<%@ Language=VBScript %> YAŞAM VE SEVGİ Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

 

SEVGİ - KORKU - NEFRET İLİŞKİSİ

Tüm bilinç ve bilinçaltında oluşan ve depolanan düşüncelerimiz ve duygularımız, sevgi ya da korku kaynaklı olup, bu iki temel unsurla beslenir. Başka bir deyişle, her şey eninde sonunda bu iki duygudan birinin çevresinde oluşur. En sonunda sadece tek bir duygu vardır o da ”Sevgidir.” Korku bile sevginin ürünüdür. Etkin bir şekilde kullanıldığında sevgiyi ifade eder.

Günlük yaşamda sınırlı sayıdaki iç yaşantı “duygu”  olarak betimlenir. Duygular ve düşünceler, aslında ayrılmaz bir bütün olmasına karşın sözel ifadelerimizde, bu iki faktörden biri ön plana çıkar. Örneğin, bir toplantıda “uzun süre oturmak insanı sıkar” denildiğinde, daha çok düşünce ifade edilmiş olur. Eğer “ben oturmaktan sıkıldım” denirse, duygu ifade edilmiş olur.

Duygular katmanlar halindedir. Genellikle bu katmanlarda sıra:

Nefretin altında öfke, öfkenin altında hayal kırıklığı, hayal kırıklığının altında incinme, incinmenin altında ise korku vardır. Duygular ifade edilirken genelde bu sıra izlenir. “Senden nefret ediyorum” diye başlanan cümle, “Korkuyorum. Seni kaybetmek istemiyorum ve ne yapacağımı bilmiyorum” ile biter. Sevgi gerçekten öldüğünde, istenildiği zaman tekrar canlanamaz. Ama sadece bir nefret bulutuyla kaplanmışsa, nefret dağıldığında, sevgi tekrar ışıldayabilir. Bu konuda Indra GANDI’nin bir özdeyişi bu kavramla da örtüşmektedir: “Sıkılmış bir yumrukla, kimseyle tokalaşamazsınız.”

Yaşamımızda, duygularımızı fark etmek ve ifade edebilmek önemli olması  gerekirken, bunu gerçekleştirmede genelde zorlanırız. Özellikle erkekler ve otorite konumundaki bireyler ve yöneticiler. Ör: Babalar ve otorite konumundaki bireyler, duygularını ifade ederler ama olumsuz duygularını ve öfkelerini... Olumlu duygularını ve sevgi sözcükleriyle ifade edebileği duygularını, takdirlerini sıklıkla ifade etmekten kaçınırlar.

Sosyal ortamlarda sevgiyi ve korkuyu ifade etmek statüsü düşük, öfke ifade etmek ise statüsü yüksek bir davranış şekli olarak algılanır. Eğer erkekseniz, sevginizi ve korkunuzu açıkça ifade ederseniz ayıp olur, statünüz düşer; ama öfkenizi açıkça ifade ederseniz ayıp olmaz, tam tersine otoriteniz güçlenir. Muhtemelen de bu nedenle aile ortamında, öfkeyi ifade etmek babalara, sevgiyi ve korkuyu ifade etmek annelere özgü davranış şekli sayılır. Doğrusu bu mudur acaba? Hayır. Babalar ve iş hayatında da amirler ve yöneticiler, olumlu duygularını ve sevgilerini saklamaları konusunda genlerinin kendilerine yönelik taleplerini, aynen yerine getirmek zorunda değildir. Kendilerini eğiterek, öfke dışındaki duygularını da rahatça ifade etmeyi ve bunu bir statü koruma aracı olmaktan çıkarmalarını öğrendiklerinde, toplum olarak ilerlememiz hızlanacaktır.

Mantıklı düşünceler geminin dümeni, duygular ise geminin yakıtıdır.” Bu dünyada, kısa veya uzun bir yolculuğa çıkabilmek ve yolculuğu sürdürebilmek için yakıta (duygulara) gereksinimimiz vardır; duygularımız motivasyonumuzun kaynağıdır. Belirli hedeflere ulaşabilmek için de dümene (düşünceye) gerek duyarız. Ve şüphesiz, yakıt ile dümen (duygu ile düşünce) arasında da uyumlu bir koordinasyon gereklidir.

Sevgi, doğal bir duygudur. Sınırsız ve koşulsuz; açıkça ve utanmadan; normal ve doğal olarak sevginin ifade edildiği bir ortamda büyüyen her çocuk sevmenin ve sevilmenin hazzını yaşar. Ama koşullara bağlanan kurallarla, yasaklarla sınırlanan çarpıltılmış sevgi, kontrol ve manipülasyon aracına dönüşür, doğallığını yitirir.

Doğal sevginin ifade edilmesinin yanlış, ayıp, günah, kötü olduğu öğretilen çocukların, yetişkin olduklarında sevme ve sevilme konusunda cimri davranıp, sosyal çevreye uyumda güçlük çekecekleri yadsınmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yönüyle sürekli bastırılan sevgi, sahip olma duygusuna dönüşür. Sahip olama duygusu ise doğal olmayan bir duygudur.

Çoğumuz, anne–baba sevgisininin ne olduğu hakkında gereken bilgeliği, anlayışı ve sabrı ancak anne-baba olma yıllarını geride bıraktıktan sonra kazanabilmekteyiz.

Neden iki kar tanesi birbirine benzemez, biliyor muyuz? Çünkü aynı olması olası değildir. “Yaratılan” şey “kopya  değildir ve sadece Yaratıcı yaratabilir. Bu yüzden iki kar tanesi benzemez, iki ilişki birbirine benzemez, hiç bir şeyin ikisi(insanoğlundaki ikiz çocuklar bile) tıpatıp aynı olamaz. Evren ve içinde olan her şey tektir. Bu bağlamda, bir kişiye gösterdiğimiz sevgiyi aynen bir başkasına gösteremeyiz. Düşüncelerimizi, söz ve davranışlarımızı, tepkilerimizi asla kopyalayamayız. Tıpkı, bu duyguları hissettiğimiz kişinin de sevgisini de kopyalayamayacağı gibi...

Sevgi sözcüğünün karşıtı olan nefret ise, yiyeceklerden aldığımız tadı bile kaçırır. İncil şöyle seslenir:”Sevginin olduğu yerdeki bir ot yemeği, nefretin olduğu yerdeki bir et yemeğinden daha iyidir.”  Bu sözcük hakkında daha içerikli bir açıklamaya gerek var mı?

Erich Fromm ve diğer yazarların da üzerinde durdukları gibi bizi toplumumuzda sevmeyi öğretmekten alıkoyan unsurlardan en belirgini bizim “pazar eğilimimizdir”. Biz sevgiyi satın almak ve satmak için kullanırız. Bunun bir kanıtı birçok anne-babanın çocuklarına bakmalarına karşılık ondan sevgi beklemeleridir. Doğal olarak eğer anne-babası israr ederse, çocuk da yalandan bazı sevgi gösterilerinde bulunmayı öğrenecektir, ama eninde sonunda bir bedel olarak istenen sevginin aslında sevgi olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu tür bir sevgi sadece “kumdan yapılmış bir kaledir” ve genellikle de çocuklar genç yetişkinliğe geçtikleri zaman büyük bir gürültüyle çöker.

Sevgi, bütün kapalı kilitleri ve kapıları açan bir anahtardır. Açılmadı mı? Bir kez daha, bir daha çevirmeye çabalayalım anahtarı, sonuçta hem kilidin hem de sevgiye yönelen kapının açıldığını görebiliriz.

Dünyaya geldikten sonra, ölüme kadar insanın yaşamasını sağlayan sevgi değilmidir  ?  İnsan önce anne-babasını, kardeşlerini, arkadaşlarını, öğretmenini, karşı cinsini, eşini, çocuklarını, komşularını, akrabalarını sever. İnsana yaşama sevinci veren bu sevgidir. Bu öyle bir sevgidir ki, hiç bitmez, tükenmez, son nefese dek sürer. Öldükten sonra da dağıttığı sevgi oranınıda insan anılır ve ölümsüzleşir. Çünkü, hiç bir şey ölmez, her şey yaşar. Sevgi gibi.

Dünya, bizlerin doğumuyla birlikte, bizden kurtulmak için adeta özel bir çaba harcar. Takvimden her eksilen yaprak, onun bu ısrarının  en büyük kanıtıdır. Ama  bizler nedense bir sevgi açlığı içinde, hep dünyayı kurtarma çabası içinde olmayı yeğleriz. Hem de onun bizi tükettiğini bile bile... Amaçlarımız, beklentilerimiz, eylemlerimiz bu dünyanın üç boyutu içinde sıkıştıkça, sevginin itici gücünü kullanmadan kendimizi aşmamız olanaklı olmaz.

“...ve bizler bir süre sevilip sonra unutulacağız... Yaşayanlar ve ölüler için bir alan ve aralarında tek kurtuluş olan ve tek anlam taşıyan sevgi köprüsü bulunmaktadır.” Thornton WILDER

Sevgi dolu bir yaşam dileğiyle

Halit Yıldırım
11.01.2002

KAYNAKÇA

 1. LEO, Buscaglia                              : Sevgi
2. MAY, Rollo                                      : Kendini Arayan İnsan
3. WALSCH, Neale Donald              :Tanrı ile Sohbet
4. ZUKAN, Gary                                 : Mutlak Gücün Yolu
5. PECK, M.Scott                              : Az Seçilen Yol
6. CARNEGIE, Dale                          : Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak
7. Prof.DÖKMEN, Üstün                   : Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak
8. GOULSTON, Mark-                       
    GOLDBERG, Philip                      : Kendi Yolunuzdan Çekilin

 



 

 SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |