<%@ Language=VBScript %> PLATON, YENİ PLATONCULUK, ARISTOTELES Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

"PLATON" AnaSayfa   
SAYFA> | 1 | 2 | 3 |   

YENİ PLATONCULUK / YENİ EFLÂTUNCULUK  (NEO-PLATONISM / NEO - PLATONISME / EFLÂTÛNİYYEİ CEDÎDE) :

Antik çağ sonlarında ve özellikle üç kıtaya yayılmış Roma İmparatorluğu kültürünün hüküm sürdüğü o çok geniş alanlarda, bir yandan hristiyanlığın, diğer yandan hellenistik kültlerin yayılması, din hayatına bir canlılık getirmiştir. Gerçek din özlemi, duyular üstü kavramlarla bağlantı kurma istekleri, ölümden sonrası ile ilgili inançlardaki değişmeler, felsefenin o günki sınırlarının üzerine taşan, bazı yeni akımların doğmasına sebep olmuştur. Böyle bir ortamda, mistik içerikli dinî unsurlar taşıyan, Pythagoras ve Platon felsefelerinin tekrar gündeme gelmesi, doğal sayılmalıdır. 

Atina'nın çöküşünden sonra antik çağ yunan felsefesi, gelişimi için en uygun ortam olarak gördüğü İskenderiye'ye göçmüştür. Burada karşılaştığı Mısır, Keldânî ve Musevî dinlerinin içerdiği zengin mistik ögelerden de esinlenerek, sonuçta, bir Yunan - Yahudi ortak anlayış ve felsefesi geliştirilmiş ve bu düşünsel ürünler, ünlü İskenderiye Okulunu ve dolayısiyle Yeni Platonculuk akımını ortaya çıkarmıştır. İskenderiye Okulunun ilk önemli temsilcisi, musevî bir düşünür olan Philon Judaeus'dur. (İ.Ö. 15 - İ.S. 50) Ana ereği, yunan felsefesinin, yahudilerin kutsal kitabı Tevrat ile bir çok alanda özdeş olduğu tezini kanıtlamaktır. Aslında allegorik bir "Tevrat yorumu" olan eserinde Philon, doğu dinleriyle, hristiyanlığın da etkisinde kalarak, Pythagoras'çılık, Stoa'cılık ve Aristoteles öğretisinin kaynaştırılmasiyle, gizemciliğe dönüştürülmüş bir Platonculuk târifi yapmaktadır. Philon'a göre Eski Ahit'teki kişiler, Tanrı'nın düşünce ve niteliklerinin simgesel görünümleridir.

Böylelikle Platon'un idealar kavramı da, melek, insan ve nesne olarak bir gerçeklik kazanmıştır. Philon bu görüşten hareketle şu tezi geliştirmektedir;

Kutsal kitapların, sözel anlamı ile ruhunun mânâsını (bedeni ile ruhunu) birbirinden ayırmak gereklidir. Maddeye bağlı büyük çoğunluk, "Tanrısal ilke"yi arınmış biçimiyle kavrayamaz. İşte bu yüzden Tanrı, buyruklarını içeren "vahyi", insan biçiminde (Musa Peygamber) göndermiştir.

Hristiyan filozoflar tarafından daha sonraları tanrısal düşünce ve davranışın, (logos) insan biçiminde (İsa) görünüşü, aynı mantıkla ifâde edilmiştir.

Yeni Platonculuk, Platon öğretisinin yeni bir yorumu olarak, hristiyan ve islâm felsefe ve teolojisinde derin etkiler bırakmıştır. Öğreti, Evren'in dışında bir yerlerde olduğu söylenen "Platonik formlar"a (idealara) erişme imkânına sahip bireylerden başka, hiç kimsenin bilgiye ulaşamayacağını ileri süren kuşkucu görüşlerden hareketle geliştirilmiştir. Bununla beraber Yeni Platoncular, kuşkucu öğretinin aksine, Platon'un fikirlerinden doğrudan alıntılar yaparak, ruhun bu formları daha önce görmüş olduğu inancı ile, insanoğlunun bu bilgilere doğuştan sahip olduğu tezini tekrarlamışlardır. Bu anlayışın tüm ayrıntılarını târif etmek ve bundan yeni  bir dinin temellerini oluşturmak maksadiyle, hiç bir değişikliğe uğratmaksızın, Platon öğretisinin diğer unsurlarını da kullanmışlardır.

Ancak öğretinin metafizik yapısı, Platonik mitler dışında, başka görüşlerden de etkilenmiştir. Platon, yaşlılık dialoglarından Parmenides'de, bilinen formların varlıkları ile ilgili tüm algılamaların, o kavrama ait ilk ve ana örneğin, asıl kalıbın (idea'nın) az ya da çok eksik bir kopyesi olduğunu öne sürmüştü. Tam ve eksiksiz formların bulunduğu sonsuz ve erişilmez bilinmezlik platformunda, (fizik ötesi - metafizik) varlık ve bilgi dışı kavramların mevcut olması gereğini savunmaktaydı. İşte bu noktada Platonik öğretiden ayrılan Yeni Platoncular, varsayılarak târif edilmeye çalışılan bu düşünce üstü formların, (idea'ların) bir "Yüce Varlık" tarafından yaratıldığı görüşüne varmışlardır.

Platon'u mistik ve dinî lider olarak alan bu yeni yorum, Mısır yunanlılarından Plotinos  (İ.S. 205 - 270) tarafından yazılan "Enneadlar"da  (Dokuzluklar - Her birinde 9 bölüm bulunan 6 kitap) üstün bir edebî dille anlatılmıştır. Görüşleri, belki de anlatının estetik güzelliği yüzünden, oldukça ikna edici ögeler taşır. Plotinos, Platon felsefesinin gizemci (mistik) yanını, antikçağ yunanlılarının tüm önemli filozofları ile uzlaştırıp, seçmeci (écléctique) bir öğreti yaratmıştır.

Bu tezin en önemli sonucu, antik çağ düşünürlerinin bilgi ve hikmet sevgisinin, bu öğreti yolu ile Tanrı bilgisi - Tanrı sevgisi hâline dönüşmesi olmuştur. Bilgi kavramı da böylelikle ilk filozoflardan veya doğa filozoflarından  bu yana kabul görmüş, "algılama ve sonuç çıkarma" târifinden, muğlak bir "ruhsal görüş" anlayışına indirgenmiştir. 

Bu mantık sonucu, "bilge kişi" târifi de değişikliğe uğramıştır. Sokrates ideali  diyebileceğimiz, "kendini bilen, aydınlık düşünen, kendini denetleyebilen, ölçü ve uyum içersinde yaşayan", özgür bilge kişi tanımı yerini, "sıradan insanlara tamamiyle kapalı bir dünyada, hem varlıkların, hem doğa üstü olayların derinliklerine inebilme yeteneğine sahip kişilikler", şeklinde özetlenebilecek, Pythagoras'çı târiflere bırakmıştır.

Plotinos'a göre Evren'deki her şey, Tanrı'dan sûdûr etmiştir (çıkmıştır) ve Tanrı'ya dönecektir. (Bu yüzden öğretiye "Panthéisme émanatiste" (Sûdûriyyei vücûdiyye) ismi de verilir.) Düşünürümüze göre, bütün nenlerden önce ve kendinden sonra gelenlerden farklı, kendi kendine yeter bir nenin bulunması gereklidir. Böyle bir varlık varsa, her şeyin en tamı ve en güçlüsü olmalıdır. Tamlık ve olgunluk içinde olan ise, kendiliğinde kalmaya tahammül edemez, başka varlıklar meydana getirir. Tam ve bir olan deyimi ile târif ettiği Tanrı, tam olduğu içindir ki taşar ve bu fışkırma ile (perilampsis) kendinden ayrı bir yeni varlık oluşturur.

Bu kuvvetli fışkırma süreci sonucunda sûdûr ve uruç (Emanation : Alt olanın, üstün olandan çıktığı tezi. Evren'de mevcut olan her şeyin Tanrı'dan çıktığını dile getirmek için ortaya atılmış bir görüştür. Bir başka açıdan, önce gelenin, sonradan gelene ihtiyacı olmadığı, sonradan gelenin, önceden gelene gereksinim duyacağı mantığını içerir.) yolu ile Yüce Varlık, düşünsel formları (ideaları) içeren "Evrensel aklı" ("Nous", "akıl dünyası") yaratmıştır. "Evrensel akıl" ise kendi payına, yeni bir fışkırma ile (perialampis) "Evrensel  ruh"u (veya "ruh dünyası"nı) gerçekleştirmiştir. Ortada artık, cisimsiz ruhlar vardır. Akıl bir bütün halinde bulunmaktadır. Fışkırmanın üçüncü aşamasında özdeksel âlem, (doğa ve madde) yaratıcı gücün azalmış olması yüzünden, eksik ve yetkin olmayan kopyeler hâlinde, (Platonik târif) "Evrensel Ruh"un varoluş çeşmesinden akmaya başlamıştır.

Ruh, Yüce Varlık ile birlikte yaşadığı gerçeklerin dünyasını hatırladığı ve orada olmayı büyük bir tutku ile arzu ettiği için, bulunduğu Evren'de, kendini yabancılaşmış ve kaybolmuş hissetmektedir. Ancak, tam anlamiyle arınmış ve kemâle erişmiş bir ruh, bu vuslatı gerçekleştirmeyi ümit etmelidir. Bu yüzden ölümsüz ruh, bir yeniden doğuş, (Réincarnation) süreci içersine girerek, bedenden bedene, sonsuz bir yolculuğa çıkmalıdır. Bu arınma yolculuğu, ruhun ideale erişmedeki tek çıkar yoludur. Plotinos ruhu, sıla hasreti çeken bir gezgin, "Her gece başka bir handa uyuyan bir avare" olarak isimlendirir.

Plotinos'a göre, yukarda zikredilen üç basamaktan inerek varlaşan insan, çift yanlı merdivenin diğer tarafındaki üç basamağı çıkarak Tanrı'sına dönecektir. Bu basamaklardan birincisi algılama, ikincisi akıl, üçüncüsü gizemsel sezgidir. İnsan yaşamının ereği, önce duyumlar yolu ile etrafındaki olayları algılamak, sonra akıl yolu ile erişilebilir olanları irdelemek ve değerlendirmek, nihayet son aşamada, basîret ile gizemsel sezgi fazîletine ulaşarak, Tanrı'ya kavuşmaktır.

Aristoteles Tanrı'yı "düşünmenin düşünmesi" olarak târif etmekteydi.

Bu görüşe, orta çağ filozofları bir ekleme yaptılar;

"O'nun düşüncesi o kadar mükemmeldir ki, düşünmek ve yapmak, onun için tek ve aynı şeylerdir."

Anselmus'un, Tanrı'nın varlığını kanıtlamak üzere öne sürdüğü ünlü önerme şöyledir;

"Tanrı, daha yüce hiç bir şeyin düşünülemeyeceği şey olarak târif edilebilir." (Aliquid quo nihil maius cogitari possit) Ancak bu görüş, Tanrı'nın düşünülebilir olduğunu da belirten paradoksal bir içerik taşır.

Anselmus, neo-platonik öğretiden de esinlenerek şöyle ekliyordu;

"Varoluş, var olmamaktan daha mükemmel bir kavramdır. Düşündüğümüz Yüce Varlık, var olmalıdır. Mükemmel olan, var olmamaya tahammül edemez." 

Eski bir hâdis’e göre Allah, Muhammed Peygamber’e, “Ben gizli bir hâzineydim ve bilinmek istedim. Ve bilineyim diye Dünya’yı (Evren’i) yarattım.” der. Bu Hâdis ile Yeni Platonculuk akımının yukarda sayılan tezleri arasındaki benzerlik ilginçtir.

Plotinos'dan sonra Yeni Platonculuk akımı, iyiden iyiye teolojik bir veçhe kazanmıştır. Çok tanrıcı Yeni Platonculuk akımının temsilcilerinden Jamblichus, İ.S. 4. yüz yılda, Dünya'da mevcut plüralist din taraftarlarınca tapılan ilâhlar ve yarı tanrılar açısından, bu ilâhların hükümran oldukları kendilerine özgü alanlarda, yine sûdûr (émanation) yolu ile çeşitli varlık veya kavramları yarattıkları tezini öne sürmüştür. Jamblichus'dan sonra 5. asrın ortalarına doğru Proclus, öğretiyi daha mantıkî bir platforma oturtmuştur.

Yeni Platonculuk akımı batı dünyasına, Plotinos'un eserlerinin, Victorinus tarafından  İ.S. 361 yılında yapılan lâtince tercümesi ile girmiştir. Bu tercüme, Saint Augustine'i büyük ölçüde etkilemiştir. O zamana değin, kendine ait sarih bir felsefî yapıdan yoksun kalmış hristiyanlık, bu öğreti yolu ile teolojik inançları için ihtiyaç duyduğu fikrî temel ve metafizik sisteme kavuşmuştur. Bu entellektüel temel, Saint Augustine tarafından kurulmuş olmasına rağmen, Pseudo Areopagite Dionysus ile Boethius'un eserlerinden de büyük ölçüde güç almıştır. 13. asra değin, ta ki Aristoteles öğretisi yeniden dikkatleri çekip, hatırlanana ve tekrar değer kazanana dek Yeni Platonculuk, batı hristiyanlığı için temel felsefî öğreti olarak kalmıştır. Saint Anselm, Clarivaux'lu Saint Bernard ve Saint Bonaventura gibi düşünürler, Saint Augustine geleneğini sürdüren, hristiyan liderler olmuşlardır.

Yeni Platoncu eserlerin, yunanca, arapça ve daha sonraları ibrânice tercümeleri, İslâm ve musevî felsefesi ile mistsizmine önemli etkiler yapmıştır. İbn-i Sînâ, Solomon Ben Judah Ibn Gabriol ve Judah Ha - Levi, bu geleneğin en tanınmış Orta Doğu kökenli düşünürleridir.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |