<%@ Language=VBScript %> Evrenin ve Hakikatin Araştırılması Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

KARADELİK NEDİR? KARADELİĞİN EVRENDEKİ ROLÜ NEDİR?

Beraberce inceleyelim...

Sıfir hacimde, sonsuz büyük yoğunlukta ve tekil halde olan evren çekirdeği, yani kozmik yumurta. "Büyük Patlama" ile parçalanarak evreni oluşturmaya başladı ve evren 15 milyar yılda bugünkü durumuna geldi. Dolayısıyla kozmik bir huni veya göksel elektrik süpürgesi gibi sembolize edilebilen karadelikler, her şeyi yutarak sıfır hacme ve sonsuz büyük yoğunlukta tek bir nokta haline dönüştürmektedirler.

Teorik fiziğin bu kuramına göre, belli bir zaman gelecek ve tüm evren bu karadeliklerden geçerek ilk evrenin oluştuğu çekirdek durumuna mı gelecek? Ve bu çekirdek yeniden parçalanarak yeni bir evreni mi oluşturacak?

Başka bir yaklaşımla ve aklı selimimizin sınırları içinde bu belirtilen durumuna göre,

-İçinde yaşadığımız evren acaba ilk evren midir?
-Yoksa ara evrenlerden biri midir?
-Ya da ilk ve son evren midir?

Bilimsel verilerin yetersiz olduğu bu şartlar altında mikro ve makro kozmolojik bilgiler karadelik içinde madde ile antimaddenin, parçacıklar ile anti parçacıkların karşılaşarak etkileşim kurduklarını ve birbirlerini yuttuklarını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, her şeyin karşı bir ikizi oluşmakta ve bunlar birbirlerini yok etmektedirler.

Acaba bu tür bir senaryo evrenin sonunun nasil olabileceği hakkında bir fikir verebilir mi?

Karadeliklerde oluşan olayların ışık hızından daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesi sonucu ışık emilerek dışarıya hiçbir şey kaçamamaktadır. Başka bir tanımlamayla karadelikler bütün sırlarını içinde saklamaktadırlar. Yani, belki de evrenin yaradılışının, aslının ve yok oluşunun sırrı da burada yatmaktadır.

Yazımın başından beri incelemeye çalıştığım evren galaksilerden oluşmaktadır. Galaksiler belli bir düzende ve belirli bir sistematiğe göre evrende dağılmışlardır. Kümeler halinde bulunurlar ve düzenli ve düzensizdirler. Kümeler ise gök adaları ve yıldızlar ile farklı yapılardan oluşur. Her bir yapı evrenin bütünlüğünü tamamlayabilmek, onu güzelleştirmek ve gizemini arttırmak için tasarlanmamış mı? Bu tasarımın olağan üstü bir güç, bir yaradan tarafindan yaradılmış olmamasına olanak var mı?

Evrenin derinliklerine ulaşmak, aklı selimin sınırları içinde bu yapının oluşumunun anlaşılması için kendimizi incelememiz ve kendi iç evrenimizde hakikati aramamiz gerekmektedir.

Bizler, Tanrı tarafindan tasarlanan ve o ilk an ile yaratılıp bu aşamaya gelen evrende birer birey ve bu düzenin oluşmasında gerekli birer damla olarak kendi iç evrenimizde hakikati aramalıyız.

Düşüncelerimiz ve deneyimlerimiz emaneten taşıdığımız bedenimiz içinde şekillenerek oluşmakta ve zihnimiz sürekli olarak bunu bedenimizden tamamen ayrı olarak değerlendirmektedir. Özümüzün derinliklerinde "sevgi" ve "inanç" bulunursa, o tekilliği ve basit yalın saflığı hissetmemiz kolaylaşacaktır şüphesiz.

Sonuç olarak, bir taraftan sırlar, hikmetler ve hakikate ulaşmak için araştırılan konular; diğer taraftan bilime dayalı sezgilerimiz, zaman içinde gelişmemize öncülük edeceklerdir.

Evrene gücümüz yettiği kadar baktığımızda, gerek güineşimiz ile onun dokuz gezegeni arasında ve gerekse samanyolumuz ve evrendeki diğer milyariarca galaksilerin, milyarlarca yıldız, gezegen ve uydular arasındaki çekim kuvvetleri, etkileşimler ve her şey Tanrı tarafindan mucizevi bir şekilde tasarlanmış, ayarlanmış  ve dengelenmiştir.

Sırların çözülmesi, bilinmeyenlerin bilinen, bilinemeyenlerin de bilinebilir olmasinin tek yolunun bilgi ve hakikatin araştırılmasıyla gerçekleşebileceğidir.

Biz insanlar, kendi özümüzde bulunan en büyük ve evrendeki sonsuzluklar arasında, gezegenimiz üzerinde ve fakat maddi kainatın bilinmeyen bir noktasında bulunuyoruz. Peki biz evrenin neresindeyiz? Bunu hiç düşündünüz mü? Böyle bir durumda duyu ve duygularımızın doğadaki etkinliği çoğalsa bile, yine de sınırlıdır. Evrende mevcut olay ve olguları, doğrudan ve dolaylı olarak algılıyor, ancak onun ötesinde dünya koşullarıda ulaşmamıza izin verilmeyen sonsuz meçhuller, sırlar hikmetler, ve bilinmeyenlerin var olduğunu izliyoruz.

Tanrı'nın bizlere verdiği akıl ve hikmet ile elde ettiğimiz bilgiler ile, doğadan elde ettiğimiz bilgilere şöyle bir bakacak olursak, bilinmeyen o bilgi okyanusunda daha kum tanesi bile olmadığımız ortadır. Bu okyanusun içinde oluşan, sırlar ve hikmetler Tanrı'nın yarattığı mucizelerdir. Mucizedir çünkü; mutlak bir zeka tarafindan yaratıldıkları için, sırrına ve hikmetine tam ulaşamadığımız için birer mucizedir. Mucizelerin çok az bir kısmının dahi anlaşılması hakikati arama yolunda acaba biraz ilerlememizi sağlayacak mı acaba?

Mutlak ve üstün zeka tarafindan yaratılan, zihin ya da ruh iç evrenimiz içinde zihinsel "töz" dür. Bu töz ne duyarlar tarafindan algılanabilir ve ne de uzayda yer kaplar; özel niteliği "düşünmektir" yada daha doğrusu "bilinçtir". Bu bilinç ise bedeni yönlendirmekte ve idare etmektedir.

Öyleyse, iç mikro evrenimizden dışa yönelmeyi ve evren içinde yer almayı görüyor ve yaşıyoruz. Bu düzenli ve sistematik makine, yani bedenimizin içinde evrenin sonsuz boyutlarının ve karmaşasının şaşkınlığında sistematiği ve oluşumu; ve nerede ne olduğumuzu arıyoruz! Bu sürekli arayış ve çabalama hakikatin aranmasından başka bir şey olabilir mi?

Bu yaklaşımlardan da anlaşılacağı gibi, ruh yada iç evrenimizde bulunan zihin yer işgal etmez, boyutsuzdur ve uzayda değildir. Peki, o öyleyse, ruh zamanda mıdır? Bu sorunun cevabı herhalde evettir. Eğer ruh algılarımızın kaynağıysa, o zaman, bu bizim zaman algımızı da içermelidir. Böylece insanda oluşan zihinsel süreçlerin zamana bağlantılı olduğu ortaya çıkmaktadır. Örneğin, planlama, umut etme, bekleme gibi. Hepsi zamanla ilişkilidir. Böylece zaman içinde önce ve sonra ilişkisi ruh tarafindan aşılmakta ve ruhun ülümsüzlüğü ortaya çıkmaktadır.

Peki. Bedenin doğumundan önce ruhun durumu hakkında ne biliyoruz? Boyut ve bedeni olmayan "ruh" Tanrı tarafindan insan embriyosuna aşılanmakta mı? Yoksa Tanrı tarafından zamanda yaratılarak maddeye aşılanmakta mıdır?

Bütün bu soyut yaklaşımların temelinde hakikat yatmakta olduğundan, kendi iç evrenimizin sınırlarını ve hakikati bilimsel olarak arama yollarını sevgi ile birlikte kurmalıyız.

 

Ali Nezihi BİLGE

13.06.2001 

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |