<%@ Language=VBScript %> EVRENİN SIRLARI Sayfa 3

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 SAYFA> | 1 | 2 | 3   

 

            Parçacık ve dalga, Bohr’un tamamlayıcı kavramlar olarak isimlendirdiği şeylerdir.  Tamamlayıcı kavramlar aynı nesnenin farklı temsilleridir.  Bunlardan biri bilinirse diğerinin bilgisi dışlanır.  Yani bir parçacığın aynı anda hem hızını hem de konumunu ölçebilmemiz olanaksızdır.  Bunu Werner Heisenberg 1926 yılında belirsizlik ilkesiyle açık olarak ortaya koymuştur.  Bir parçacığın gelecekteki konumunu ve hızını hesaplayabilmek için şu andaki konumunu ve hızını ölçmek gerekir.  Bunu yapmanın en kolay yolu parçacığa ışık tutmaktır.  Işık dalgalarının bir bölümü parçacığa çarpıp saçılacak ve buradan parçacığın konumu saptanacaktır.  Ancak parçacığın konumu, ışığın iki dalga tepesi arasındaki uzaklıktan daha küçük bir hata ile saptanamayacağından, parçacığın konumunu daha kesin ölçmek için daha kısa dalga boylu ışık kullanmak gerekir.  Planck’ın tanecik varsayımına göre ölçüm için en az bir tane tanecik kullanmalıyız.  Bu tek tanecik dokunduğu parçacığın hızını önceden bilinemeyecek biçimde değiştirecektir.  Üstelik konumu daha kesin ölçebilmek için daha kısa dalga boylu ışık gerekecek ve bundan dolayı tek bir taneciğin enerjisi daha yüksek olacaktır.  O halde parçacık daha çok etkilenecektir.  Başka bir deyişle, parçacığın konumunu daha kesin ölçebilmek için uğraştığınızda, hızını daha hatalı ölçüyor olacaksınız, ya da tersine hızını ölçerken konumunu ölçemeyeceksiniz.

            Tamamlayıcılık ilkesine en güzel örnek Sofokles’ten verilebilir.  Sofokles’in “Antigone” adlı eserinde “topluma karşı görev” ve “ailesel görev” kavramları tamamlayıcı kavramlardı ve bir anlamda, karşılıklı olarak birbirlerini dışlıyorlardı.  İyi bir yurttaş olarak, Antigone, kralı öldürmeye çalışırken öldürülmüş olan kardeşini hain olarak değerlendirmelidir.  Krala ve topluma karşı görevi kardeşini reddetmesini gerektirmektedir.  Yine de ailesel görevi onun vücudunu gömmesini ve hatırasına saygı göstermesini gerektirmektedir.

            Tamamlayıcılık ve belirsizlik ilkeleri Kopenhag yorumunu oluştururlar.  Quantum fiziğinin en can alıcı özelliği, gözlemciye, yalnızca gözlemleme ile ilgili değil, aynı zamanda gözlemlenen özellikleri tanımlamada da büyük ve önemli roller vermiş olmasıdır.  Çünkü Quantum fiziğinde bir nesnenin kendi özelliklerinden söz edemeyiz.  Bu özellikler ancak nesnenin gözlemci ile giriştiği etkileşim sonucunda oluşmaktadırlar.  Heisenberg’in sözleriyle “gözlemlediğimiz şey doğanın kendisi değildir; yalnızca doğanın yönelttiğimiz soruya verdiği yanıttır”.  Örneğin gözlemci ölçüm araçlarını nasıl oluşturacağına karar verdiğinde, bu oluşum, sonuç olarak gözlenen nesnenin özelliklerini de belirleyecektir.  Eğer deneysel düzen değiştirilirse, buna karşılık gözlenen nesnenin özellikleri de değişecektir.

            Gözlemleme işinin gözlemlenen şeyi değiştirebileceği gerçeği normal yaşamdan çıkarılan örneklerde de görülebilir.  Modern yaşamdan yalıtılmış bir küçük köyü inceleyen antropolog, yalnızca kendi varlığı ile köy yaşamını değiştirecektir.  Bu gözlemin nesnesi inceleme sonucu değişir.  İnsanların gözlemlenmekte olduklarını bilmeleri onların davranışlarını değiştirebilir.

            Bohr’un tamamlayıcılık ilkesi bir şeyi bilmenin koşullarının diğerlerinin bilgisini zorunlu olarak dışlaması nedeniyle, determinizm gereği dünya hakkında bir defada her şeyi bilmenin olası olmadığı anlamına gelmektedir.  Quantum teorisinin Kopenhag yorumu dünyanın bizim onu gözlemlememizden bağımsız bir varlık olduğu fikrini sona erdirmiştir.  Başka bir deyişle insanın niyeti,  fiziksel dünyanın yapısını etkilemektedir.  Bu da, biz onu kavramasak da, dünyanın devam ettiği şeklindeki klasik nesnellik görüşünü destekleyen her günkü dünya deneyimimiz ile çelişmektedir.

            Quantum teorisine göre, madde hiç bir zaman durağan olmayıp her zaman için hareket halindedir. Bu aynı zamanda doğu mistikçilerinin de maddesel dünyaya bakışlarıdır. Fizikçi ve doğu mistikçilerinin hepsi evren, hareket ettikçe, titreştikçe, dans ettikçe dinamik olarak idrak edilmelidir demektedir. Doğa durağan değil fakat dinamik denge içindedir. Nitekim Tao’cu metinlerde bu konuda şöyle yazar: “Durgunluk içindeki durgunluk gerçek durgunluk değildir. Yalnızca, eğer hareket içinde durgunluk varsa cenneti ve dünyayı kaplayan ruhsal ritim ortaya çıkar”.

            Termodinamiğin yasalarını keşfetme süreci içinde, fizikçiler, maddenin genel bir özelliğini tanımlayan bir başka makroskopik değişken daha keşfettiler - entropi.  Entropi fiziksel sistemin ne kadar düzenlenmemiş olduğunu gösteren niceliksel bir ölçüdür; sistemin dağınıklığının bir ölçüsüdür.  Her şeyi düzgün ve düzenli tutmanın ne kadar zor olduğunu hiç farkettiniz mi? Üstelik ikilemsel olarak doğru ve düzenli hale getirmeye çalıştıkça düzensizliği de arttırırız. Örneğin yarısı tuzla dolu bir tuzluğun diğer yarısına dikkatli bir şekilde karabiber doldurduğumuzda eğer tuzluk saydamsa alt yarısının beyaz tuz tanecikleriyle, üst yarısının ise siyah karabiber tanecikleriyle dolu olduğunu görürüz. Tuzluk bir kere bile olsun altüst edildiğinde siyah karabiber ile beyaz tuzun en azından bir kısmı birbirine karışır ve beyaz tanecikler arasında siyahları görürüz. Daha sonra karabiber ve tuzu birbirinden ayırmaya çalıştıkça daha çok birbirlerine karışmasına neden oluruz yani düzeltmeye çalıştıkça entropisini yani düzensizliğini arttırırız. Kızgınlığınız rasgele bir durum değildir; termodinamiğin temel yasalarının bir sonucudur.  Kapalı bir fiziksel sistem için entropi ya da kargaşa her zaman artar.  Bizler termodinamiğin ikinci yasası ile yarışmaktayız.

            İnsan zihni hiç yoksa bile, düzen bularak kargaşa, yani kaos’u hor görür, fakat quantum kuramı determinist olmayan ve ilk defa matematikçiler tarafından bulunan kargaşa dünyasını yani rasgeleliği getirir.  Rasgelelik için doğaya bakarsak kargaşa arayabileceğimiz en iyi yerin tam atomun içi olduğunu görürüz. Quantum rasgeleliğine benzer bir rasgelelik yoktur.  Bir atomun ne zaman ve nerede bozunmaya uğrayacağı konusu gerçekten rasgeledir.  Bir kumar makinasında bir kusur olabileceğini düşünebiliriz ama fizikçiler quantum dünyasında hiç böyle kusur en azından şimdilik bulamamaktadırlar.  Quantum rasgeleliği yenilemez.

            Canlıların gelişiminde başarılı değişikliğe kapıyı açan şey rasgele oluşan hata olasılığıdır.  Nesilden nesile genetik bilginin iletimindeki hatalar evrim sürecini geliştirir.

            Eski klasik fizikte, mütasyonları yaratan hatalar gibi hatalar bile, ilke olarak bütünüyle belirlenmiştir.  Hatta evrimin geleceğini yöneten genetik değişiklikler bile, her şeyi bilen Tanrı için bilinebilir şeylerdir.  Fakat Quantum kuramı ile gerçekliğin bu klasik resmi devrilmiş ve yerini belirsiz evren almıştır.  Tanrı’nın mükemmel zihninde bile belirlenmemiş olan ani değişiklik olur, DNA zincirindeki birkaç rasgele değişiklik başarılı değişik bir tür yaratır.  Bu nedenle, quantum kuramının determinist olmaması bizim gerçeklik resmimiz için o kadar önemlidir.

            Doğa kusur konusunda hiç bir şey bilmez; kusur, doğanın insan tarafından kavranışıdır.  Biz doğanın parçası olduğumuz ölçüde, biz de mükemmeliz; mükemmel olmayan şey insanlığımızdır.  Ve ironik olarak, kusurluluk ve hata konusundaki kapasitemiz nedeniyle biz özgür yaratıklarız.  Hiç bir taş ya da hayvanın zevkine varamayacağı bir özgürlüktür bu.  Hata olasılığı ve quantum kuramının açıkladığı gerçek bilinmezlik olmadan, insan özgürlüğü anlamsızdır.

            Sevgi ve sezgi sayesinde ermiş kişiler, bilimsel olmasa da gönül rahatlığı ve kafa huzuru içinde mikro evrenden makro evrene kadar çok şeyi kavrayabilmektedir.  Kaldı ki söyledikleri çok şeyin doğruluğu günümüzde modern teknoloji ve quantum kuramı sayesinde doğrulanmaktadır.  Örneğin Cüneyd-i Bağdadi “suyun rengi, kabın rengidir” diyor.  Muhittin Arabi “Tanrıyı görmek isteyenler eşyaya baksınlar” diye öğütlüyor.  Hepsinden öte Hallac-ı Mansur: “Enel Hak” dediği zaman bu yaklaşımın sınırlarına gelip dayanmıştı.  Evrenin sırrına erişmişti.  Tanrıyı kendi içinde hissediyordu.  Tanrıyı kendi içinden dışarıda sanmak ve aramak abestir.  Yunus ne demiş “Bir ben vardır, benden içerü”. Tanrı evrenin bizzat kendisidir denilebilir mi?  Acaba sır bu mu?  Aslında herkes ne hissediyorsa o olacak, yani kara toprak olacağını hisseden kara toprak olacak, cennette olacağını hisseden cennette, cehennemde olacağını hisseden cehennemde, Tanrıya döneceğini hisseden Tanrıya dönecek, görüntüyle uğraşmayıp gerçek sırra erenler de, belki bunların aslında hep aynı şeyler olduğunu bilecekler.

            Bu nedenle bizlerin görüntüyle uğraşmayı bırakıp artık özü aramamız gerek. Bu konuda Yunus’un deyişi çok çarpıcı “Ete kemiğe büründüm Yunus diye.  göründüm”. Özü ararken uzağa gitmeye de gerek yok. İçimize bakabilirsek ve kendimizi gözlemleyebilirsek onu görebileceğiz. Etrafımızdaki canlı cansız her şey onunla dolu yeter ki görmeyi bilelim. Zaten görmek aydınlanmayı bilfiil yaşamak demektir.

            Madem ki evreni oluşturan her şey Tanrının yansımasıdır, bunları bir arada tutan da sevgidir.  Sevdiğimiz ama her şeyi sevdiğimiz sürece gerçeğe yakınlaşacağız ve belki de bütünleşeceğiz. Doğaldır ki sevmek için de bilmek gerekir. Bakın bu konuda Paracelsus ne diyor: “Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şey yapamayan, hiçbir şeyden anlamaz. Hiçbir şeyden anlamayan değersizdir. Oysa anlayan hem sever, hem her şeye karşı uyanık olur, hem de görür. Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa, o kadar büyük sevgi vardır. Bütün meyvelerin böğürtlenlerle aynı anda olgunlaştığını sanan kişi, üzümleri hiç tanımıyor demektir”. Aslında fiziksel dünyanın gerçek sırrı, hiç sır olmadığıdır. Gerçekliği her zaman bilemememiz onun bizden çok uzak olması nedeniyle değil, bizim ona çok yakın olmamız nedeniyledir.  Belki sonunda perdeye kadar çıkıp, ardındaki gerçeğe erişmek kimseye nasip olmayacak ama, ne kadar çıkılabilirse, insanın kendisine, ailesine, insanlığa ve hatta tüm Evrene karşı olan görevlerini o kadar yerine getirmiş olacağı kuşkusuzdur.

Sıtkı Aytaç
08.01.2003

 

KAYNAKLAR

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |