<%@ Language=VBScript %> YAŞAM VE SEVGİ Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

  

Sevgi hakkında bütün yanlış kavramların en güçlü ve yaygın olanı, "aşık olma" nın sevgiye eşit olduğu ya da en azından sevginin temel taşlarından biri olduğu inancıdır. Bir insan aşık olduğunda, hissettikleri "onu seviyorum" şeklinde olabilir. Ancak burada iki sorun kendini gösterir. 

Birincisi, aşık olma deneyiminin özellikle cinsellikle ilgili erotik bir deneyim olmasıdır. Çocuklarımızı derin bir sevgiyle sevdiğimiz halde onlara aşık olamayız. Onları çok beğensek ve ilgilensek de aynı cinsten arkadaşlarımıza (istisnalar hariç!) da aşık olmayız. 

İkinci sorun, aşık olma durumunun eninde sonunda geçici bir durum olmasıdır. Kime aşık olursak olalım, bu ilişki yeterince devam ederse, genelde er ya da geç ilişki sona erer. Bunun sonucunda, aşık olduğumuz kişiyi sevmekten vaz geçebiliriz. Romantizm'in açan çiçeği bir gün mutlaka solabilir.

Aşık olunca, hissetiğimiz subjektif sevgi aslında bir illizyondur. Bir çiftin arasındaki aşk bittikten sonra, ancak gerçekten sevmeye başlayabileceklerini söylemekle, gerçek sevginin köklerinin aşkta yatmadığı belirtilir. Tam tersine, gerçek sevgi çoğu kez, aşk duygusunun olmadığı bir ortamda, yani aşık olmadığımız halde sevgiyle davrandığımız zaman doğar.

Aşık olmak, insanın sınırlarını genişletmesi değil, geçici olarak sınırlarını kaldırması, onları çökertmesidir. İnsanın sınırlarını genişletmesi çaba ister; aşık olmak ise çaba gerektirmez. Tembel ve disiplinsiz kişiler de enerjik ve amaçlı kişiler kadar aşık olabilirler. Aşık olmayı, aslında başka konularda çok daha algılayıcı ve yönlendirici olan aklımızı karıştırıp, gözümüzü boyayarak bizi evlenme tuzağına düşürmek için genlerimizin bize oynadığı bir oyun olarak değerlendirmek olasıdır. 

Aşık olmak, nisbeten çabasız gerçekleştiği için gerçek sevgi değildir ve bütünüyle iradi ya da tercihsel bir eylem de değildir; insan neslinin devamına yardımcı olur ama onun gelişimine ya da ruhsal gelişimine yönelik değildir; sevgiye oldukça yakın bir duygudur.

Şişman olan çocuklarına daha çok yemek yedirmeye uğraşan anneler, oğullarına odalar dolusu oyuncak ve kızlarına dolaplar dolusu giysiler alan babalar; bir sınır koymayan ve çocukların hiç bir arzusunu reddetmeyen  ana babalar… Sevgi yalnızca vermek değildir; akıllıca, sağduyulu ve mantıklı bir biçimde vermek ve bazen de vermemektir. Sevgi, mantıklı övgü, mantıklı eleştiri demektir.

Özel yaşamımızda Sevgi ölçüsünde bereketli başka bir duygu yoktur. Çünkü, kişi sevgisinden; arzu, düşünce, irade, eylem gibi pek çok şey doğar, ancak sevgiden doğduğunu değerlendirdiğimiz bu olguların hepsini sevgi olarak betimleyemeyiz. Sevdiğimiz şeyi şu veya bu şekilde arzu ederiz ama, sevmediğimiz pek çok şeyi, bizi duygusal bakımdan ilgilendirmeyen şeyleri de arzu ederiz. İyi bir şarabı arzu etmek onu sevmek anlamına gelmez. Bir esrar tutkunu, zararlı etkileri yönünden ondan nefret eder ama, gene de arzular. Bir şeyi arzu etmek, onu sevmek anlamına gelmez. Ancak, arzular doyurulur doyurulmaz söner. Oysa, sevgi sonsuza dek doyumsuz kalır. Arzunun edilgen bir özelliği olup, bir şey arzu edildiğinde, arzu edilen şey ve nesne bize doğru gelir. Sevgi ise arzunun tersidir. Çünkü, sevgi baştan sona etkinliktir. Arzunun tersine biz, sevdiğimiz nesneye doğru gideriz , o bize doğru gelmez. Bu, belki de doğanın, insana, kendisinin dışına çıkıp başka bir nesneye yönelme olanağını tanıdığı en yüce etkinliktir Sevgi. 

Özetle, Sevgi merkezkaçtır, sevilene doğru gerçek bir ilerleyiştir, süreklidir ve akışkandır.

Eğer kendimizi sevemiyorsak, başkalarını da sevemez ve onların birbirlerini sevmelerine dayanamayız. Kendi benliğimize sevecenlikle yaklaşamıyorsak, bir başkasında böyle bir davranış biçimi gördüğünüzde içerlememiz olasıdır.

Ancak kendimize karşı şevkatle davranabildiğimiz zaman, kendini sevebilmenin ne olduğunu anlayabilir, bu ritmi yakalayabiliriz. Sonra sevgi ve şevkate umutsuzca ihtiyaç duyan başka insanlara bakabilir ve onlara sevgi ve şevkat göstermekten mutluluk duyabiliriz; büyüklük taslamazsak, gerçekten mutluluk duyabiliriz. Bu ruhun enerjisidir. Bu, ruhun algılayış biçimidir.

“Mutlak Gücün Yolu” adlı eserinde “Gary ZUKAV” bu algılayış için:” Her kişilik, frekansı ya da güçsüz yönleri kendisininkine benzeyen bilinçlere sahip kişilikleri kendisine çeker. Öfke frekansı öfke frekansını, açgözlülük açgözlülüğü çeker ve bu böylece sürüp gider. Bu çekim yasasıdır. Sevginin sevgiyi çektiği gibi, olumsuzluk da olumsuzluğu çeker. Onun için, kızgın bir insanın dünyası kızgın insanlarla, açgözlü bir insanın dünyası da açgözlü insanlarla doludur ve sevgi dolu bir insan, sevgi dolu insanların dünyasında yaşardemektedir.

Bu bağlamda; bireysel gelişim ögesinin bir kesitini çıkarmak gerekirse; iç içe iki daireyi kapsayan bir şekilden bahsedebiliriz.

İç Daire: Daha küçük olup, koşulsuz sevgi çemberi olarak betimleyebileceğimiz bu alanda, kalp kırmamak, hak yememek, hoşgörülü, onurlu, alçak gönüllü ve merhametli olmak gibi pozitif unsurlar yer alır.

Dış çemberde ise, nefret, inat, hırs, bağımlılık, kin ve kızgınlık gibi negatif unsurlar bulunur.

İçteki çember, dış çembere doğru sürekli yayılma eğiliminde olup, bir başka deyişle, iç çember dış çembere yaklaştığı oranda gelişim düzeyimiz yükselecektir. Bu çemberlerin birbiri üzerine tam örtüşmesi, çakışması durumunda ise, negatif unsurlar ortadan kalkacağından, “mükemmellik”kavramına ulaşabiliriz.

Aslında Dünya ve Evrenimiz mükemmellikten yoksun değildir. İsa’nın vurguladığı şekliyle;”Tüm günahlar bağışlanmayı, tüm çocuklar gelişme ve olgunlaşmayı, tüm olgunlar ölümü, tüm ölenler de “sonsuz yaşamı” kendi içinde taşır...”

O halde koşusuz sevgi her şeyin öz’üdür. Richard BACH’ın vurguladığı sözcüklerin anlamını da göz önünde bulunduralım; “Gereksinme duyduğum şey, başkalarının beni daha çok sevmesi değil, benim onları daha çok sevmemdir.” diyebilmektedir.

Gerçek, koşulsuz sevgi, duyarak, düşünerek, anlayarak verilen ve aynı şekilde alınan bir sevgidir. Sevginin hiçbir karşılığı beklenmez. Özden öze ve içten içe uzanan böylesine bir sevgi, güzellikleri oluşturur.

Koşulsuz sevgi, beyazın renklerle ilişkisidir. Çoğumuz, beyazı, renk yokluğu olarak algılarız. Beyaz, varolan tüm renklerin bileşimidir. Sevgi de öyle. Sevgi, duyguların (nefret, kızgınlık, şevhet, kıskançlık, şüphe) yokluğu değil, tüm duyguların bileşimidir. Ruhun koşulsuz sevgiyi deneyimlemesi için, her insani duyguyu deneyimlemesi gerekir.

Gerçek, koşulsuz sevgi, yalnızca öz eleştirisini yapabilen bilgili ve olgun kişilere özgü bir yetenek de değildir. Bilgisizlik ve bağnazlık içinde yaşayanlar, batıl inançlara ve dogmalara saplanmış olanlar da sevgi oluşturabilirler. Fakat onların sevgisi ya içtepisel (bilinçdışı) ya da fanatiktir. Böylesine bir sevgi, kişilere, insanlar arasında ayırım yapma ve ayrıcalık gütme eğilimi getirir. Bu da sevginin sınırlı kalması, ön yargılara ve koşullara bağlanması demektir. İnsan sevgisinin, hele ''insanlık sevgisi''nin yüceliği, ön yargılardan arınmış ve koşulsuz olmasındadır. 

Sevgi, bireysel ve toplumsal ilişkilerde dostluk ve kardeşliğin harcı (birleştirici katkı maddesi) olup, nasıl ki doğa, kendi yasalarıyla uyumlu bir mükemmellik düzeni içinde işlevini yürütürse, insan yaşamındaki mutluluk kaynağı ve göstergesinin şaşmaz düzen de insan sevgisidir.

İnsanlarda hücreler - organların çalışması sonucu hücre ve vücut düzeyinde biyo-elektrik akım ve yükü ortaya çıkar. Bu biyo-elektrik akım yükünü elektro aletleri ile saptayabiliriz. İndükleme yoluyla ortaya çıkan bu akımı dokunmatik TV. ve diger ev aletlerini açar-kapatırken kullanır, hisseder, gece yün giysilerimizi çıkarırıken kıvılcımlar halinde görebiliriz. Madeni bir cisme dokununca vücuttan madene geçen, hissedilen elektirik yükünün insanda yaptığı fizyolojik değişiklikler vardır. Örneğin: Romatizma ağrılarından kurtulmak için  ele ve ayağa takılan bakır ve manyetik bilezikler, bazı hastalıklarda uygulanan akupuntur, sinirliliği ve stresi atma için zaman zaman insanların kendini topraklaması, yalınayak gezme veya toprak hatlı ayakkabı kullanma  gibi.

İnsanların birbirlerini sevmesinin ancak bu biyo-enerji yükünün dengelenmesiyle oluşacağına dair düşünceler ağırlık kazanmaktadır. Çoğu kez, aynı biyo-elektrik yükü taşıyan kişiler hemen birbirlerini sever ve birbirlerine çabuk ısınırlar. Biyo-elektrik yükü farklı  kişiler de bunu el sıkışarak veya kucaklaşarak dengeleyebilirler.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |