<%@ Language=VBScript %> Evrenin ve İnsanın Evrimi Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

Birkaç tip evrimin iç içe cereyan ettiği yazılır

1. Filetik evrim: Yeni türlerin ortaya çıkmasına yol açan evrim. Fosillerde doğrudan gözlemlenebilen evrim budur. Bir popülasyon içerisindeki genetik çeşitlilik ne kadar fazlaysa, evrimleşme ihtimali de o kadar artmaktadır çünkü, “hayırlı” mutasyon ve eşleşmelerin gerçekleşmesi ihtimâli, “genetik havuzun” genişlemesiyle, daha da yükselmektedir. 

2. Mozaik evrim: Tür içerisinde dış görünüşün değişmesi, mesela bedenin belli bir bölgesinin zamanla adaptif değişimlere uğraması ve bunun sonraki nesillere aktarılması. Kedigillerin muazzam sayıdaki alt-türlerinde bunun örneklerini görmek mümkündür.

3. Fenetik evrim: Türün ortamdaki özelliklere intibak etmesi çabası içerisinde ortaya çıkan veya tabiî etkilerin yarattığı evrim. Mesela, Bergmann Kuralı’na göne politipik sıcakkanlı türlerde alt-türlerin vücut cesâmetleri habitatın soğumasıyla artar (kutup balinalarını düşününüz); kezâ Allen Kuralı’na göre, sıcakkanlı türlerde habitatın ısısı yükseldikçe kulaklar, kuyruk gibi uzantı-organların cesametinde artma olur (filleri düşününüz) çünkü buralardan ısı atımı kolaylaşacaktır.

4. Tedricî ve nokta nokta evrim: Fenetik evrimin daha seçici ve özel şartlar altında oluşanıdır. Bâzı aniden ortaya çıkıp kaybolan türlerin böyle oluş mekanizmalarını ifâde eder. Bazı “yaşayan fosiller” buna istisnâ teşkil etmektedir: Lingula kabuklusu ismindeki bir kafadan bacaklı cinsinin yaklaşık 450 milyon senedir hayatını sürdürdüğü bilinmektedir. Bir sürüngen olan tuatara’nın da (sphenodon punctatus) takriben 200 milyon senedir pek az şekilsel değişikliğe uğrayarak hayatını idâme ettirdiği bilinmektedir. Mavi ve yeşil algler ise dünyanın en eski yaşayan organizmaları olarak ta Prekambrian Çağı’ndan beri denizleri süslemeye devam etmektedir. 

MERKEZÎ SİNİR SİSTEMİNİN EVRİMİ

Dünyanın oluşmasından yarım milyar yıl kadar sonra, günümüzden yaklaşık 4 milyar yıl önce, kabuk tabakasındaki ilkel okyanusların tuzlu sularında ilk organik moleküllerin gelişip bir nev’î zarla çevrelenecek şekilde bir araya geldikleri ve, bu suretle oluşturdukları kozervat denen canlılık öncesi oluşumlardan da, ilk tek hücreli canlıların ortaya çıktıkları düşünülmektedir. Bu moleküllerin ortamdaki çeşitli gazları ve diğer kimyasal maddelerin ısı ve ışık enerjisinin etkisiyle oluştuğu fikrinin yanı sıra, panspermi diye adlandırılan, uzaydan bir göktaşı veya benzeri gök cismi üzerinde taşınarak gelmiş olabileceğini de iddia edenler mevcuttur. Eğer böyleyse bile, menşeini aldığı yerde de benzer süreç yaşanmış olsa gerekir. Bunların tek çizgili bir DNA’ya sâhip oldukları ve basit, iptidaî bir fotosentez mekanizması sâyesinde ultravioleden ve diğer dalga boylarındaki ışığın öldürücü etkilerinde kurtuldukları zannediliyor. Bu yarı-geçirgen ve küçük delikçikler ihtiva eden zarın, dış ortamın çok zehirli ve yıpratıcı vasfından dolayı, mikroorganizmanın iç dengesini koruyabilmek için geliştiği, bir yandan da çevredeki diğer organizmalar tarafından salgılanan çeşitli maddelerle seçici bir temas kurulmasını sağladığı, bu sâyede de ilk organik bilgi alışverişinin başladığı tahmin edilmektedir. Zamanla, gerek korunma gâyesiyle, gerekse çeşitli hayatî fonksiyonların sürdürülmesinde işbirliğinin hayatta kalmayı kolaylaştırmasının sonucunda, bu organizmalar kolonileşmeye başladılar; bu gelişmenin 3.5 milyar sene kadar önce gerçekleştiği düşünülmektedir. Çeşitli fosil incelemelerinde, bu tek hücreli organizmaların stromatolitler ismi verilen büyük yığınlar halinde kule gibi tabakalar oluşturdukları tesbit edilmiştir. Hücreler arası bağlantı ve çekimin yürütülmesi ve çevreyle olan alışveriş başlıca üç yolla olmaktaydı: Kimyasal maddeler, vibrasyon ve basınç gibi fiziksel etkileşimler ve radyasyonun (ısı, ışık vs.) algılanması. İşte, zamanla hücrelerin zarlarında bu modaliteleri algılayacak özel yapılar gelişmeye başladı ki, bunlara reseptör denir. Mikroskopik plândaki bu evrim makroskopik olarak da cereyan etti. Denizlerin zarif süslerini oluşturan mercanların adaleyle nöron (sinir hücresi) arasında bir hücre yapılarının ve çetişli reseptörlerinin olmasının yanı sıra, koloni hâlinde yaşamaları, evrimin her bir plânda devamlılık arz ettiğinin muhteşem bir numunesidir.

İlk tek hücreli prokaryositler (çekirdeği bulunmayan ilkel hücreler) basitçe kendi DNA’larının kopyalarını imâl ederek çoğalıyorlardı. Dünya tarihinin ilk 1 milyar senesi boyunca atmosferin metan, amonyak ve karbon dioksidden ibâret olduğuna, oksijenin ya hiç mevcut olmadığına ya da çok az bulunduğuna işâret eden pek çok bulgu mevcuttur. Muhtemelen bu canlılar oksijeni bir artık madde olarak çevreye yayıyorlardı ve benzer canlılar hâlâ denizleri süslemekte, O2 istihsâl etmektedirler. Denizlerde ortaya çıkan bu O2 atmosfere yayıldıkça, güneş kaynaklı radyasyonun etkisi sonucunda meydana gelen fotoşimik reaksiyonlarla ozon (O3) meydana geldi ve günümüzde bâzı kimyasal maddeler sebebiyle zarara uğrayan ve öldürücü ışınlara karşı doğal bir kalkan vazifesi gören ozon tabakası tâ o dönemlerde, yüz milyonlarca yıl zarfında oluştu. Bu sâyede hayat denizlerin daha üst tabakalarına tırmanabildi, sonunda da denizlerden çıkabilip çeşitlenebildi, O2’ye bağlı hayat formuna geçilebildi. Yaklaşık 3 milyar sene içinde, O2 soluyan ve artık madde olarak CO2 salıveren canlılarla, bunun tam tersini yapanlar arasında dinamik bir denge kuruldu; bu temel biyokimyasal işlemle hayatını sürdüren hayvanlar ve bitkiler gelişip bollaştılar ve gezegenimizin hâkimiyetini ellerine geçirdiler. Ara formlar hâlâ hayatlarını sürdürmektedirler. Tek hücreli bazı canlılar ortamda yeterince besin bulunduğunda hayvan gibi davranarak onları “yemekte”, bulunmadığında ise bitki gibi davranarak fotosentez yoluyla enerji istihsâl etmeye başlamaktadırlar. Kuraklık dönemlerinde akciğerimsi organları, sular bollaştığında süzgeçlerini kullanarak hayatlarını sürdüren akciğerli nehir balıkları da evrimsel ana türlere ve canlıların muazzam adaptasyon kaâbiliyetine basit birer örnek teşkil eder. Bilinen en mütekâmil hücre türü olan nöronun ortaya çıkabilmesi için elzem olan bol oksijenli ve glükozlu ortamın gelişebilmesi için üç milyardan fazla sene gerekti.

700 milyon sene önce süngerler evrimleşti ve 50 milyon sene zarfında (650 milyon sene kadar önce) nöron ortaya çıktı. Düz solucanlarda ilkel fotosesitivite, 600 milyon sene önce de ilkel beyinler gibi fonksiyon gösteren gangliyonlar ve yumuşak vücutlu omurgalılar gelişti. 500 milyon sene önce ilk omurgalılar, zırhlı balıklar ve ilkel beyin lobları gelişti. İlkel beyin diyebileceğimiz talamus da 500 milyon sene önce evrimleşti. 460 milyon sene önce ilk kara hayvanları zuhur etti, 420 milyon sene önce de karalarda bitkiler bollaştı. Evrim ilerledikçe heyecanî, mistik ve artistik her türlü uç yaşantıların âdeta merkezi olacak amigdala denen beyin çekirdeğinin bu dönemde ortaya çıktığını görüyoruz. 175 milyon sene önce dinozorlardan kuşlar evrimleşti (dinozorlar, muhtemelen, 65 milyon sene önce Meksika Körfezi yakınına düşen bir meteorun yol açtığı buz çağı sebebiyle tarih sahnesinde silindiler). 150 milyon sene önce ilk memeliler ortaya çıktı, beraberlerinde beynin en mütekâmil tabakası olan neokorteksi de getirdiler. 100 ilâ 70 milyon sene önce ilk primatlar tekâmül etti. 50 milyon sene önce oksipital ve temporal loblar müthiş gelişme gösterdi. Bizim de atamız olan ilk proto-primatlar 45-50 milyon sene önce zuhur etti ve böcek yiyen, fareye benzer yaratıklardı. 40 milyon sene önce Afrika’da ilk maymunlar ortaya çıktı ve ağaçlardan karalara inip yaşamaya intibak gerçekleşti. 5-10 milyon sene önce hominidler (insanımsılar) tekâmül etti. Afrika’da, yaklaşık 2.5 milyon sene önce dik olarak ayakta duran ve âlet kullanan insanımsıların bulunduğuna delâlet eden kalıntılar bulunmuştur ve bu hominidin 1.5 milyon yıl boyunca Afrika’dan ayrılmamış olduğu tahmin edilmektedir. Gürcistan’da 1.8 milyon, İspanya'da 1 milyon, Almanya'da 600 bin sene öncesine ait insanımsı kalıntıları bulunmuştur. Bunların kemik, kafatası ve çene yapıları da farklıdır. Zamanla insanın kafatasının yapısı beyzbol topuna benzemekten çıkıp futbol topununkine benzemiştir. 3-5 milyon sene önce Australopithecus türleri dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıktılar. 2-3 milyon sene önce homo habilis (elli adam) evrimleşti, homo erektus (ayakta duran adam) ve Cro-Magnon adamlarında başparmak iyice tekâmül etti. Homo erektus Afrika ve Avrasya’da 300 bin sene öncesine kadar yaşamıştır, bu türün tâ 500 bin sene önce ateşi kullanmayı keşfettiği, kozmetik ve artistik amaçlı madde kullanımını gerçekleştirdiği bilinmektedir. 200 bin sene önce homo sapiens (farkında olan adam) evrimleşti, homo sapiens sapiens (farkında olduğunu farkında olan adam) ise 50 ilâ 40 bin sene önce evrimleşti. 34-30 bin sene kadar önce Cro-Magnon ve Neanderthals adamları iyice gelişti, 25 bin sene kadar önce frontal lob (beynin alın kısmı) bu günkü haline doğru tekâmül etti.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |