedelini kendine zarar vererek öder. Zira evrenin değişmeyen kuralı değişimdir. Bu böyle olunca da, hayat denen olgu, değişime direnenleri ayıklar, yok eder, ama değişen, doğru yolda yürüyenleri ise ödüllendirir.

Dr. Peck’in fikirleri, seçmek istediğimiz bazı yolları neden seçemediğimizi, veya seçsek bile o yollarda neden yürüyemediğimizi gayet güzel açıklıyor. Şartlanmışlıklardan kurtulmak, alışkanlıkları aşabilmek, gerçekten herkesin harcı olmayan çetin bir iş. “Alışkanlıkların zinciri önceleri fark edilemeyecek kadar hafif, sonraları kırılamayacak kadar güçlü olur,” diyen İspanyol atasözü bu noktaya çok uyuyor. Şartlanmışlık ve alışkanlığın üstesinden gelmek, güçlü kişilik ve sağlam irade ister. Kendini gündelik akışa kaptırmış, alışılagelmişe teslim olmuş insanlarla, yürünmemiş yollarda karşılaşmayı beklemek, fazla iyimserlik ve insan gerçeğine gözünü  biraz kapamak oluyor galiba.

İnsanların bir bölümünün seçmediği başka tür bir yol da kişinin kendini tanımak ve hayatı anlamak için düşünceye dalması. Yaşamın amacı üzerine akıl yormak, manevî ve duygusal gereksinimlerimizi anlamaya çalışmak, maalesef herkesin seçmediği veya seçmeyi akıl etmediği bir yol. Yol denince illâ ki somut veya fiziksel bir yol olması gerekmez. Yollar ruhsal veya duygusal da olabilir. Mana plânında değer yargılarını ve önceliklerini belirleyip sağlam bir temele oturtmamış kişi, yürüyeceği yolu bilinçle, kendi arzu ve iradesiyle belirleme şansına fazla sahip değildir. Çoğu insan kendisini günlük hayata ve daha alt derecedeki değerlere o kadar kaptırır ki bazen bu bakış açısını seçemez. Böylece içimizdeki ihtiyacı bir türlü bitiremez ve hissettiğimiz eksikliğin sebebini de, kendi içimizdeki asıl kaynak yerine, dışımızda ararız. Böylesi kişi kendi yolunu seçemez, onun yürüyeceği yolları çoğunlukla başkaları belirler. Rüzgârda uçuşan kuru yapraklar veya esen yelin eğdiği kamışlar gibi. Halbuki kendini tanıyan, hayatın anlamı ve amacını irdeleyerek mana zeminine kök salan insan, gövdesi sağlam ağaç gibidir; gelen fırtınalar onu sallar ama baş eğdiremez. Hayatımızı yönlendirecek ve davranışlarımızı belirleyecek düşünce yöntemine ilişkin seçim yapmamız, hayatımızı istediğimiz gibi yaşamanın, veya mutluluğun, kafamızda çözümlenmesi demektir. Huzur ve doyumun olmazsa olmaz şartı, insanın kendisine dürüst olmasıdır. Kendine dürüst olmayan insanda, toplumsal, özel ve iş hayatlarında memnuniyetsizlik, hırçınlık, iç sıkıntısı, kaygı gibi olumsuzluklar kendini gösterir. Herkesin tüm hayatı süresince kaçınılmaz olarak yaptığı sayısız seçimin, özellikle etkili olanlarının, doyurucu ve kalıcı olabilmesi için, insanın kendini tanıyıp ne istediğini bilmesi gerekir. Kendine dürüst olan kişinin ise, hayatını kendisinin yönlendirmesi ve denetlemesi şansı çok daha fazladır. Böylece başkalarının üzerimizdeki etkisine ve olayların bizi yönlendirmesine karşı, seçimlerimizde ön plâna biz çıkarız. Kendi irade ve tercihlerimiz yerine, dış etkilerle seçmek zorunda kaldığımız yollarda doyumsuzluk hissetmemiz çok olası. Bu huzursuzluktan ise ilişkilerimiz olumsuz etkilenir. Üstelik bu durumda mutsuzluğumuzun nedenini yanlış olarak karşımızdaki insanlarda buluruz. Bütün bunlar ise kişinin hayatına gereksiz karmaşa getirir.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |