<%@ Language=VBScript %> Evrenin ve İnsanın evrimi Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

 

Prof. Dr. Mehmet Kerem DOKSAT'a gönülden teşekkürlerimizle,

 

 

EVRENİN VE İNSANIN EVRİMİ

Evrim ve tekâmül kelimeleri aynı anlamdadır ve evolution karşılığıdır. Ben, tamamen kişisel bir tercih olarak, her iki terimi de seviyor ve birbirinin eş anlamlısı olarak kullanıyorum. Pozitif bilimsel birikimlerin ışığında, adına ister Büyük Patlama (Big Bang), ister Yaratılış, ister Genesis ister başka şey densin, bir “ilk andan” ve ondan sonra meydana gelen “ilerleyişten” inanarak bahsetmek için elimizde yeterince delil mevcuttur. Bu ilk patlamadan sonra her şey dağılıp gideceğine, bir araya gelerek tekâmül sürecini başlatmış, subatomik parçacıklardan galâksilere, cansızlardan canlılara sürekli bir ilerleme olmuştur. Bu tekâmülün, gelişmenin canlılar âleminde de sürmemesi işin hiç bir sebep yoktur ve, nitekim, aynen de öyle olduğuna dâir muazzam sayıda pozitif bilimsel gözlem, araştırma, bulgu mevcuttur. Bu âşikâr gerçeklere rağmen bir kısım din âlimleriyle bilim adamları arasında uzun zamandır süren, göz ardı edilemeyecek bir kavga yaşanmaktadır. Atın ağzında kaç diş olduğunu İncil'i tefsir ederek hesaplamaya çalışan din adamları arasından çıkan genç bir piskoposun, “bir at bulsak da ağzını açıp saysak” dediği işin aforoz edilmesinin benzeri bir ufuk darlığı hâlâ pek çok kişinin zihnini karartmaktadır. Aslında kavganın biri emprik, diğeri psikolojik iki sebebi olduğu söylenebilir: 1) Kendisi esasen bir papaz olan Charles Darwin’in bu işlerin tesâdüfen geliştiğini söyleyerek, her türlü ilâhî müdahale fikrine kapıyı tâ baştan kapamış olması, 2) Özellikle semâvî dilerde yaratılmışların en şereflisi, Tanrı’nın sevgilisi gibi sıfatlarla anılan insanoğlunun antroposentrik veya homosentrik tutumu sebebiyle, amip, ayı, inek ve - hele nedense buna pek bir kızılıyor, belki de gerçekten bize çok benzedikleri için - maymunlarla akraba olduğunu kabûl etmeyi hiç mi hiç içine sindirememesi! İnsanlarla maymunların arasındaki evrimsel bağlantıyı “insan maymundan gelmektedir” şeklinde ifâde etmek yanlış olacaktır. Evet, bizlerin en yakın akrabaları maymunlar ama sâdece ve sâdece onlarla aynı filumdan geliyoruz ve, pek muhtemelen, yarasaya veya fareye benzeyen ortak bir atamız var; Lumley Woodyear’ın deyişiyle “İnsandaki gelişmeyi maymunlarda da görüyoruz; onlarda da bir evrim ve gelişme var. İnsanın atası maymun değil ama bizlerle akraba, hattâ amcazâde olduklarını söyleyebiliriz.” Gerek Müslüman, gerek Hristiyan gerekse diğer dinlerden pek çok müfessirin, düşünürün, mutasavvıfın ve mistiklerin evrimi kabûl, hattâ ilân eden ifâdelerin kutsal kitaplarda da yer aldığını söylediklerini görüyoruz. Son zamanlarda, bir dönem için Avrupa insanını inim inim inleten Ortaçağ taassubunun baş mimarı Katolik Kilisesi’nin dahi bu konuda geri adım attığını tebessümle müşahede ettik. Demek ki, hâlâ sekter bir şekilde kutuplaşmayı sürdürenleri bir tarafa bırakacak olursak,dinlerle müspet ilim bu konuda ters düşmüyorlar. Zâten, sırf dinî konular değil, ideolojik, felsefî her şey için söz konusu olan, kendisi gibi düşünmeyeni en azından aşağılayan - mümkünse mahvetmeyi tercih eden -, adına yobazlık denen illet olmasa, bu iki müessese aslâ ters düşmeyecekleri gibi, birbirlerini tamamlayıcı ve teşvik edici bile olabileceklerdir. Tarih, her iki ucun da ibret verici örnekleriyle doludur. Teist bir sinir-bilimci olan büyük bilim adamı Eccles ile, agnostik bir filozof olan ünlü Popper’in unutulmayacak seviye ve kalitedeki tartışmaları bunun en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır; yalnız, iki büyük düşünce adamının da ortak bir yönleri vardı: İkisi de âşikâr bir gerçek olarak karşımızda duran tekâmülü kabûl ediyorlardı.

Hâl böyle olunca, sorunun şekli de, mâhiyeti de değişiyor: “Evrim var olmasına var da, bunu Allah (Tanrı, God, Yahova, Ulu Yaratıcı, veya istediğiniz herhangi başka bir isim de kullanılabilir) dediğimiz ilâhî bir kudret mi yönetiyor, yoksa her şey olacağına varacak şekilde kendiliğinden mi gelişiyor?” Yâni bir finalite (gâiyet), hattâ teleoloji (ereksellik) mi söz konusu yoksa sâdece determinist, materyalist ve kozal (illî) bir perspektifle, kör tesâdüflerin sonucunda mı hep ileriye doğru bir gidiş var? İsteyen istediğine inanabilir! Ama, ortada evrim denen bir vâkıa var ve, bilim adamına düşen görev de, inancı veya ideolojik tercihi ne olursa olsun, bu hâdisenin tabiî mekanizmalarını, işleyiş prensiplerini ve sonuçlarını gene müspet ilimle, ayakları bu dünyanın ölçülüp biçilebilir realitesinden kopmadan incelemek, araştırmaktır. 

Büyük Patlama’nın yaklaşık 15 milyar sene kadar önce meydana geldiği hesaplanmaktadır. Bu rakamı 13 ilâ 18 arasında ifâde eden araştırıcılar arasındaki bu ufak (!) hesap farklılıklarının sebebi, evrenin gittikçe genişlediği ve daha uzak gök cisimlerinin daha yüksek hızla birbirlerinden uzaklaştığının yanı sıra, Büyük Patlama’nın en önemli delili kabûl edilen fon görültüsüne (uzayın her tarafından eşit olarak gelen bir parazit) dayanarak Hubble sâbitinin değeri konusunda henüz tam bir fikir birliğine varılamamış olmasıdır. Bu uzaklaşma bizim gözlemleyebildiğimiz evrenin sınırlarında ışık hızına yakındır. Büyük Patlama’nın her yönden eşit olarak algılanan “fosili” olan bu fon paraziti sâdece 2.7 Kelvin sıcaklığındadır. Amo A. Penzias ve Robert W Wilson 1965’de ilk ölçümleri yaparken önceleri bu “parazitin” âletlerinin üzerine düşen güvencin pisliklerinden kaynaklandığını zannetmişlerdi! İlk patlayan şeyin ne olduğu konusunda muhtelif kozmolojik teoriler mevcuttur; fizik bilgini Alan Guth “bütün evren kararsız bir enerji alanının bir kuantum - mekanik çalkalanması sonucunda meydana gelmiştir” diyerek Big Bang’i izaha çalışmıştır. Bu karmaşık bilimsel ifâdenin günlük lisana tercümesi, maddesiz saf enerjinin bir varoluşa sahip olmadığı hatırlanacak olursa, “her şey hiçlikten meydana geldi” şeklindedir. Bilim tarihinin klâsik cilvelerinden biri olarak kaydedelim, Bir papaz olan George-Henri Lemaitre 1920’lerde ve daha sonraları, 1940’larda ünlü fizikçi George Gamow ilk olarak Big Bang fikrini öne sürdüklerinde bilim dünyası gülüp geçmişti! Bilebildiğimiz evrenin büyüklüğünü dahi zihnimizde canlandırmamız âdeta imkânsız olmakla beraber, bir fikir verebilmek işin şu örneği verelim: Eğer ışık hızıyla giden bir taksiye binseydik, bir uçtan öbürüne ancak otuz milyar senede varabilirdik! Bütün bilimsel bulgular Büyük Patlama’nın lehine olduğu için, bu teori a fortiori bir özellik kazanmıştır. Materyalist yaklaşımı korumak ve Büyük Patlama fikrinin dinlerle bilimin buluşması anlamına gelebileceği kaygısıyla, yaratılış kavramını silmek için ortaya atılmış Durağan Hâl Teorisi (Steady State Theory) ise evrenin ezelden beri böyle olduğunu, birbirlerinden uzaklaşan ve kaybolur gibi görünen maddenin yerine sürekli olarak yeni maddenin “oluştuğunu” iddia etmektedir. Büyük Patlama’nın kalıntısı olan fon gürültüsünün ve mütemâdi genişleme-uzaklaşmanın keşfiyle, bu teorinin pek prestiji kalmamış durumdadır.

Büyük Patlama’dan hemen sonraki ilk anlarda neyin nasıl olduğuna dâir kesin bilgilerimiz yok fakat oldukça güvenilir bilimsel kestirmeler mevcut. Büyük Patlama’dan 10-36 saniye sonra (saniyenin milyonda milyonda milyonda biri) evren bir bezelye cesâmetindeydi ve sıcaklığı 1015 (10 milyar milyon milyon) santigrat dereceydi. 1/100 saniye sonra evrenin sıcaklığı yüz milyar santigrat civarındaydı. Bu sıcaklıkta madde plâzma hâlindeydi ve atomlar oluşmamıştı. 1/10 saniye sonra sıcaklık otuz milyar, 1 saniye sonunda on milyar, 14 saniye sonra da üç milyar dereceye indi. İlk üç dakikanın sonunda ise bu rakam bir milyar dereceydi. Soğumayla beraber elektron, pozitron, nötrino ve foton gibi parçacıkların oranları, yapım ve yıkım süratleri de değişti. Soğuma ve genişleme sürdükçe, birkaç yüz bin sene zarfında elektronlarla çekirdekler birleşerek hidrojen ve helyum meydana geldi. Zamanla daha büyük atomlar, moleküller, uzay cisimleri ve galâksiler, güneşler, gezegenler oluştu. Büyük Patlama’dan sâdece 2 milyar sene sonra dahi galâksilerin oluştuğunu biliyoruz. Evrendeki güçler elektromanyetik güç, zayıf nükleer güç, kuvvetli nükleer güç, çekim gücü gibi tiplere bölündü ama aslında hepsi aynı gücün yansımaları olmalıydı. Kayıp madde, antimadde, karadelikler gibi oluşumların varlığı sonraları keşfedildi. Kaotik gibi görünen bu gelişmelerin müthiş bir kozmik bütünlük içerisinde seyrettiği inkâr edilemez bir manzara arz etmektedir. Gerek cansızlar gerekse canlılar âleminde tekâmülün tipik hususiyetleri şöyle özetlenebilir: a) Evrim, dâima, daha basitten daha karmaşığa doğru olmuştur; b) Evrim, dâima, muhafazası daha kolay olandan daha zor olana doğru olmuştur; c) Evrim, dâima, ihtiyacı kalmayan öğelerini bertaraf edip, gerekli alan öğelerini inkişaf ettirerek cereyan etmiştir d) Sonuç olarak evrim, dâima, daha sofistike ve frajil sistemlerin gelişmesi yönünde gerçekleşmiştir. Halbuki, entropi kanunu muvacehesinde olaya bakarsak, bunun tam aksinin cereyan etmesi, her şeyin dağılıp gitmesi gerekirdi! Neden öyle olmadı?

Güneş sistemi ve dünya yaklaşık 4.6 milyar sene kadar önce oluştu. En eski kayalar 3.8 milyar sene önce teşekkül etti. Prekambrian Çağ jeolojik tarihin ilk 4 milyar senesini (%85'ini) oluşturur. Paleozoik Çağ 600 ilâ 225 milyon yıl öncesine kadar sürmüştür ve jeolojik zamanın %10'unu oluşturur. Mezozoik Çağ 225 ilâ 65 milyon yıl öncesine verilen isimdir ve %4'lük kısmı kapsar. Hâlen içerisinde yaşadığımız Senozoik Çağ ise son 65 milyon seneye verilen isimdir, %1,5’luk kısmı kapsar ve hakkında en çok şey bildiğimiz dönemdir. İlk canlıların 4 milyar sene kadar önce ortaya çıktıkları tahmin edilmektedir. En tipik ve ortak evrim merkezî sinir sisteminde cereyan ettiği için, bu sistemin gelişimi rehber alınacaktır. Canlılar âleminde aynı evrimsel koldan gelen gruplara, benzer genetik özelliklere (DNA yapısına) sâhip olan ve evrimsel açıdan akraba olan türlerin içerisinde bulunduğu evrimsel kollara filum (phylum) denir.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |