<%@ Language=VBScript %> HAYAL, GERÇEK, HAKİKAT Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 SAYFA> | 1 | 2 | 3   

 

            Dünyanın gerçeği özneldir. Biz bütün dünyada olacakları kendi seçimimizle kararlaştırırız. Sokaklar ve otoyollar her yeri diğer yerlere bağlar, ama her sürücü gitmek istediği yeri kendi seçer. İster güzel kırlara gider, isterse arabasını çöp alanına sürer. İster Üniversiteye, isterse bara gider. İsterse ufukları aşar, isterse bir çukurun içinde ha bire gidip gelir. İsterse de park eder hiçbir yere gitmez. Her şey bizim elimizdedir. Hayata başladığımızda her birimize bir blok mermer verilir. Onunla heykel yapacak alet de verilir. Onu ya el değmemiş durumda arkamızdan sürükleriz, ya parçalar çakıl gibi dökeriz, ya da görkemli bir biçime sokarız. Şu anda çevrenize bakın. Gördüğünüz ve dokunduğunuz her şey bir zamanlar görünmez bir fikirdi, ta ki birisi onu varlığa kavuşturmayı seçinceye kadar. Mutluluk haline dönüşmeyecek felaket ve felaket haline dönüşmeyecek mutluluk yoktur. Mademki kendi dünyamızı, kendi gerçekliğimizi kendimiz yaratıyoruz, ne hak edersek tam ona ulaşırız. Dolayısıyla kendimize yarattığımız hayattan nasıl yakınabiliriz? Bunun bizden başka suçlusu mimarı var mı dır? İstediğimizde onu bizden başka kim değiştirebilir?

            Büyük Çin düşünürü Lao Tsu şöyle der:

            Yoldan bir doğar,
            Birden iki,
            İkiden üç,
            Üç den on bin şey doğar;
            Bütün varlıklar uyum içinde,
            Yin’i barındırır, yen’i kucaklar.

Hakikatin tek, gerçeğin ise çok olduğunu bundan iyi nasıl anlatılabilir ki? Felsefi açıdan bakıldığında, Maya birleşik şuuru farklılaştırdığı için kişi nesneyi kendisinden ayrı şey ve böylece nesneleri de evrenin içinde sayısız parçalara ayrılmış olarak görür. Halbuki çeşitlilikten birlik doğar. Pek çok kere, hayalimizde canlandırdığımız şeyin sonunda bulduğumuzun tıpkısı olduğunu görürüz.

            Zihin boşaltılmalıdır. Hakikat ancak boşaltılmış bir zihne ulaşır. Zihin kendini tamamlamalıdır, çünkü ancak kendini tamamladığı zaman, arzu içine girmez. Zen ustasının bütünüyle saf ve lekesiz zihninde, varlıklar ve olaylar bir ayna misali görünüme gelirler ve gene aynı şekilde görünümden kaybolduklarında, zihin o saf ve lekesiz haline geri döner. Bu nedenle zen’de “an”lık zaman yaşanır, zamanın akışı yoktur. Onun için her yaşanan an sonsuz kalitesinde değer taşır. Zihnin kavuşabileceği en yüksek özgürlük işte budur. Bunun tasavvuf’taki karşılığı ölmeden evvel ölmektir. Ölmeden evvel ölmek hırsları denetim altına almaktır, çünkü ölenin hırsı olmaz ve ne yapılırsa yapılsın dünyayı fethe yetmez. Tutkusu olmayan gizliyi görür; Tutkusu olan ise yalnızca görüneni. Unutulmamalıdır ki derdin çokluğu benliktendir. Benlik olmasa dert olurmuydu?  Bu konuda Lao Tsu şöyle der:

            Aşırı düşkünlük büyük harcamalar gerektirir,
            Çok şeye sahip olanın kaybı da çoktur.

            Sana yeteni bilirsen, rezil olmazsın.
            Nerede olacağını bilirsen, beladan uzak olursun.
            Bu yolla uzun yaşamak olasıdır.

Gene aynı düşünür bir başka deyişinde

            Bakınca görmediğimiz şeye sadelik deriz.
            Dinleyince duymadığımız şeye incelik deriz.
            Anlamaya çalışıp
da kavramadığımız şeye giz deriz.

            Bu üçü bütünüyle keşfedilemez, böylece bütünleşip bir olurlar.
            Ne yukarısı parlaktır, ne de aşağısı karanlık.
            Sürüp gidendir, isimsizdir, yeniden hiçliğe döner.

            Bunun adı, biçimsizliğin biçimi, hiçliğin imgesidir.
            Bunun adı zihinsel soyutlamadır.
            Ona bak; yüzünü görmezsin, takip et; sırtını görmezsin.

            Bilge, bütünlüğü bir dünya tasavvuru bilir.
            Kendini görmediği için açık seçiktir.
            Kendini göstermediği için göze çarpar.
            Kendini övmediği için, işinde ustadır.
            Kendiyle gurulanmadığı için, uzun ömürlü olur.
            Kendiyle yarışmadığı için, kimse onunla yarışamaz.

demektedir. Tutkular ve görece dünya konusunda Yunus Emre:

Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan mülk te yalan,
Var biraz da sen oyalan.

diyerek son noktayı koymaktadır.

            Hakikatin görüntülerle ilgisi yoktur. Bizim o dar görüş biçimimizle de ilgisi yoktur. Hakikat ifade edilmiş sevgidir, katıksız ve kusursuz sevgi. Zaten görece olan mekanın ve zamanın değmediği bir sevgi. Kendini dünyayla bir, evrenle bir, yani her şeyle bir hissedip içinin dayanılmaz bir sevgiyle dolmasıdır. Hakikat o dur. Doğru da o dur. Ondan ne çıkardığımız ise bize kalmıştır. Tıpkı hacı Bektaş Veli’nin söylediği gibi:

            Hararet nar’dadır, sac’ta değildir
            Keramet baştadır, tac’da değildir
            Her ne arar isen kendinde ara
            Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir.

 

Sıtkı Aytaç
06.10.2002

KAYNAKLAR

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |