%@ Language=VBScript %>
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |
Sayın A. Gürkan Aktoluğ'a gönülden teşekkürlerimizle.
MEVLANA VE FELSEFESİ
Bir
şeb-i aruz sonrası,
"Yabancı
değil, sizin köyün halkından
Bir dostum, semtinizde bir yer arayan!.
Düşman da görünse çehrem, olamam düşman,
Acemce söylesem de Türküm aslen."
Diyen ve bir Türk mutasavvıfı olan Mevlana Celaleddin-i Rumi yi bir nebze olsun tanıyabilmek ,düşüncelerini anlayabilmek için öncelikle onun yaşamış olduğu zaman dilimini, bu zaman içinde yaşadığı hayatı, hayatındaki safhaları bu safhalarda verip aldıklarını, kısaca gözden geçirmenin uygun olacağı inancındayım.
İlk
olarak MEVLANA sıfatı üzerinde durmak istiyorum. Mevlana Arapça da MEVLA'dan
anlamına gelen ve sarıklı ulemaya hitap da kullanılan bir kelimedir. Bir çok
mevlana mevcuttur. Ancak Celaleddin-i Rumi ile bu sıfat o kadar iç içedir ki
MEVLANA denilince cümlemizin aklına Celaleddin-i Rumi gelmektedir.
Doğum
tarihi bir miktar tartışmalı ise de genellikle kabul edilen; 1207 tarihinde
HORASAN'ın BELH şehrinde doğmuş olduğunu söyleyebiliriz.
Onun
doğduğu ve büyüdüğü tarihlerde dünyanın yaşadığımız bölgesi ve
yakın çevresi büyük bir istikrarsızlığı yaşamaktadır. MOĞOL istilası
insanlarda korku ve güvensizlik dolu bir yaşam tarzı geliştirmiş, göç, sürgün
ve ümitsizlik bu tarzın ayrılmaz bir parçasını teşkil etmiştir.
Bu
zor duruma Mevlana’nın hayatının büyük kısmını geçirdiği Selçuklu
İmparatorluğu'nun da yıkılmak üzere olduğunu eklemek gerekecektir.
İşte
böyle bir dünyaya 1207 tarihinde gözlerini açan Mevlananın Babası Sultan
ül ulema namıyla anılan Bahaeddin Veled bin Hüseyin Bin Hatibi, Annesi ise,
BELH Emiri Sultan Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Hz. Mevlana anne ve
babası tarafından devrinin ve bulunduğu yerin seçkin ve kültürlü bir
ailesine mensuptur.
Bahaeddin
Veled kimine göre Moğol istilasından, kimine göre ise kayınpederinin Harzem
Şahı ile arasının açılmasından dolayı ailesi ve müritleri ile beraber
Belh şehrinden göçe karar verir ve önce Bağdat'a gelirler.
Bahaeddin
Veled Bağdat dan hac görevini ifa için ayrılır, daha sonra Şam, Halep ve
Erzincan'a uğrayarak Akşehir üzerinden Larende'ye bugünkü ismi ile
Karaman'a gelir ve yerleşir. Bütün bu yol boyunca babası ile beraber olan
Mevlana, hem geçtikleri yerlerden hem de babasının yakın çevresinde bulunan
kişilerden etkilenmiş görgü ve bilgisini arttırmıştır. Bu arada evlenme
çağına gelen Mevlana Karaman da Belh şehrinden beri beraber oldukları Şemseddin
Lala Semerkandi'nin kızı Gevher Hatun ile evlenmiş, bu evlilikten iki erkek
çocuğu Sultan Veled ile Alaaddin Mehmet dünyaya gelmiştir. Devrin hükümdarı
Alaaddin Keykubat'ın ısrarlı davetini sonunda kabul eden Sultan-ül Ulema ,
Mevlana, eşi ve çocukları dahil olmak üzere ailesi ile beraber yedi yıl
kaldığı Karaman'dan ayrılır ve Konya'ya yerleşir. Konya'da babasının
etrafında büyük bir ilim muhiti bulan Celaleddin-i Rumi asrın alimleri ile
beraber olmanın mutluluğu içinde onlardan çok şey öğrenmeye çalışmış,
babasının 1231 yılında ölümü üzerine onun yolundan yürümeğe başlamıştır.
Babasının
eski öğrencilerinden Tirmizli Seyyid Burhaneddin Muhakkik ile buluşuncaya
kadar tam bir şeriat insanı olarak vaaz vermiş, fetva çıkarmış ve şeriat
hükümlerini uygulamıştır. Seyyid Burhaneddin Şeyhini aramak için Konya'ya
geldiğinde Onun öldüğünü yerini de oğlu Celaleddin'in aldığını öğrenir,
bundan mutluluk duyar ve 9 yıl kadar bir süre Mevlana'nın yanında kalır.
Bu
süre içerisinde Mevlana kendisinden çok şey öğrenir. Gene bu süre içerisinde
Seyyid Burhaneddin'in de etkisi ile Şam ve Haleb'e giden Mevlana, Halavi'ye
medresesine devam eder ve Konya'ya döner. Artık Camilerde vaaz veriyor,
Medrese de fıkıh ve din hakkında dersler anlatıyordur.
Mevlana'nın
bu düzenli hayatı Seyyid Burhaneddin'in Konya'dan ayrılarak Kayseri'ye dönmesinden
sonra da devam etmiştir.
Ancak
1244 yılında günlerden bir gün Konya'ya gezgin bir derviş gelir ve Şekerciler
hanına yerleşir. Bu derviş Tebrizli Şems adıyla tanınan Şemseddin
Muhammed Tebrizidir.
İster
iplikçi camiinin önünde olsun; isterse Şekerciler hanındaki peykede bu iki
veli bir vesile ile karşılaşırlar.
Şems-i
Tebrizi bir sual sorar, Mevlana cevaplar; Bu cevabı takiben kucaklaşan bu iki
insan altı ay kadar sürecek bir dost sohbetine çekilirler.
İşte
bundan sonra Hz. Mevlananın daha önceki düzenli yaşantısı tamamen değişir.
Artık medresede ders vermiyor. Camide Vaaz etmiyor. Müritleri ile
ilgilenmiyordur. Tek ilgi noktası Şems'dir.
İbdida
- name de oğlu Sultan Veled;
"Şemsin yüzünü görünce aydın gibi sırlar ona açıldı, görülmemiş
şeyleri gördü, kimsenin duymadıklarını duydu. Ona görül verdi, elden çıktı.
Yanında yücelik ile aşağılık bir oldu." diyor.
Abdülbaki
Gölpınarlı ise buluşma ve sonrasını şöyle anlatır. "Mevlana Şems
ile buluştuğu zaman adeta yıkanmış, arınmış suyu, zeytinyağı konmuş,
fitili bükülüp yerleştirilmiş ve yeri neresi ise oraya asılmış bir
kandildi. Yanarsa bütün dünyayı aydınlatacak ne ışığı azalacak, ne yağı
tükenecek, nuru günden, güne parlayacak, ıssılığı andan, ana artacaktı.
Fakat bir kibrit, bir alev, bir şule lazımdı kandili yakmağa. Ve işte Şems
bu görevi yapmıştır. Ama o kandil yanınca kendisi de bir pervane kesilmiş
varlığından geçip gitmişti."
Mevlana'daki
bu değişiklik halk tarafından hoş karşılanmaz.
Bu
hoşnutsuzluk nedeni ile Şems-i Tebrizi 1246'da Konya'dan ayrılır. Bu ayrılık
Hz. Mevlana'yı, içine kapalı kimse ile görüşmez bir kişi yapar.
Bir
süre sonra Şems'in Şam'da olduğunu öğrenir. Oğlunu Şam'a gönderir. Oğlu
Şems-i yeniden Konya'ya dönmeye razı eder. Dönüşü müteakip Hz. Mevlana
eski coşkulu yapısına kavuşur. Ancak halkın hoşnutsuzluğu yeniden şehri
sarar. Bu sefer hoşnutsuzlar arasına Mevlana'nın küçük oğlu Alaaddin Çelebi
de katılmıştır.
Günlerden,
bir gün Şems Sultan Veled'e :
"Bir gün öyle bir suretle kaybolacağım ki kimse beni bulamayacak."
der. Ve 1247 yılında aniden ortadan kaybolur. Bir daha da bulunamaz. Bu
ortadan kaybolma hakkında muhtelif rivayetler mevcuttur.
Hz.
Mevlana Şems-i tamamen kaybettiğini anlayınca eskisi gibi derslerine döner.
Artık Şems-i kendi mevcudiyetinde aramaktadır.
Bir
gün kuyumcular çarşısından geçerken bir dükkanın içerisinden gelen
ritmik bir ses onu dükkanın önünde durdurur. Bu ritme uyarak sema etmeye başlar.
Dükkan Selahaddini Zerkubinin dükkanıdır. İçeride çırak altın varak dövmektedir.
Zerbuki çırağına devam etmesini, ritmi bozmamasını tembihler dükkanın önüne
çıkar. Ve semaya katılır.
Hz.
Mevlana bu sefer, onda Şems-i bulmuştur. Böylece başlayan sohbet dostluğu
Zerkubi'nin ölümüne kadar 10 yıl devam eder bu arada oğlu ile Zerkubi'nin kızını
evlendirir.
Zerkubinin
ölümünden sonra halifelik makamını Urmiyeli Çelebi Hüsameddin Bin Ali Türk'e
verir.
Hüsameddin
Çelebi Hz. Mevlana'nın ölümüne kadar 10 yıl süre ile onun yanında
bulunur. Bu 10 yıllık süre Mevlana'nın en verimli dönemidir. En büyük
eseri olan MESNEVİ bu dönemde Mevlana'nın söylediklerinin Hüsameddin Çelebi
tarafından kaleme alınması suretiyle tamamlanmıştır.
İlk
18 beyit ise Mevlana tarafından yazıya alınmıştır.
Mevlana Mesnevi tamamlandıktan kısa bir süre sonra 17 Aralık 1273'de varlık
alemine göçmüştür.
Bu
hayat serüveni içerisinde başlıca beş eser vermiş olup. Bunlar;
1.
Fihi Ma Fih (Ne varsa içindedir)
Mevlana'nın çeşitli yerlerde verdiği derslerde yaptığı sohbetlerin
toplanmasından meydana gelmiştir.
2.
Divan-ı Kebir
Şems'in ilk kayboluşundan sonra söylediği gazel ve rubaileri kapsar 40.000
civarın da beyiti havidir.
3.
Meclis-i Saba (Yedi öğüt)
Mevlana'nın kürsüden verdiği vaazlar ile sohbetlerinin toplanmasından
meydana gelmiştir.
4.
Mektubat
Devrin yöneticilerine, kadı ve müritlerine yazdığı mektuplardır. 147
civarında mektubu ihtiva eder.
5.
Mesnevi
26.000 beyiti havi 6 ciltlik en büyük eseridir.
Yukarıda
özetlemeye çalıştığımız hayat yolunda yürürken meydana getirdiği beş
eseri ile; gününün insanları üzerinden, kıyamete kadar yeryüzüne gelecek
bütün insanlara hitap eden bu büyük mutasavvıf; Hayatını Kur'an ve
Peygamber sözüne endekslemiştir Ancak O, yaşarken, günü yaşayan, dünya
nimetlerini de göz ardı etmeyen: Beyni ve elleri ile Allah'a ulaşmaya çalışırken,
ayakları ile yaşadığı dünyayı hisseden bir alimdir.
Tasavvufta,
İNSAN, varlığın gayesi ve sonudur. Her şey Tanrıdan gelir ve Tanrıya dönecektir.
İnsan aşk merdiveninden Tanrıya basamak, basamak yükselir Mevlana'ya göre aşk
yaratıcının vasıflarındandır. İnsan, neyi, kimi severse sevsin bu sevgi
aslında gerçek varlığadır. Bu sevgi insanı hırstan, benlikden kurtaracak
tek yoldur. Gerçeğe ancak bu yolla ulaşılabilir.
Celaleddin'e
göre aşk bir haldir. Anlatılamaz, ancak yaşanır. Bu nedenle;
Aşk, diyorsunuz nedir bu aşk dediğiniz diye soran bir müridine sadece:
"Ben ol da bil" demiştir. Divan-ı Kebir Mevlana'nın yaşadığı bu
aşk halinin şiirleri ile doludur.
Ancak
Mevlana'ya göre gerçeği arayan kişinin dünyadan, dünya nimetlerinden kaçmasına
gerek de yoktur. Çünkü, dünya Tanrının tezahürüdür.
Kaçınılması gereken ise sadece gaflettir.
"Bizde
riyazat yoktur. Yolumuz baştan başa yaşayış yoludur. Huzur ve Barıştır."
der.
Bütün
yaşantısı bu bakımdan diğer sufilerin dışındadır. Mevlana ayakları
yerde olan gerçekçi bir mutasavvıftır. Dünyayı, görerek, duyarak yaşamıştır.
Bütün söyledikleri Dünya ile yeryüzü ile ilgilidir. Mevlana'da tasavvuf yaşayan
bir ahlak sistemidir.
Ona
göre dinlerin gayesi birdir. Ayrı olan sadece gidiş yollarıdır.
O, sadece tevekkül ile yaşanan bir hayatı da kabullenmez ve Peygamberin bir
hadisine işaret ile;
"Dedi Peygamber yüksek haykırışla,
Tevekkülle beraber, devenin dizini bağla."
Onu tanımak, onun fikirlerini anlamakla ancak mümkündür. O da sadece onun satırlarında gizlidir.
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |