<%@ Language=VBScript %> NEOPLATONİZM, HERMETİZM

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 "PLATON" AnaSayfa   

 
Sn.Attilâ Tözün'e gönülden teşekkürlerimizle.

 

NEOPLATONİZM, HERMETİZM

 

Neoplatonizm veya Yeni Eflatunculuk M.S. 3. yüzyılda Platon’dan aşağı yukarı 500 yıl sonra İskenderiye'de Plotinus önderliğinde başlamış bir felsefi akımdır. Platon gibi mistik ve metafizik noktalardan yola çıkıyor olsa da, Platon gibi, düşünme yöntemi olarak idealizmini kullanıyor olsa da, yolun sonunda, Platoncu düşünceye kıyasla, çok farklı bir idrak noktasına varmıştır. Bunun esas sebebi Yeni Platonculuğun, Platon felsefesinin en önemli yanlışı olan Diyalektiğe gereğinden fazla önem vermek ve tüm Evreni sadece Dualiteler yolu ile algılamaya ve kavramaya çalışmak hatasına düşmemiş olmasıdır.

Bu düşünsel hatayı en güzel şekilde şu benzetme ortaya koymaktadır : Bir mıknatısın kuzey ve güney uçlarını mıknatıstan veya birbirlerinden ayrı düşünemeyiz. Bir mıknatıs varsa onun kuzey ve güney uçları da vardır ve bu mıknatıs ortasından ikiye bölündüğü zaman, ayrı ayrı birer güney uç ve kuzey uç değil, yepyeni ve farklı iki mıknatıs meydana gelir. İşte Evrende var olan Dualiteler de ancak bu şekilde bir mıknatısın iki kutbu gibi algılanmalıdır. Bunun dışında bir yaklaşımla hiç bir şey algılanamaz ve kavranamaz. Neoplatonculuğun Platoncu yaklaşımdan ayrılan yönü işte bu Birliğin, Tekliğin farkına varmış olmasıdır.

Yeni Platonculuk öncelikle Platonculuğu takip eden Aristo materyalizmine tümüyle karşı bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Burada ruh ne bir cisim ne de bir güç olup, kendine özgü bir yapı, bir tözdür. Maddeye biçim kazandırma gücü vardır. Beden geçici bir zaman için vardır, fakat ruh ölümsüzdür. Sürekli kendi kendisinin aynı olarak kalır. Ruhun ölmezliği ruh göçü şeklinde düşünülür. Ruh bir bedeni terk edince bir başka beden arar, ancak bu arayışların esas amacı bedenden tam ve mutlak olarak soyutlanmış bir varlığa ulaşmaktır. Plotinus’a göre bireysel ruhlardan başka bir de genel bir ruh, bir evren ruhu vardır. Bu basamağın da üzerinde, en yukarda “Bir olan, Var olan” Ulu Yaradan’ın olduğu düşünülür. Bu kavram, semavi dinlerdeki; “evreni iradesi ile yoktan var eden Allah” kavramı değildir. Eflatun’un anladığı anlamda, aslında var olan malzemeye yalnızca şekil veren bir varlık da değildir. Aksine Plotinus için Allah, kendinden her şeyin çıktığı “kaynak”tır. Bu nedenle ona göre “Allah vardır” diyemeyiz çünkü o varlığın kendisidir, kendi kendine var olandır. Sonra “Allah birdir” de diyemeyiz çünkü Allah birliğin kendisidir. Allah için “etkendir ve nedendir” de diyemeyiz, çünkü Allah etken ve neden olmanın kavramının ta kendisidir.

Bu noktada Batıda, Musa'dan 800 yıl sonra ve başlangıçtaki ezoterik çizgisinden çok uzaklaşmış olarak kaleme alınmış olan Tevrat'tan bu yana, yaratıcının dünyanın üstünde ve ötesinde ama kesinlikle dünyadan ayrı olduğu düşüncesi insanlara aşılandı durdu. Önce, Antik Yunan, usçuluğu insana erişmesi gerekli bir hedef olarak ortaya koydu. Daha sonra, Eflatun ve Aristo bununla yetinmediler ve usavurmayı kişisel kimliğin merkezi durumuna getirdiler. İşte böylece, çağlar boyu batının düşünme yöntemine musallat olmuş olan o sinsi hastalık, DUALİZM kendini göstermiş oldu. O günden beri batılı, Gören ve Görülen, Varlık ve Yokluk, Ruh ve Beden, Ölüm ve Yaşam ve nihayet Yaratan ve Yaratılan gibi DUALİTE'ler yoluyla düşünmekten ve önce gerçeği ikiye bölüp sonra bu gerçeğin bir yarısının farkına varabilmek için öbür yarısını anlamaya çalışmak alışkanlığından kendini kurtaramadı.

Platon, Mısır ve İtalya seyahatlerinde, Hermetik ve Pisagorcu felsefelerin, akıl ve sezgiyi bir bütün olarak ele alan ezoterik boyutlarını fark edememiştir. Bu yolculuklardan geriye Atina‘ya, akılcılığın ilkel bir uygulaması olan İdealar Kuramını getirerek zihinlerde doldurulması imkansız bir boşluk yaratmıştır. Bu boşluğu doldurmaya, onun aklı kullanarak bir ulu yaratanın varlığını ispat çabaları, hatta öğrencisi Aristoteles’in, cansızdan Tanrıya varan sıradüzenli evren anlayışı bile yeterli olamamıştır. Platon dönemlerinde zihinlerde yaratılmış olan bu felsefî boşluğun, 2400 yıldır kimlerin ne işine yaradığı ve nasıl doldurulduğu herkesçe malumdur. Kutsal Kitaplarda her ne kadar “Allah size  şah damarınızdan da daha yakındır” gibi cümleler yer alsa da neticede o şah damarı ile insan arasına, koskoca bir ortaçağ skolastisizmi veya muazzam bir  dogma sığabiliyor. Sonsuz kere sonsuz yakın olsa da Yaratan ve yaratılanın farklı birer kavram olduğu kabul edildiği andan itibaren…

Görüldüğü gibi felsefe tarihinde aynı malzemelerle farklı hamurlar yoğrulabiliyor ve bu farklı hamurlar ilerideki yüzyıllarda farklı insanlar tarafından farklı amaçlar uğruna kullanılabiliyor. Bütün bu anlatılanların ve özellikle de Yeni Platonculuğun bu farklı hedefinin esin kaynağı, Plotinusun İskenderiye’de bulunduğu dönemde onun düşüncesine şekil veren Hermetik Felsefedir.

Attilâ Tözün
23
.07.2002

 



YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |