%@ Language=VBScript %>
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |
Sayın
Ahmet Güngören'e bu değerli çalışmayı bizimle paylaştığı için gönülden
teşekkürlerimizle,
BUDA'NIN YAŞAM ÖYKÜSÜ
Elimizde Buda'nın ne yaşamı ne öğretisi konusunda yaşadığı çağdan kalan tarihsel belgeler yok. Bu konudaki bilgiler çağdaşlarının ya da çağdaşlarının hemen ardından gelmiş olduğu sanılan kimselerin ilettikleri öykülere, nakillere dayanıyor. Bu öyküler, nakiller Buda'nın yaşadığı dönemden yüzlerce yıl sonra yazılı duruma getirilebilmiş söylentiler. (1)
Buda'nın yaşam öyküsü, çeşitli
Budist okullar, Budist geleneklerce farklı biçimlerde yorumlanmış, değerlendirilmiştir.
Buda'yı uyanmış aydınlanmış bir insan olarak değil de bir Tanrı
olarak yorumlamış olan okulların kuşkusuz Buda'nın yaşamını doğaüstü
olaylarla, süslemeye, bezemeye çalışmalarından daha doğal bir şey olamazdı.
Buda'nın yaşam öyküsünün en az abartılmış biçimini Theravada Budizmi'nin
Pali dilinde olan ve «Kuralların üç sepeti» (Tripitaka) adıyla
bilinen derleme (Pali Canon) içinde buluyoruz. Ancak bu metinlerde de öykünün
bütünü yok. Öykünün bütününü İ.S. II yy'da yaşamış olan ünlü
Budist şair Asvagoşa' nın Hint şiirinin en önde gelen yapıtlarından
biri sayılan "Buda'nın yaşamı" (Buddha-carita) adlı yapıtından
izleyebiliyoruz. (2) Gene bu arada yer yer Sanskritçe, yer yer Sanskritçe'yle
yerli dillerin karışımından oluşturulmuş bir dille yazılmış olan ve
Buda'nın yaşam öyküsünü görkemli bir sahneleme içinde sunan Lalita -
Vistara adlı yapıttan da sözedilebilir. (3)
Bütün bu metinler gerçekçi
olmayan boyutlar içinde karşımıza bir masal, bir destan kahramanı çıkarıyor.
Öykünün bu sunuluş biçimininse Buda'nın öğretisiyle uyumlu olduğu kolay
kolay söylenemez. Buda öğretisinde gerçeğe gerçekçi yaklaşımın yöntemini
öğretmeye çalışmışken, Buda'nın yaşam öyküsünü yazanların bu öğretiyle
çelişen bir tutum içinde olmaları gerçekten düşündürücüdür. Buda,
doğa yasalarının şaşmaz, saptırılmaz zorunluğunu öğretisinin en
temelli ilkesi yapmıştır. Buda'nın yaşam öyküsündeyse sık sık Buda'ya
olağanüstü bir kişilik kazandırmak için doğa yasalarının doğal akışının
saptırıldığına tanık oluyoruz. Bunun iki tür açıklaması olabilir;
birincisi Buda'nın öğretisini benimseyenlerin bile başka dinlerin etkisi altında
biçimlendiği belli olan halk kesiminin yorum ve inançlarını Buda'nın öğretisinin
önüne geçirmiş olmaları; İkincisiyse Buda'nın öğretisine
daha büyük bir önem, daha büyük bir saygınlık kazandırmak için Buda'yı
öteki orman bilgelerinden daha üstün, daha olağanüstü bir sahneleme içinde
tanıtmayı gerekli görmüş olmaları. Bunun böyle oluşu da insanlara gerçekleri
gösterebilmek, gerçekleri öğretebilmek için bile çok kez gerçeğin
zorlanması gerektiğini mi kanıtlamış oluyor acaba?
Buda'nın yaşam öyküsüyle Hinduizm'in
temel kitaplarından biri olan Mahabarata destanının kahramanı,
insan biçiminde dünyaya gelmiş Tanrı Vişnu ya da Siva'dan başka
bir kimse olmayan Krişna'nın öyküsü ve Ramayana destanının
kahramanı insan olarak dünyaya gelmiş bir Tanrı olan Rama'nın öyküsü,
hatta İsa'nın öyküsü arasında destan bezemeleri bakımından büyük
benzerliklere rastlanıyor. (4) Özellikle Asvagoşa'nın yapıtında
bu benzerlikler daha da belirgindir. Buda'nın yaşam öyküsünün bu masalımsı
destan karakteri hatta bazı bilginleri Buda'nın tarihsel bir kişiliği olduğundan
bile kuşkuya düşürmüştür. (5) Ancak 1896 yılında Lumbini koruluğunda
bulunan imparator Aşoka zamanından kalma bir dikili taşta Buda'nın doğum
yerinin Lumbini olduğunu belirten bir yazıt, Buda'nın gerçekte yaşamış
bir kimse olup olmadığı konusundaki tartışmaları sona erdirmiştir. Buda'nın
ölüm tarihiyle dikili taşın konulduğu tarih arasında geçen zamanın iki yüz
yıl dolaylarında olduğu gözönüne alınınca kuşkusuz bu süre, bütünüyle
gerçeklikten yoksun bir masal kahramanını, bu derece kişileştirmeye yetmiş
olamazdı.
Yukarda sözünü ettiğimiz
kaynaklardan çıkartılan Buda'nın yaşam öyküsünün ne kadarının
yakıştırma ve masal, ne kadarının gerçek olduğunu bu gün için
kesinlikle saptamak olanağı kalmamıştır. Ama 2500 yıldan beri Budizm öğretisi
bu yaşam öyküsüne dayatılmış, bu öykü Budizmin önemli kaynaklarından
biri olmuş, sayısız insan bu öyküde yaşamı için bir esin, bir amaç
bulmuştur.
I - BUDA'NIN DOĞUMU VE GENÇLİĞİ
Buda'nın doğum tarihi olarak
kesin ve tartışma götürmez bir tarih saptanamamıştır. En güçlü olasılık
Buda'nın İÖ 563 yılında doğmuş ve seksen yaşında İÖ 483 yılında ölmüş
olmasıdır. (6) Uzakdoğu geleneğinin doğum yılı olarak belirttiği tarihse
İÖ 623 yılıdır. (7)
Buda
adı
«aydınlanmış, uyanmış en yüce bilgeliğe ulaşmış» kişi anlamında
sonradan verilmiş bir san, bir lakaptır, Buda'nın asıl adı Sidhatta
Gotama ya da Sanskritçe söylenişine göre Sidharta Gautama'dır.
Sidharta'nın amacına ulaşmış kimse anlamına gelmesi bu sözcüğün
de bir ad olmayıp bir san, bir lakap olması olasılığını çoğaltmaktadır.
Bazı araştırmacıların savına göre Gotama adıysa Buda'nın soyadıdır.
(8)
Buda
bu
günkü Oudh ilinin Kuzeydoğusunda, Nepal yaylalarının etekleriyle Rapti ırmağı
arasında kalan verimli, sulak, ovalık bölgedeki küçük Şakya Krallığının
başkenti Kapilavastu'nun yakınında Lumbini Koruluğunda doğmuştur.
Budist gelenek Buda'yı Şakya Kralı Suddhodana'nın oğlu olarak
tanıtır. Ama Suddhodana'nın hangi yöntemle yapıldığı bilinmeyen
bir seçimle soyluların yönetiminde olan Şakya boyunun başkanlığına
getirilmiş bir soylu oıması olasılığı daha ağır basıyor, (9) Şakya
Krallığının Güneybatısında daha büyük, daha güçlü bir ülke olan
Koşala Krallığı vardı. Şakyalar o dönemde biçimsel olarak Koşala
Krallığı'na bağımlı, sayılıyorlardı.
Şakyalar'ın
ırksal
kökenleri tartışmalıdır. Ad benzerliği yüzünden Şakyalar'ı bir İskit
boyu olan Saka Türkleri'yle karıştıranlar çıkmıştır. (10)
Oysa İskitler'in bu yörelere kadar uzanmaları için Buda'nın yaşadığı
dönemden sonra bin yıllık bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Şakyalar'ın
Arya soyundan gelmeyen, İç Hindistan'ın yerli halklarından olan bir
topluluk oldukları kanısına destek yapılabilecek pek çok ipuçları var.
Buda'nın yaşam öyküsünde açıklıkla görülen ağaç totemizmi, kadınlara
haklar tanıyan anaerkil aile örneğinden kalan görenekler, yoga uygulaması,
Buda'nın brahman'lara ve kurban törenlerine karşı tutumu, Şakya boyunun
ve dolayisiyle Buda'nın Arya soyundan olmama olasılığını güçlendiriyor.
Adına bakılınca Arya ve ayrıcalıklı Kşatriya kastının üyesi
olmakla birlikte Buda'nın Aryalar öncesi kent uygarlığı kültürünün
temsilcisi olduğu anlaşılıyor. Olasılıkla Şakyalar Pencap bölgesinde
bir oranda Arya kültürünün etkisi altında kaldıktan sonra Doğuya göçmüş
Hindistan'ın yerli halklarından olmalıydılar. (11) Buda'nın yaşadığı yörede
konuşulan dil Buda'ın ana dili olan Koşala diyaleğiydi. Buda ilk
vaazlarını Magadha diyaleğiyle vermiştir. Koşala diyaleği Aryalar'in
diliyle yerli halkların dillerinin karışımından oluşan bir dildi. Koşala
dili genellikle Hind-Avrupa dilleri içine konan Pali dilinin
pek yakın bir akrabası sayılabilir. (12) Bunun böyle oluşu sanıyorum ki
Arya'ların Kuzey Hindistan'da Buda'nın çağına gelene dek sürdürdükleri
1000 yıllık egemenlikleri sırasında yerli halkların dillerini bastıran bir
dil ve kültür egemenliğini de kurabilmiş olduklarından daha fazla bir şey
kanıtlamış olmuyor. Bu gün Hindistan'da yaşayan halklardan üç yüz
milyonunun ana dili Hind-Avrupa kökenlidir. Kuşkusuz Hintliler arasında
Arya soyundan gelenler yalnızca bir küçük azınlıktır.
Buda'nın ve Cainizm'in kurucusu
Vardhamana'nın öğretilerinde, Brahmanizm'in Arya soyundan gelen
kastları kayıran tutumuna, yerli halkların göreneklerine geleneklerine ters
düşen acımasız, yabanıl kurban törenlerine karşı, yerli halkların açık
bir tepkisinin varlığını görmemezlikten gelmek olanaksızdır. Öbür
yandan, gerek Budizm, gerek Cainizm Brahmanizm dininde sıkı sıkı
gizli tutulan ve ancak yüksek kastlardan olanlara bir bölümü eriştirme (initiation)
törenleriyle verilen dinsel öğretiyi, hiç bir ayrıcalık gözetmeden
herkese açık tutmuş, gizlemek şöyle dursun yaymak, herkese iletmek için
elden geldiğince çaba harcamış, öğretinin yaygınlaştırılmasını
dinsel bir görev durumuna getirmiştir.
Destansal yaşam öyküsüne göre
Buda kendisinden daha eski çağlarda dünyaya gelmiş bir Buda'lar
dizisinin, bir geleneğe göre dördüncüsü, başka bir geleneğe göre de
yedincisidir. Gotama Buda'nın kişisel öyküsüyse bundan çağlarca önce
yaşamış olan Sumedha'nın Buda olmaya karar vermesiyle başlar. Sumedha
daha sonraki dünyaya gelişlerinde Buda'lığın gerektirdiği olgunluğa
yetkinliğe giderek daha yaklaşmış, en son prens Vessantra adında bir
ermiş kişi olarak yaşamını tamamladıktan sonra Buda olmak zamanı
geldiği kanısına varmış ve Şakya Kralı Suddhodana' nın karısı Mahamaya'nın
döl yatağına girmiş. Mahamaya' nın çocuğa gebe kalışı kocasıyla
olan bir cinsel ilişki sonucu olmamış. Buda ana karnına girmek için bir
beyaz fil biçimine girmiş. Burada Krişna ve Rama destanlarını
hatırlatan bir destan motifiyle karşılaşmış oluyoruz. Hem Krişna'nın hem
Rama'nın doğumu cinsel bir ilişki sonucu olmamıştır. Meryem'de İsa'ya
bir güvercin biçimine girmiş Kutsal-Ruh'tan (Rııhul Kudüs) gebe
kalmıştır. Masallarda genellikle çocuğu olmayan bir kadın vardır, bir
derviş ya da ermiş ona bir elma verir ve kadın böylelikle gebe kalır, masal
kahramanı da bu yolla doğar. (13)
Mahamaya
o
yıl yaz şenlikleri sırasında bir düş görmüş. Gördüğü düşte
hortumunun ucunda beyaz bir lotus çiçeği tutan beyaz bir fil gelip Mahamaya'mn
sağ böğrüne dokunmuş, oradan da döl yatağına girivermiş. Mahamaya
ertesi sabah görmüş olduğu düşü kocası Suddhodana'ya anlatmış.
Suddhodana da Brahman'lara danışmış onlardan düşün yorumlanmasını
istemiş. Brahman'ların yorumu Ma-hamaya'nm bir erkek çocuk doğuracağı,
bu çocuğun ya bütün dünya ülkelerine egemen evrensel bir kral olacağı ya
da dinsel yaşamı seçerse dünyayı bilgisizlikten, yanılgıdan, cahillikten
kurtaracak bir Buda olacağı yolunda olmuş. Mahamaya o günden on ay
sonra çocuğu doğurmak için babasının ülkesi Devadahaya giderken Lumbini
Koruluğundan geçtiği sırada Korudaki ağaçlardan birinin dalına uzanırken
hiç doğum ağrısı çekmeden ayakta Buda'yı doğurmuş. O anda körlerin gözleri
açılmış, dilsizlerin dilleri çözülmüş, topallar yürümeye başlamışlar,
bütün ağaçlar çiçek açmış, çocuğu tanrılar yıkamışlar ve çocuk
hemen yürümeye ve konuşmaya başlamış, dört bir yöne yedişer adım atmış,
aynı anda karısı Yosadhara en sevdiği öğrencisi kardeş çocuğu
Ananda ve arabacısı Çanna ve atı Kant-haka da doğmuş. Doğumundan
yedi gün sonra anası Mahamaya ölmüş. Babası Suddhodana karısının
kız kardeşi Mahapacapati'yle evlenmiş ve çocuğu teyzesi ve aynı
zamanda üvey anası olan Mahapacapati büyütmüş.
Bu sırada Himalaya dağının
eteklerinde kaçınık yaşamı sürdüren ermiş Asita gördüğü bir
çok belirtilerden olağanüstü bir çocuğun doğmuş olduğunu anlamış, Suddhodana'
ların sarayına gitmiş çocuğu görmek istemiş. Asita çocukta
otuz iki önemli belirti görmüş, insanları ıstıraptan kurtarma yolunu gösterecek
bir Buda olacağını müjdelemiş. Ama Suddhodana'yı bu müjde
sevindirmemiş, çünkü onun gönlünün isteği çocuğun kendisi gibi bir
kral olmasıymış.
Gotama
daha
bir kaç yaşındayken tarla sürme şenlikleri sırasında Kral Suddhodana şenliği
açmak için ilk olarak sabanı sürmeye başladığı sırada bir ağacın gölgesine
bir yogi gibi oturmuş ve derin bir meditasyona dalmış, aradan uzun saatler geçmiş
ama ağacın gölgesi küçük Gotama'yı güneşte bırakmamak için
yerinden oynamamış. Bu durumu gören Kral Suddhodana çocuğun karşısında
eğilip saygısını belirtmiş,
Çocuk büyüyünce, Kral oğlu için
her mevsimin gereksinimlerine göre oturması için üç saray yaptırmış, dört
koru bağışlamış, saraylarda hizmetlerini yapmak ve genç prensi eğlendirmekle
bin rakkase'yi görevlendirmiş. Kendisine eğitmen olarak atanan öğretmenlerinin
hepsini genç prens çok kısa zamanda aşmış bastırmış savaş sanatlarında
kimsenin kendisiyle baş edemeyeceği bir üstünlük sağlamış,
Bütün bu olayların gerçek
olmaktan çok masal, destan motifleri olduğu açıkça görülüyor.
Buda
onaltı
yaşına basınca kral onu dünyasal yaşama daha sıkı bağlayacağını umduğu
için evlendirmek için bir kız aramış. Uzun uzun arandıktan sonra Gotama'nın
kardeş çocuğu Yosadhara bulunmuş. Ama kızın babası Supra-buddha
ailelerinde kızların savaşçılıkta ve savaş sanatlarında üstünlüğünü
kanıtlayanlara verildiğini, öyle saraylarda kendini zevke adayan kimselere kızını
veremeyeceği yanıtını vermiş. Suddhodana oğlunun zevke düşkün,
savaşçılıkta güçsüz, yetersiz görülmesinden üzülmüş. Babasının üzüldüğünü
gören Gotama babasından bütün gençlerin katılacağı bir yarışma
düzenlemesini ve bu yarışmada savaş sanatlarındaki üstünlüğünü kanıtlamasına
olanak tanımasını istemiş. Yarışmada Gotama her dalda birinci gelmiş,
Yarışmada yenik düşenler arasında kardeş çocukları, yaşam boyu yardımcısı
ve öğrencisi olan Ananda ve kıskançlığı yüzünden yaşam boyu düşmanı
olan Devadatta da varmış. Bu başarısı üzerine Suprabuddha kızı
Yosadhara'yı Gotama' ya vermiş. Gotama karısıyla birlikte, 29
yaşına gelene dek saraylar dışındaki yaşamdan, halkın çektiklerinden
habersiz mutlu bir yasam sürmüş.
Kral Suddhodana oğlunun kâhinlerin
haber verdikleri gibi dinsel yaşamı seçmesinden korktuğundan onun gözlerinden
yaşamın acı ve katı gerçeklerini saklamak için elinden geleni yapıyormuş.
Gotama sarayları, koruları arasında altın yaldızlı arabasıyla
gidip geliyor, şenliklere, eğlencelere katılıyormuş, güzelliği, uzun saçları
seçkin giysileri içinde bir insanın dünyadan bekleyebileceği her şeye
sahipmiş.
Bir gün genç prens arabacısı Çanna'yla
saraylarından birinden bir eğlence bahçesine giderken yolda karşısına
önce eli ayağı tutmaz iki büklüm bir ihtiyar çıkmış, sonra hastalıktan
erimiş bitmiş bir adam görmüş, ondan sonra da yakılacağı yere götürülen
bir ölüyle karşılaşmış en sonunda da yüzünden kendine karşı duyduğu
güven okunan, dinginlik, iç suskunluk içinde çevresinde saygı uyandıran
bir dilenci dervişe rastlamış. İlk üç görünüm yaşamın üç acımasız
yanını sergilerken, dördüncüsü yaşamın acımasızlığına karsı koymanın,
iç barışa ulaşmanın yolunu göstermiş. Nefis bazlarının geçiciliğini
ve bunların peşinde koşmanın yaşamın acılarından kaçıp kurtulmaya
yetmeyeceğini anlamış ve yurdunu, sarayını, eşini bırakıp kaçınık
gezgin derviş yaşamını seçmeye karar vermiş.
Prens Gotama dervişlik yaşamına
başlamadan babası Kral Suddhodana'dan izin istemeye gitmiş.
Kral oğlunun isteğini duyunca gözü yaşlarla dolmuş. Bu isteğinden seni
vazgeçirmek için ne istersen vereyim, canımı mı istersin, sarayımı mı,
yoksa krallığımı mı? demiş. Prensin yanıtı söyle olmuş : «Sizden dört
şey istiyorum. Önce şu tenimdeki gençliğin tazeliği hiç solmasın; hastalık
her zaman benden uzak kalsın; ölüm hiç bir zaman beni bulmasın, sonsuza dek
yaşayayım; ihtiyarlık, çöküntü gibi şeyler beni etkilemesin.» Kral
prensin bu isteklerini yerine getirmenin olanaksızlığı karsısında üzüntüden
kasılıp kalmış. Genç prens bunun üzerine, «Mademki bunları bana
veremiyorsun öyleyse bana izin ver de kaçınıklık yaşamını seçip bir
daha doğmamanın, kendimi gene doğumun zorunluğundan kurtarmanın yollarını
arayayım» demiş.
Kral oğluna istediği izni
vermemiş ve saraydan kaçmasını önlemek için sarayı korumakla görevli
askerlere daha beşyüz yeni asker katmış, Ertesi gün prens saraydan ayrılmaya
hazırlanırken karısı Yosadhara'nın bir oğlan çocuk doğurduğu müjdesini
almış. Bu haber onu sevindirmemiş ve önüme bir engel daha çıktı demiş.
Çocuğa engel anlamında «Rahula» adını vermiş,
O gece rakkaseler genç prensi eğlendirmek
için çalgı çalıp çevresinde dans ediyorlarmış ama prens onlarla
ilgilenmemiş çarçabuk uyuyuvermiş. Gecenin bir vaktinde uyandığı zaman
rakkaselerin de birer köşede uyuya kaldıklarını görmüş. Biraz evvel pırıl
pırıl giysiler içinde dans edip şarkı söyleyen o güzel kızların şimdi
uykuda o yapmacık güzelliklerinden soyunduklarını, kimisinin salyalarının
aktığını, kimisinin horladığını, gövdelerinin biçimsiz bir yığıntı
durumuna dönüştüğünü görüp tiksinti duymuş. Sarayı o gece bırakıp
kaçınıklık yaşamına başlamaya karar vermiş. Çocuğunu kucağına alıp
ona bir ayrılık öpücüğü vermek için karısı Yosadhara'nın odasına
gitmiş. Çocuğun karısının kolunda, her ikisinin de uykuda olduğunu görünce
karısını uyandırmadan çocuğunu kucaklayıp öpemeyeceğini anlamış. Karısının
uyanmasınınsa gidişini engelleyeceğinden çekinmiş. Kendi kendine, «Aydınlandıktan
sonra döner, o zaman çocuğumla gereği gibi ilgilenirim.» diye düşünmüş.
Arabacısı Çanna'ya atı Kanthaka'yı eğerlemesini söylemiş.
Prens atına atlamış Çanna da arkasından prensi izlemiş sarayın kapıları
kendiliğinden açılmış böylelikle saraydan ayrılmışlar. Uzun süre yol
aldıktan sonra bir ırmağa gelmişler. Irmağın öbür kıyısına geçtikten
sonra, Prens arabacısına. «Ayrılma zamanı geldi, üstümdeki şu mücevherleri
al, atım Khanthaka'yı da al geri götür. Benim için hiç üzülme. Sen
geride kalanlara acı», demiş. Sonra da Çanna'nın taşıdığı keskin kılıcı
almış, saçlarını kökünden kesip suya atmış. O sıralarda oralardan geçen
bir gezgin dervişle giysilerini değiştirerek kaçınıklık yaşamına başlamış.
Bir hafta ormanlarda dolaştıktan
sonra Magadha Krallığı'nın başkenti Racagahaya gelmiş, kapı
kapı dolaşıp yiyeceğini dilenmeye başlamış. Prensin güzelliği bütün
kenti şaşkına çevirmiş, Magadha kralı Bimbisara da böyle seçkin
bir dervişin kente geldiğini öğrenince Gotama'yla görüşmek için onun
bulunduğu yere gitmiş, görüştükten sonra da ona krallığını sunmak
istemiş, kendi yerine Magadha ülkesine kral olmasını önermiş. Gotama,
Magadha krallığını da kabul etmemiş. Amacının aydınlanmak, gerçeği
bulmak olduğunu, bu amaçla her şeye yüz çevirip yola çıktığını söylemiş,
kralın isteği üzerine de aydınlandıktan sonra Magadha krallığında
vaaz vermeye söz vermiş.
Racagaha'dau
ayrıldıktan
sonra bir kaçınıklar barınağına gitmiş. Orada kendi nefislerine görülmedik,
işitilmedik eziyetler eden çilecilerle tanışmış. Gotama çilecilerden
bu çabalarının amacının ne olduğunu sormuş. Onlardan böyle çilelere
katlanarak mutluluğu aradıkları yanıtını almış. Bu yanıt Gotama'ya inandırıcı,
kandırıcı gelmemiş. Kendi kendine demiş ki; «Böylesine çaba
harcamalarına karşı değilim ama bana öyle geliyor ki bu adamlar asıl özü
bir yana bırakıp, özden kopuk bir yol izliyorlar, ıstıraptan kurtulup mutlu
olabilmek için kendine ıstırap vermekte açık bir tutarsızlık var. Gövdeye
egemen olan zihin olduğuna göre gövdeyi denetim altına almanın yolu, düşünceler
üzerinde egemenlik kurmak olmalıdır. Ne yediği, içtiği şeylerin türü,
ne de kutsal ırmağın suyu, insanın yüreğini paklamaya, zihnini arıtmaya
yetmez.» Bu düşüncelerden sonra bu kaçınıklardan öğreneceği bir şey
olmadığı kanısıyla oradan ayrılmış. (14)
O dönemin ünlü bilgesi Alara
Kalama'ya öğrenci olmaya gitmiş. Meditasyonun tüm aşamalarını, Atman
öğretisini ondan öğrenmiş. Alara Kalama şöyle diyormuş: «İnsan
kendini kendinde yok etmesini öğrenince, kuş nasıl kafesinden kaçıp
kurtulur, özgürlüğe erişirse, ruhta öylesine gövdeden kurtulur özgürlüğe,
bağımsızlığa erişir.» Gotama kendi kendine düşünmüş: «Özgürlüğüne,
bağımsızlığına ulaşmışta olsa ruh gene ruhtur. Böyle ikici tanımlarla
ruh beden ayrımı sürdükçe, ruh hangi koşullar içinde olursa olsun maddeye
bulaşmaktan, gene doğumun zorıınluğundan kendini kurtaramaz. Benim aradığım
kurtuluş bu değil... Ben tam ve saltık bir kurtuluş istiyorum. İnsan bir
ruha bağımlı olmaktan da kendisini kurtarmalı...» Bu düşüncelerden
sonra Alara Kalama'dan da öğrenecek bir şeyi kalmadığını anlamış ve
oradan da ayrılmış, (15) Bu kez de bilge Uddaka'nın öğrencisi olmuş. Onun
öğretisi de Alara Kalama'nınkine benziyormuş. Öğretisinin amacının,
insanı ne algının olduğu, ne de almadığı yere götürmek, olduğunu
söylüyormuş. (16) Gotama bunun da kendisini kurtuluşa götüremeyeceği kanısına
varmış. Uddaka'dan da öğrenecek bir şeyi kalmadığını anlayınca gerçeği
kendi kendine arayıp bulmaya karar vermiş. Bu kararla Uruvila köyü yörelerinde
bir ormana gelmiş. Burada kendisi gibi beş kaçınık dervişe rastlamış. Bu
kaçınıklar Gotama'nın günün birinde gerçeğe ereceğine inanmışlar, çevresinde
kalarak aydınlanması sonucu elde edeceği bilgiden yararlanmak için yanından
ayrılmamışlar. Gotama altı yıl boyunca perhizle, meditasyonla günlerini
doldurmuş. Günlük yiyeceğini o güzelim bedeni bir deri kemik kalana dek bir
pirinç ya da bir susam tanesine kadar indirmiş, Bir gün bacakları gövdesini
çekemez olunca düşüp bayılmış. Çevresindekiler önce onun öldüğünü
sanmışlar. Güçlükle kendine gelince, perhizin, çilenin, gövdesini
horlamanın aydınlanmaya bir yararı olmadığı, güçsüz bir bedenle güçlü
bir zihne sahip olunamayacağı kanısına varmış. İçindeki şeytan onu her
şeyi bırakıp yeniden nefis hazlarına dönmeye kışkırtmış ama o şeytana
da uymamış, orta yolu seçmiş aydınlanmanın yolunun, ne aşırı nefis
hazlarına düşkünlük, ne de kendini eziyete sıkıntıya koşmak olmadığını
anlamış. (17) Yakın köye gidip, köylülerden yiyecek dilenmeye karar vermiş,
Köylülerin verdikleri yiyeceklerle karnını iyice doyurmuş. Beş kaçınık
derviş arkadaşı Gotama' nın perhizi bozup, tıka basa yiyip içtiğini görünce
tiksinti duymuşlar. Gotama'nın aydınlanacağından umut kesip onu bırakıp
Benares yörelerine gitmişler. Böylelikle Gotama yalnız kalmış ve yalnız
başına kaçınıklık yaşamını sürdürmüş.
Mayıs ayında dolunay gecesinin
günü(18) Uruvila köy ağasının kızı Sucata kutsal incir ağacına
özel olarak hazırladığı süt ve pirinçle pişirilmiş bir sungu getirmiş
Gotama' yı orada görünce de ağacın perisi olduğunu sanarak onu Gotama'ya
vermiş. Gotama aldığı Sungu'yu kırk dokuz bölüme ayırmış ve aydınlantıktan
sonra geçirdiği Kırk dokuz gün süresince yiyecek olarak bununla yetinmiş.
O gün gündüzün sıcak
saatlerini ormanda dolaşarak geçirmiş, akşam olunca bilgelik ağacı diye
bilinen kutsal incir ağacının altına gelmiş, kendi kendine, «Derim, etim,
kanım kurusa da, tam ve aşılmaz aydınlanmaya ulaşmadan bu ağacın altından
kalkmayacağım» diye and içmiş. Yüzü Doğu' ya dönük olarak
bilgelik ağacının altına oturmuş. Hint şeytanı Mara (19) gelmiş, onun
aklını çelmek, onu andından döndürmek için yapmadığını bırakmamış
ama her ne yaptıysa başarı kazanamamış. Onu ne Mara'nın çıkardığı
korkunç fırtınalar, ne tuttuğu taş yağmuru korkutmuş, Mara bir
keresinde bir haberci olmuş, kardeş çocuğu Devadatta' nın Kapılavatsu'yu
ele geçirdiği, karısı Yosadhara'yı alıp babasını hapse attığı yolunda
bir yalan haber getirmiş. Bu haber bile Gotama'yı yolundan caydırmamış. Devadatta'
nın aşağılık tutkularını doyurmak için böyle davranmış, Şakyalar'ınsa
korkaklıkları yüzünden kralları olan babasını savunmamış
olabileceklerini düşünmüş. İnsanların hırslara, isteklere, tutkulara
karsı durmaktaki güçsüzlükleri konusunda düşüncelere dalmış. Bu düşünceler
Gotama'nın isteklerden, tutkulardan kurtulmak konusundaki kararlılığını güçlendirip
pekiştirmiş.
Mara bu yoldan da bir sonuç
alamadığını görünce adları İstek, Şehvet ve Tutku (Tanha, Rati ve
Raga) olan üç kızını göndermiş. Kızlar kıvrak ve çekici
bedenleriyle Gotama'yı baştan çıkarmak için dans edip şarkılar söylemişler.
Gotama'nın onlara yanıtı şöyle olmuş;
Yaşamda
zevkli anlar bir şimşek
Ya da bir bahar yağmuru kadar kısadır.
Öyleyse neden söz ettiğiniz zevklerin arkasından gideyim?
Bedenlerinizin mundarlıklarla dolu olduğunu biliyorum.
Doğumla ölüm, hastalıkla ihtiyarlık sizinledir.
Bense insanların erişmesi güç olan ödülü istiyorum.
Bilgelerin gerçek ve şaşmaz bilgeliğinin peşindeyim.
En sonunda Mara ve bütün
yardımcıları yenilgiye uğramışlar, gün ağarıp, güneş ilk ışınlarını
yayarken Gotama tam ve aşılmaz aydınlanmaya (anuttura samyak
sambodhi) ulaşmış. O anda dudaklarından şu sözler dökülmüş:
Şimdiye
dek her geliş gidişimde,
İçinde hapis olduğum,
Duyularla duvarlanmış bu evin,
Yapıcısını aradım durdum.
Ey yapıcı! Şimdi seni buldum.
Bir daha bana ev yapmayacaksın.
Bütün kirişlerin kırıldı, payandaların çöktü.
İçimde nirvana'nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı.
Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi. (20)
Artık Buda olan Gotama yedi gün hiç yerinden kımıldamamış. Nırvana'ya ermenin zevkini çıkarmış. Sonra yedi gün ayakta, daha sonraki yedi günü bilgelik ağacının çevresinde bir aşağı bir yukarı dolaşarak geçirmiş. Racayatana ağacının altında yedi, Akapala ağacı altında yedi, Mukalida ağacının altında yedi sonra Racayatana ağacının altında bir yedi gün daha geçirmiş böylelikle yedi hafta ya da 49 günü doldurmuş. Aydınlandıktan sonra ne yapması gerektiğine bir türlü karar veremiyormuş, uyanması aydınlanması sonucu elde ettiği bilgiyi, dharma'yı (Skr: dharma) ya da var olanı da olmayanı da yöneten, ıstıraptan kurtuluşun bilgisini de içeren yasaları insanlara öğretmeli miydi. Bu yasaların, isteklerin, tutkuların körleştirip duygusuzlaştırdığı insanlar tarafından anlaşılması olanağı var mıydı? Bu konularda kuşkulara düşmüş, ama sonunda Tanrı Brahma, Buda ya gelip dharma'yi insanlardan saklı tutmaması için yalvarmış, insanların içinde dharma'yı anlayabilecek düzeyde olanlar çıkabileceğini, iç gözleri açılmak üzere olan kimseler de olabileceğini söylemiş. Tüm canlılara karşı sevecenlik duygularıyla dolu olan Buda, Tanrı Brahma'nın dileğim kabul etmiş. Önce dharma'yı hocaları Alara Kolama' yla Uddaka'ya öğretmeyi düşünmüş ama onların ölmüş olduklarını öğrenince, Uruvila çevresindeki ormanlarda birlikte oldukları beş kaçınık derviş arkadaşını anımsamış, onları bulup dharma'yı onlara öğretmek için Benares'e gitmiş.
KAYNAKÇA VE NOTLAR
(1) Budist metinler ilk kez İS 80 yılında Seylan Kralı
Vattagamani zamanında Pali diliyle yazılı duruma getirildiler. Ondan önce bu
metinler hafızlarca ezberleniyor ve bu yolla kuşaktan kuşağa aktarılıyordu.
Bu uygulama kuşkusuz Veda'ların, Upanişad'ların öğretisinin gizliliğinden
köklenen bir gelenekle açıklanabilir. (Krş. A. K. Coomaraswamy, Buddha and
the Gospel of Buddhism, S. 261)
(2) Bkz. Walter Ruben, Budizm Tarihi, S. 50. Ayrıca, A. K.
Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 303-310.
(3) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 85.
(4) Bkz. Waolater Ruben, Budizm Tarihi, S. 50-65.
(5) Geçen yüzyılın sonlarında yaşamış ve Buda Destanı
Konusunda Bir Deneme (Essai sur la Legende dıı Bouddha) adlı bir kitap yazmış
olan Doğubilimci Senart, Buda'nın tarihselliğini bütün bütün yadsımamakla
birlikte, Buda destanını bir doğa dini olan Güneş tapıncından kaynaklanan
simgesel bir öykü olarak değerlendirmek istemiştir. Doğubilimci Kerrise
Buda'nın tarihselliğini bütünüyle kuşkuyla karşılamıştır. (H.
Oldenberg, Le Bouddha S. 91)
(6) Bkz. Christmas Humpreys, Buddhism', S. 30. Ayrıca Bkz. A.
K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddhism, S. 9.
(7) Bkz. Jiyu Kennett, Selling Water by the River, S. 3.
(8) Bkz. A. K. Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of
Buddhismt S. 9
(9) Bkz. H. Oldenberg, Le Bouddha, S. 119.
(10) Örneğin Cemil Sena Ongun ve Ömer Hilmi Budda bu görüsü
savunmuşlardır. Bkz. Cemil Sena Ongun, Buda ve Konfoçyus, S. 5ü. Ayrıca Ö.
H. Budda, Dinler tarihi, S. 222
(11) Ankara D.T.C.F. de Hindoloji Profesörü olarak görev
yapmış olan Walter Ruben «Eski Hind tarihi» adlı yapıtında Buda'nın Arya
soyundan olmadığını kanıtlamak için daha pek çok kanıt göstermektedir.
Örneğin Aryalar domuz eti yemezken Buda domuz eti yiyordu; gene Şakya boyunda
brahmanlar saygı görmüyorlardı; Buda'nın ata binmesi de Arya adetlerine
uymuyordu. S. 74 - 75.
(12) Bkz. Asaf Halet Çelebi, Gotama Buddha, S. 12. Ayrıca
Bkz. Ö, H. Budda, Dinler tarihi, S. 224.
(13) (13 Walter Ruben, Budizm tarihi, S. »52. Mahamaya adı
gerçek bir addan çok simgesel bir ada benziyor.
(14) Bkz. A. K, Coomaraswamy, Buddha and the Gospel of Buddism,
S. 28.
(15) Aynı yapıt, aynı yer.
(16) Macchima - Nikaya - 26. Sutta (Asaf Halet Çelebi, Gotama
Buddha, S. 106 dan alıntı).
(17) Cainizm'le Budizm'in birbirlerinden ayrıldıkları önemli
konulardan biri budur. Cainizm kurtuluşa ancak çileyle, perhizle varılabileceğini
savunur. Kendini aç bırakarak öldürmek Cainizm'de onaylanan bir uygulamadır.
(Bkz. Walter Ruben, Eski Hind tarihi, S. 98). Soydan Cainist olmamakla birlikte
çocukluktan başlayarak Cainist etkiler altında yetişmiş olan Mahatma
Gandhi' nin ölüm orucunun çağımızdaki ilk uygulayıcısı oluşu bu bakımdan
anlamlı görülebilir. Krş. Abidin İtil, İlahiyet Fak,, Der. XI, Buddha Tanrıyı
reddetmiyor mu?, S. 14.
(18) Bazı geleceklerde özellikle Uzak Doğu geleneğinde
Buda'nın aydınlandığı tarih 8. Aralık gecesi olarak kabul edilir. (D. T.
Suzuki. The Field of Zen, S. 12).
(19) Mara Hint Mitolojisinde aşk ve ölüm Tanrısıdır.
Budist inancına göre tüm varlıkların kurtuluşunu engelleyen şeytanın
simgesidir. Budist görüşe göre Mara'yı dünyadaki kötülüklerin, Istırapların
nedeni olarak değil, her ıstırabın, her kötülüğün, kötü işlerin kışkırtıcısı
olarak, düşüncelerimizdeki olumsuz yön olarak anlayıp değerlendirmek daha
doğru olur. (Bkz. Ö. H. Budda, Dinler tarihi, 305). Buda kurtuluşa erişebilmek
için Mara'yla bu iç savaşı yapmak ve Mara'yı yenilgiye uğratmak zorundaydı.
(20) Burada evden amaç kuşkusuz bireysel varlığımız,
benliğimizdir. Evin yapıcısıysa bireysel varlığımız, benliğimiz için
bir kafes ören, gücünü yanılgıdan alan zihinsel tutumumuzdur, Buda'nın
aydınlandığı zaman söylediği bu sözler için Bkz. Dhammapada 11 - 54.
| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |