<%@ Language=VBScript %> ABD'DE DEMOKRASİ Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Seçiciler Kurulu (Electoral College)

            Seçiciler Kurulu, dünyada benzeri olmayan, eski ve akıl karıştıran bir kurumdur. Akıl karıştırır, çünkü ne bir seçim örgütüdür ne de bir kuruldur. ‘Seçici’ unvanı sadece kağıt üzerinde yasal bir tanımlamadır. Hemen hemen her eyalette geçerli olan yasaya göre, seçiciler, başkanlık seçiminde o eyaleti kazanan adayın adı yazılı oylarını bir zarfa koyup posta ile göndermek zorundadırlar. Sonuçta seçiciler kurulu hiçbir zaman toplantı yapmaz. Dolayısıyla, her eyalette seçimi kazanan başkan adayı, o eyaletin seçici oylarının tümünü alır. Adayların aldığı oy yüzdelerine bağlı bir oranlama yoktur, o eyalet için çoğunluk sistemi uygulanmış gibidir. Bu yüzden Seçiciler Kurulu oyları genel oy dağılımını bozar.

            Her eyaletin Seçici sayısı, o eyaletin Kongredeki temsilci sayısına göre belirlenir. En küçüğü, örneğin Wyoming eyaleti  3, en büyüğü Kaliforniya ise 54 Seçici oya sahiptir. Toplam Seçici sayısı 538 dir, çünkü Temsilciler Meclisinde 438, Senatoda 100 üye vardır. Temsilciler Meclisi içine başkent Washington D.C. eyaletinin Kolombiya bölgesinin 3 üyesi de dahildir.

            Benzersiz ve bazılarına göre eksantrik bir kurum olan Seçiciler Kurulu, 1787’de toplanan Anayasa Konvansiyonundaki pratik zekalı ‘kurucu babaların’ bulduğu pragmatik bir orta yol çözümüdür. Philadelphia’da o sıcak yaz mevsiminde, yeni mecliste temsil şeklinin nasıl olacağı, nüfusa mı yoksa eyaletlere mi dayanacağını içeren o en tartışmalı konuda kurucular sonunda bir çözüm bulmayı başardılar. Doğal olarak, Virginia ve New York gibi kalabalık eyaletlerin delegeleri, nüfusa dayalı temsili savundular. Rhode Island ve Delaware gibi küçük eyaletlerden gelenler ise her eyalet için eşit sayıda temsilci olmasını. Bu nedenle, ‘Büyük Uzlaşma’ denilen ve önemi sonradan anlaşılan, Senato ve Temsilciler Meclisinden oluşan iki meclisli sistem üzerinde karar kılındı.

            Meclis temsili için sağlanan bu ilk uzlaşma, yeni yaratılan bir makam olan Başkanlık için yapılacak seçim hakkındaki diğer sıcak bir tartışma ile de doğrudan ilişkili idi. Delegeler yeni ABD hükümetinin en kuvvetli kanadının Kongre olacağını varsaydılar, fakat aynı zamanda, federal hükümetin baş yöneticisi olma rolü dolayısıyla, Başkan’ın sembolik bir konumdan daha ileri bir önemi olacağını da kabul ettiler. Başkan seçimi için yöntem konusunda delegeler çok değişik görüşlere bölünmüştü. Alexander Hamilton, George Washington’un kral olarak seçilmesi konusunda ateşli bir önerge verdi. James Madison, Başkan’ın doğrudan genel seçimle gelmesini savundu. İki aşırı uçta görünen bu öneriler gereken desteği bulmadı. Diğer öneriler arasında Başkan’ın eyalet meclisleri veya yeni Kongre tarafından seçilmesi vardı, fakat bu iki yöntem de, bu yeni makam için delegelerin gerekli gördüğü bağımsız güç tabanını sağlamakta yeterli değildi. 

            Sonunda, milletvekili seçiminde uzlaşma için kullanılan formülün aynısının burada uygulanması kararı alındı. Seçiciler Kurulu denilen hayali bir kurum yaratılarak, değişik endişelere karşı bir çözüm sağlanacaktı. Bu sistem, yalnızca küçük eyaletlerin büyüklere karşı dengelenmesini sağlamayacak, aynı zamanda, tehlikeli görülen ‘popüler demokrasiye’ doğru kayma eğilimine karşı da bir tampon görevi yapacaktı. Her eyalet kendine özel bir oy hakkına sahip olduğu için bu endişe zaten giderilmiş oluyordu. 

            Büyük çoğunluğu değilse bile, çoğu delegenin, Seçiciler Kurulunu, yalnızca tartışmalı bir konunun çözümünde kullanılan bir düzenek olarak değerlendirdiği, arşiv kayıtlarındaki kanıtlardan açıkça görülür. Başkan seçiminde gerçekten de her seçicinin bağımsız olarak, ayrı bir kurum gibi görev yapıp yapmayacağı konusunda soru işaretleri vardı. Aslında gerçekten de seçiciler hiçbir zaman bir grup olarak bir araya gelmediler. George Washington’un ilk başkan olacağı kabul ediliyordu ve rakipsiz olarak seçildi. Seçiciler Kurulu üyelerinin kendi eyaletlerinin seçmen tercihlerini yansıtacak şekilde oylarını göndermeleri, 19.yy başlarında, artık düzgün yürüyen, yerleşik bir uygulama haline gelmişti. Anayasanın ilk kurucuları, o zamanki acil politik soruna buldukları pratik çözümün, hala geçerliliğini koruduğunu ve kimin ABD’nin Başkanı seçileceği konusunda hala çok önemli etkisi olduğunu görseler herhalde çok şaşırırlardı.

            ABD’nin ilk kurulduğu zamanki zayıf, tarıma dayalı, az nüfuslu halinden bugünkü haline doğru geçirdiği büyük değişime rağmen Seçiciler Kurulu sistemi devam etti. Seçiciler Kurulu sisteminin hala korunuyor olması, herhangi bir Anayasa değişikliğinin uzun ve zahmetli bir süreç gerektirmesi gerçeğinden ziyade, pratik politik nedenlere bağlıdır. Evet, Anayasa değişikliği için Kongre’nin her iki meclisinde üçte iki oy çoğunluğu ve sonra da her eyalet meclisinde dörtte üç oy çoğunluğu gerekir. Fakat Seçiciler Kurulunun kaldırılması konusundaki esas endişe, ilk kuruluşta çözüm getirdiği bir konuyla doğrudan ilintilidir, yani küçük ve büyük eyaletlerin göreli etkileri sorununa. Hiç değilse, başa baş geçen seçimlerde, birkaç oyu olan küçük eyaletler bile seçimin kaderinde etkili olabilir. Eğer Seçiciler Kurulu sisteminin sağladığı, oy oranlarını bozabilme etkisi kaldırılırsa bu imkan bütünüyle yok olabilir endişesi vardır. Fakat başka bir açıdan bakınca, aslında belki de öyle olmayacağı görülür. Büyük eyaletlerin korkusu, Seçiciler Kurulunun sağladığı çoğunluk etkisi olmayınca (en çok oy alanın Seçici oyların tamamını alması), bazı adayların küçük eyaletlerde büyük çoğunluklar kazanma stratejisiyle kampanya yürütebileceğidir. Bu durum büyük eyaletlerdeki küçük çoğunlukları bastırabilir. Böylece büyük eyaletlerdeki kampanya harcamaları ve ayrılan zaman azalacaktır ve bunun yanında görülen ilgi ve değer de azalacaktır. Günlük politikada bilinmeyenlerden kaçınılır, ve Seçiciler Kurulunu kaldırmanın yaratacağı etkiler kesinlikle  bilinmeyenlerle doludur.

Dış Politikaya İlgi Gösterilmemesiyle Seçiciler Kurulunun İlişkisi

            Seçiciler Kurulu sonuçta sanki elli tane tek üyeli bölge varmış etkisi yaratmaktadır. Dolayısıyla her eyaletteki seçici oyların tamamını alabilmek için seçimlerde %50’den fazla genel oy çoğunluğu kazanmak gerekir. Sonuçta, önde giden adaylar, seçmenlerin çoğunluğu tarafından öncelikli kabul edilen konuları  ağırlıkla kapsayan bir orta yolu tercih ederek kampanya yürütmek zorunda kalırlar. Bu yüzden son seçim kampanyasında öne çıkan konular sağlık hizmetleri, eğitim ve sosyal güvenlik olmuştur.

            Seçim kampanyalarında dış politika konusunda niye fazla tartışma yapılmadığının bir başka açıklaması da Amerikalıların seçim anketlerine olan yatkınlığından ortaya çıkar. 2000 yılı Eylül ayında yapılan Washington Post/ABC anketi ve Temmuzdaki Gallup seçmen anketlerinin birleşik ortalamasının gösterdiği sonuçlar şöyledir: 

            Gene de, konuların önem sırasına göre dizilmesini isteyen, Ocak 2000 tarihli Gallup anketine göre daha iyi bir gelişme olduğu söylenebilir. O ankette, “askeri harcamalar” 20. Sırada, “ABD’nin dünya olaylarındaki rolü” 22.sırada çıkmıştı. Anketlerin sonuçları ne olursa olsun, son Başkanlık seçimlerinin gösterdiği husus, Amerikan seçmeninin, Başkanın dış politika konularındaki bilgisizlik ve ihmaline karşı büyük bir hoşgörüye sahip olduğudur.

            Bütün bunlar ve buna eklenebilecek açıklamalar,  ABD ile yakın ilişkileri olan ülkeler için pek tatmin edici değildir. ABD’nin ekonomik, askeri ve politik gücü, uluslararası bir gerçektir. Bunun küreselleşmenin gerektirdiği ekonomik büyümeye, ve çekişmelerin çözümünde yönetim önderliği yapmaya aktif bir şekilde katılmasının zorunlu olacağı sanılır. Bu bağlamda, kendi tüketici ve politik tercihleri kendi sınırlarının çok ötesinde dahi önemli etkiler yapan, nispeten iyi eğitilmiş Amerikan kamuoyunun, uluslararası konuları bu kadar ihmal etmesi veya çok az ilgi göstermesinin tatmin edici bir açıklaması yoktur.  Esas husus, bazı konulara ilgisizliğin veya uluslararası yaklaşımın askıda tutulmasının bir anlamı olup olmadığı değil, ABD’nin dünyadaki rolü üzerindeki tartışmaların Amerikan kamuoyunda niye derinlemesine yapılmadığıdır.

            Biliyoruz ki, ABD hükümeti, iş çevreleri, akademisyenleri ve Sivil Toplum Kuruluşu liderleri, dünya ile ilişkiler konusunda katılımcı ve bilgilidir. Bunun yanında, ülkemizde berber dükkanlarında bile Amerikan başkanlık seçimleri ve sonrasında gelecek etkileri hakkında konuşmalar yapılırken, Amerika halkının dış dünyadaki olaylar ve insanlarla fazla ilgilenmeyişini anlamak zordur. Halbuki, Amerika’nın çıkarlarıyla doğrudan bağlantılı olmayan dış sorunlara bulaşmamak ABD halkı için basiretli bir davranış gibi algılanırken, dış dünya bunu sorumluluktan kaçış diye görebilir. 

            Eninde sonunda, istikrarlı bir dünya herkesten  çok Amerikalılara yarar sağlayacaktır, ve istikrarı sağlamak için tasarlanmış pek çok uluslar arası politik ve ekonomik örgütlerin kurulmasına öncülük eden de ABD’ dir.  Bütün dünyadaki ekonomik ve stratejik çıkarları göz önüne alınınca, ABD’nin uluslararası sorunlarla karşılaştığında bir kenara çekilmesi beklenemez. Diğer ülkelerdeki insanlar, kendilerince önemli olan konulardan Amerika’nın kaçınmaya çalıştığını veya yanlış müdahale ettiğini gördükçe haklı olarak kızmaktadırlar. Çoğulcu demokrasi, insan hakları, özelleştirme ve şeffaflık gibi konularda herkese nasihat çeken Amerikan liderlerini düşününce bu reaksiyon anlaşılabilir bir durumdur.

            Adayların ülkenin yönetimine talip oldukları ve her dört yılda bir gelen bu tek önemli fırsatta, dış politikanın seçim gündeminde neredeyse bütünüyle ihmal edilebilmesi, ABD’nin üstünlüğünün ve ekonomik bolluğunun sunduğu lüksün bir başka göstergesi olabilir, fakat uzun dönemde bu geçerli midir? Dünya ülkelerin çıkarları açısından cevap kesinlikle hayır olmalıdır.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |