%@ Language=VBScript %>
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |
Dinlerin başlamasıyla, büyüdeki birey faydacılığı cemaat faydacılığına dönmüştür. Din adına cemaatin ekonomik çıkarları her şeyin üstünde tutulmaya başlamıştır. Sofist filozof Keoslu Kritias’a göre (İ.Ö 5 yy) din, “insanları ahlak ve adalete yöneltebilmek için onları korkutmak amacıyla uydurulmuştur”. Platon’a göre ise (Politeia, Devlet kitabında) din, “yönetenlerin yönetilenlere devlet yararına söylediği güzel yalanlardır”. Dinin başlangıcıyla birlikte, insan ile ruhani güçler arasındaki ilişkileri yürütecek din adamları ortaya çıkmıştır. İÖ. 3000’li yıllarda yagın bir şekilde, Mezopotamya’da, Uzakdoğu’da ve Mısır’da Rahipler toplumları yönlendirmeye başlamışlardır. Bu rahiplerin bir kısmı yönetenlerin tarafında olmuş bir kısmı da insan ahlakı ve toplumsal adalet için çalışmışlardır. Erki elinde bulunduran yöneticilerin kudretleri için, devlet adına faydacı bir tutum içindeki din adamları; büyü ayinlerindeki büyücünün amacı her zaman söyleyebilmesine karşın dini bilgiler için “bu böyledir” ya da “Tanrı buyruğudur” sözlerini kullanırlardı. Onlara göre, tanrının kulu olan zayıf insan yüksek güçlere karşı gelirse başına her türlü felaket gelirdi.
İnsan ahlakı ve toplumsal adalet düşünceleri ile hareket eden Rahipler ne yapıyorlardı?
Onlar nedenlerin nedenlerini, toplumun ahlak ve adaletle yönetilmesi için, insanların yararı için araştırıyorlardı. O dönemin biliminin gelişmesi için çaba harcayanlar, aritmetiği, geometriyi, astronomiyi, müziği bilen, aklını kullanan bu grup rahipler, din ile bilimi bir birine ters düşürmeden piramitleri, hiyerografiyi, çivi yazısını, tekerleği, devlet yönetimiyle ilgili yasaları insanlık tarihine armağan etmişlerdir. Bu rahipler çalışmalarında töresel nitelikteki bilgi ve görgülerini kapalı bir topluluk içinde sembollerle anlatır, aşamalı olarak alır ve verirlerdi. Onlara göre doğa ve Tanrı birdir. Evren ve Tanrı birdir. Tanrı yaradan değil var olandır ve evrenin toplamıdır.
Tanrı buyruğu ile hareket ettiklerini söyleyenlerle bilimsel yaklaşımla hareket edenler arasında çatışmalar ortaya çıkmıştır. Bu çatışmalara girmek istemeyen Rahipler Ezoterik (Batini) doktrinlerin (Panteizm) temelini atmışlardır. Ezoterik öğreti içindeki Rahipler, kapalı bir grupturlar, aralarına alacakları adayları özenle seçerler, özel bir inisiasyon töreniyle aralarına alırlar, bilgi ve görgülerini “derece” silsilesiyle verirler, semboller, sembolik terimler, özdeyişler ve allegoriler kullandıkları çalışmalar yürütürlerdi. Benzer törensel çalışmalara Malenezyalılar’dan, Uzak doğu dinlerinden, Mısır’dan, Sümer’den, eski Anadolu Ahiliğinden günümüzde Bektaşiliğe bir çok Batıni doktirinlerde rastlamak mümkündür.
Yine de günümüzde, yapıcı ve yaratıcı insanlardan oluşacak insanlığın nasıl olması gerektiği konusunda bilebildiklerimi sizlerle paylaşmak isterim:
Yapıcı
ve yaratıcı insan, gücünü, doğrudan doğruya doğa üstü varlıklardan
alan bir “büyücü” ya da dinsel ideolojik tanrıdan alan bir “din adamı”
değildir.
Yaratıcı insan, gücünü :
Yaşamın ve çevresinin farkında olmasından,
Merakından,
Bilimsel şüpheciliğinden,
Görevine bağlılığından,
Deneyim çokluğundan,
Doğruluk sevgisine dayanan bilim ahlakından,
Tüm insanlara adaletli davranmaktan,
Ölüm tehlikesi karşısında bile doğru bildiği yoldan şaşmamaktan,
Yurtseverliğinden,
Hoşgörü ve Toleransından,
Özet olarak “Kendini Bilmekten gelen hakikat severlikten” almaktadır.
Yaşadığımız dünyaya baktığımızda, yeryüzünde boş inançlar ve taassup hala hükmünü sürdürmekte, din adına insanlar birbirini öldürmekte, sevgisizlik her yeri kaplamakta. Zenginlik, makam ve kuvvet kötüye kullanılmakta, gözleri bürüyen dünyaya egemen olma hırsı insanlara korku, kaygı ve ümitsizlik saçmaktadır.
İçinde yaşadığımız günler; yapıcı ve yaratıcı özellikleri taşıyan insanların, “kritik analitik düşünmeye” kuvvetle ihtiyaç duyduğu günlerdir. Akla ve bilime her türlü ideolojinin önünde değer veren bu insanların, gün geçtikçe önemi daha da artmaktadır.
Bizlerin düşünmesi ve yapması gereken;
Körü körüne bir fikre saplanmamak,
Başkalarının bizlere sunduğu ideolojilere rast gele inanmamak,
Basmakalıp düşüncelere, kalıplaşmış sloganlara, ön yargılara, boş inançlara kendimizi kaptırmamak,
Her şeyi aklın süzgecinden geçirmek,
Taassupla mücadele etmek,
Kendi eğilimlerimizin, tutkularımızın, hırsımızın, bencilliğimizin ve çıkarcılığımızın insani pürüzler olduğunu fark etmek,
Bu pürüzlerimizi düzeltebilmek için durmadan çalışmak.
Düşüncelerimize vurulmuş zincirleri kopararak, özgürleşmiş benliğimizle, gerçeğe ulaşma amacından asla vazgeçmeden, gözü peklikle, durmadan kendimize bakarak, iç görü kazanarak yürüyen insanlardan olabilmek.
İbrahim
Afif KARAKILIÇ
12.12.2001
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |