<%@ Language=VBScript %> İNSANIN ANLAM ARAYIŞI Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

20 yy.da yaygın bir olgu olan “varoluş boşluğu”, insan soyunun gerçek anlamda insan olduğu zamandan beri uğradığı iki kaybın sonucudur. İnsan tarihinin başlangıcında, insanoğlu temel hayvansal içgüdülerinin bazılarını yitirdiğinden, hayvan davranışlarını yönlendiren, ona otomatikman güvenlik sağlayan bazı özelliklerden sonsuza kadar yoksun kalmıştır. Bunun sonucunda insan, o zamandan beri, duruma göre tercihler yapma, karar verme zorundadır. Gelişiminin daha sonraki dönemlerinde, davranışlarına payanda olan geleneklerini de hızla kaybetmeye başlamıştır. Artık içgüdüler ona ne yapılacağını söylemediği gibi, gelenekler de ne yapması gerektiğini söylemiyor. Bazen, kendisi dahi ne yapmak istediğini bilmiyor. Bunun yerine, ya başkalarının yaptığını yapmak istiyor, ki bu uymacılıktır (konformizmdir), ya da başkalarının ona yaptırmak istediğini yapıyor, ki bu totaliterciliktir. Böylece çağımızın insanı, kendisinde hissettiği  içerik eksikliği nedeniyle, can sıkıntısı ve keder arasında sıkışıp kalıyor. Sonuçta anlam arzusunun hüsrana uğramasıyla yüzeye çıkan varoluş boşluğu, güç arzusu, para arzusu, zevk arzusu, hatta cinsellikle telâfi olarak kendini gösteriyor. 

Frankl, yaşamın anlamı sorununun genel bir yanıtını herhangi bir insanın verebileceğinden kuşku duyduğunu söylüyor. Zira, ona göre, yaşamın anlamı, kişiden kişiye, günden güne, saatten, saate değişebilir, fakat bir anlamın varolmasını sürdürmesi hiç bir zaman sona ermez. Bu yüzden asıl olanın , hayatın genelde anlamının ne olduğu değil, belirli bir kişinin, belli bir andaki spesifik cevabının ne olduğudur diyor. Bu konuda Frankl, şöyle bir benzetme yapıyor. Hayatın anlamına genel bir yanıt vermek, bir satranç şampiyonuna, “Üstad, satrançta en iyi hamle hangisidir?” sorusunu sormaya benzer. Bir satranç karşılaşmasında taşların son konumu ve rakibin kişiliğine özgü durum göz önüne alınmadan, en iyi hamleyi hatta iyi bir hamleyi söylemek mümkün değildir ki. Bu insanın varoluşu için de geçerlidir. İnsan, yaşamda soyut bir anlam aramamalıdır. Hayatta herkesin yerine getirmesi gereken somut bir ödevi ve bunu sağlayacak özel bir misyonu vardır. Bunu ondan başkası gerçekleştiremeyeceği gibi, o kişinin hayatı da tekrarlanamayacağından, herkesin görevi benzersizdir. Benim anladığımca Frankl bununla, sizin aracılığınızla eyleme dökülen bir canlılık, bir yaşam gücü, bir enerji, hızlanma ve çeşitlenme vardır; ve tüm zamanlarda sizden yalnızca bir tane olduğu için bu eylem ifadesi eşsizdir diyor. Ayrıca, kişinin onu uygulamak için sahip olduğu spesifik fırsat da benzersizdir. Yani, bu fırsat kaçtı mı, yerine gelecek olan, kaçandan bir şekilde farklı olacaktır. Hayattaki her bir durum, insanın üstesinden gelmesi gereken ve çözmesi beklenen bir olgu olduğu için, yaşamın anlamı sorusu aslında tersine çevrilmelidir. Böylece en sonunda bir insanın, hayatının anlamının ne olduğunu sorması yerine, bu soruya muhatap olanın kendisi olduğunu anlaması lâzımdır. Başka deyişle, her kişi, yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanır. Ve her insan yaşama, kendi hayatıyla cevap verebilir, çünkü yaşama yanıt vermek, hayatta sorumlu olmakla mümkündür. Yaşamda şanssızlıklar ve zorluklara yenik düşmüş kişiler, artık yaşamdan bekledikleri hiç bir şey kalmadığını söyleyerek kendilerini, ve dolayısıyla hayatı, koy verirler. Böylelerine nasıl bir karşılık verilebilir? Hayata bakışlarında kökten değişiklik yapmaları gerektiği, ve aslında önemli olanın, hayattan bizim ne beklediğimiz değil, hayatın bizden ne beklediği olduğudur. Viktor Frankl, cevabın lâf veya derin düşünme (tefekkür) olmadığını, doğru eylem ve doğru tavırdan ibaret olduğunu vurguluyor. Yaşam son çözümde, onun problemlerine doğru yanıtı bulma sorumluluğunu üstlenmek, ve bireyin önüne sürekli koyduğu ödevleri yerine getirmektir. Bu nedenlerle, yaşamın anlamı, bir kapalı devreymişçesine algılanan insanın kendi içi ve insan ruhunda değil, dışımızdaki dünyada aranmalıdır.

Frankl’a göre de en son anlam, insanın sınırlı olan entelektüel kapasitesinin kavrayamayacağı, o kapasitenin üstünde bir şeydir. İnsandan istenen, bazı varoluşçu düşünürlerin savladığı gibi, hayatın anlamsızlığına katlanmak yerine, akıl yoluyla onu kavramasının imkânsızlığına katlanmaktır. Çünkü anlam mantıktan daha derindir.

Bu zihnî egzersizde başından beri dile getirilen, fizikselliğin üzerine çıkmak; kendimizden daha önemli bir amaç veya kendimizden başka bir şey için yaşamak; yaşamın sonluluğu; Hayatın bilmediği yarınını bir optimuma getirmek; yaşamın dokusunu sağlam ve kaliteli tutmak; anlamın sürekli değişkenliği ve insan tarafından kavranmasının olanaksız olduğu, yolundaki açıklamaların hiç birini doğru bulmayıp, hayatın tek anlamının üremek ve yaşamı devam ettirmek olduğunu düşünenler var. Frankl bu görüşe karşı çıkıyor; zira eğer tek anlam üremek olsaydı, o zaman hayatın kendisi anlamsız olurdu, ve kendisi anlamsız olan şeyin, sadece ebediyen tekrarlanıp sürdürülüyor olması, o olguyu anlamlı yapmazdı diyor.

Görüldüğü gibi yazının sonuna geldiğimiz halde, daha önce de belirtildiği gibi, herkesin aklının, gönlünün yattığı bir açıklamaya ulaşamadık. Bu hakikaten neden böyledir diye sorulacak olursa, cevap sakın şöyle bir şey olmasın: Belki de yaşamın anlamının gizliliği, erişilmezliği, evrenin şifreli bir kasa olmasında, ve şifrenin de, kasanın içinde kilitli tutulmasındadır!... Ne dersiniz?

Güngör Kavadarlı
12
.10.2001

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |