<%@ Language=VBScript %> İNSAN AİLESİNİN BİYOKÜLTÜREL EVRİMİ Sayfa 2

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 SAYFA> | 1 | 2 | 3   

 

Homo habilisler, zamanımızdan önce 2.5 ile 1.6 milyon yılları arasında, Doğu ve Güney Afrika'da yaşamışlardır. Tanzanya'nın Olduvai George vadisinde, Kenya'nın Doğu Turkana bölgesinde, Koobi Fora'da ve Güney Afrika'nın Swartkrans ve Sterk-fontein bölgelerinde çok sayıda iyi korunmuş habilis fosilleri bulunmuştur. Diğer tüm hominidlerden farklı olarak, homo habilislerin kafatası kemikleri ince olup, beyinde frontal lobun yer aldığı alın bölgesi gelişmiştir. Alveolar prognatizma varlığını korumakla beraber, büyük azı dişlerindeki küçülmeden dolayı, damak uzunluğu azalmış, yüz kısalmıştır. Güçlü çiğneme kasları yoktur. Diş minesi incedir. Kesici ve köpek dişleri büyüklük ve lokalizasyon açısından bugünkü insanda olduğu gibidir. Beyin hacimleri ortalama 660 cm3'tür, yani hominidlerinkinden % 50 oranında daha büyüktür. Doğu Turkana'da bulunan Homo 1470'in beyin hacmi 800 cm3'tür. Kafatasının iç yüzeyinde beynin bırakmış olduğu izlerden anlaşılacağı üzere, beyin korteksinin sol yarısında oluşan fronto-orbital oluğun konumu ve yapısı modern insandaki gibidir. Oysa bu oluk insansılarda yoktur. Beyin kortekslerinin fronto-parietal ve tem-poral kısımlarındaki Broca ve Wernicke bölgelerinin varlığı habilislerin konuşma yeteneğine sahip olabileceklerini göstermektedir.

Homo habilis erkeğinin boyu ortalama 1.30, dişisinin boyu ise 1 metre, ağırlıkları 25-35 kg. arasında idi. Ayak iskeletlerinde, enlemesine ve boylamasına olan kavis, dik durduklarının en iyi kanıtıdır. Habilislerin bacak kasları modern insandakinden daha güçlüydü. Dolayısıyla habilisler bizden daha güçlüydüler ve daha az yoruluyorlardı. Modern insanda kol uzunluğu bacak uzunluğunun % 70 kadarıdır, habilisde ise bu oran % 95 civarındadır. Bu bedensel özellik ile, el, kürek ve kol kemiklerindeki anatomik ayrıntılar habilislerin ağaç yaşantısından tümüyle vazgeçmediklerini göstermektedir.

Tanzanya'nın Olduvai vadisinde Leakey ailesinin yaptığı kazılarda, fosil yatakları içinde homo habilislerle beraber taş aletler de bulunmuştur. Zamanımızdan 2.5 milyon yıl öncesine ait bu taş aletlerin üzerinde uygulanan taramalı elektronik mikroskop analizi neticesinde, bu taşların bilinçli olarak ve belirli bir tekniğe göre biçimlendirildiği anlaşılmıştır. Jelinek ve Arsebük'ün tanımlamalarına göre, bu aletler Oldowan endüstrisi olarak isimlendirilmişlerdir. Oldowan taş endüstrisi dört çeşit aletten ibarettir. Bunlar, çekiç, tek yüzü işlenmiş satır, iki yüzü işlenmiş satır ve yontulup biçimlendirilmiş yongadır. Bu aletler keskinliğini kaybetmiş çakıl taşları, lav kökenli taşlar ve kuvartzlardan hazırlanıyordu. Leakey ve Kottak burada tasarımın ilk izlerinin görüldüğünü söylerler. Metin Özbek'e göre, doğal ayıklama süreci, sahip olduğu genetik potansiyeli ile bu yeni canlı karşısında pek etkin görünmüyordu. Doğa, kendi elleriyle, adeta kendine kafa tutan bir yaratık dünyaya getirmişti ve onun dizginlerini giderek elinden kaçırıyordu. Habilisler, taş aletleri ile avcılık ve toplayıcılıkta oldukça etkili olmaya başlamışlardı. Hayvan karkaslarının derilerini yüzüyor, bitki köklerini topraktan çıkarıyor, besinlerini eziyor ve kırıp parçalıyorlardı. Bu sayede diş ve çenelere de fazla yük binmemiş oluyordu.

Yapılan araştırmalarla bugünkü insanların % 90 oranında sağ ellerini kullandıkları kanıtlanmıştır. Berkeley Üniversitesinden Toth Koobi Fora'da bulunan aletleri çeşitli yöntemlerle incelemiş ve habilislerin tercihen sağ ellerini kullandıkları sonucuna varmıştır. Habilisler arasındaki sağ el yatkınlığı, beynin o dönemlerde sağ ve sol yarım kürelerinin farklı işlevleri üstlenecek şekilde bir lateralizasyona girdiğinin kanıtıdır, însan ailesinin ilk temsilcileri olarak kabul edilen homo habilis ve homo ergaster toplulukları yerlerini, daha iri beyinli, uzun boylu ve daha gelişmiş zekâya sahip homo erektus ardıllarına bırakarak tarih sahnesinden silinmişlerdir.

Homo erektus: ilk buluntuları alt pleistosen ile yaşıt olan erektuslar, Stein ve Rowe'un sistematik ve filogenetik çalışmalarından öğrendiğimize göre, üst pleistosenin başlarına kadar yaşamışlardır. Tattersall ve Kottak, erektuslann, insansıların kaba yapılıları ile alt pleistosenin sonlarında Turkana Gölü çevresinde yan yana yaşadıklarını belirlemişlerdir.

Zamanımızdan önce 1.8 ile milyon 1.6 milyon yıl arasındaki yaklaşık 200.000 yıl gibi çok kısa bir süre içinde, ilkel anatomili habilis ve ergaster türlerinden, daha gelişmiş erektusa doğru çarpıcı bir atlama olmuş, fakat sonraki bir milyon yıl boyunca erektuslarda kayda değer bir biyolojik evrime rastlanmamıştır. Doğu ve Kuzey Afrika'dan, Hindistan ve Pakistan'a, Avrupa'nın bir çok yan tropik alanından, Endenozya takım adalarına kadar çok büyük bir yayılma gösteren homo erektuslar, Wolpoff a göre çeşitli iklimsel koşullarda, ırksal farklılaşmalarla karşımıza çıkarlar. Larrick ve Ci-ochon'a göre erektuslar Afrika'dan diğer kıtalara yayılmışlardır. Öte yandan Berkeley'den Swisher ve Curtis'in Java'da argon-argon tarihleme tekniği ile yaptıkları çalışmalar, erektusun varlığını 1.8 milyon yıl önceye götürmektedir. Larick ve Ciochon, Çin'de bulunan zamanımızdan 1.7 milyon yıl öncesine ait fosil kalıntıların ve taş endüstrisinin erektus aşamasının öncesine ait olduğunu ve Afrika'dan başlayan büyük göçün habilis ya da ergaster döneminde olduğunu ileri sürerler. Gibbons ise homo erektuslann, Java'da Çin'dekilerden çok daha eski dönemlerde yaşadıklarını ileri sürer.

Kuzey Afkrika'dan Güney Afrika'ya kadar çok çeşitli alanlara yayılan, homo erektuslann, Etyopya'daki Omo Vadisinde 130.000 yıl öncesine kadar yaşadıkları saptanmıştır. Yapılan jeolojik araştırmalar, alt pleistosende Cebelitarık Boğazının yerinde karasal bir bağlantının bulunduğunu kanıtlamaktadır. Avrupa'ya geçişte erektuslar bu bağlantıyı kullanmışlardır. Nitekim 4. zaman süresince, buzul çağında yaşamış olan mamutlar da Afrika'dan Avrupa'ya bu yolla gelen fillerin ardıllarıdır. Erektuslann yaşadıkları çağlarda, Kuzey ve Doğu Afrika ile Güney-Doğu Asya'da sıcak ve yağışlı bir iklim hâkimdi. Büyük Sahra ormanlarla ve zengin su kaynakları ile kaplıydı. Pleistosen çağ sürecince son derece önemli iklim değişimleri meydana geldi. Kuzey yarım kürenin büyük bölümünü etkisine alan buzul çağları başladı. Her buzul dönemini yağışlı ve ılıman ara buzul dönemleri izledi. Hayvan türleri ve bitki örtüsü de, bir soğuyan, bir ısınan iklimlere bağlı olarak değişti. Deniz seviyelerindeki alçalma ve yükselmeler sonucu, kıyı şeritlerinin profilleri de değişti. Erektuslar, Afrika gibi elverişli bir iklimden sonra, buzul çağındaki Avrupa içlerinden Sibirya steplerine, Çin'deki soğuk tundra ikliminden, Java'daki tropik iklime kadar çok değişik iklimlere ayak uydurmak zorundaydılar. Barınak olarak genelde mağaraları kullanan erektuslara ait ilk kulübe kalıntıları, zamanımızdan 400.000 yıl öncesine aittir ve Kottak tarafından, Fransa'da Nice yakınlarındaki Terra Amata adlı eski yerleşim bölgesinde bulunmuştur. İnsanoğlunun yarattığı oval biçimli bu ilk evlerin kalıntıları içinden taş aletler, ocak külleri ve pişirilerek yenilmiş olan hayvan kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

Erektuslar, vücut yapıları olarak modern, fakat kafatası yapıları bakımından ilkel düzeyde idiler. 727 ile 1225 cm3 arasında değişen beyin ağırlıkları, ortalama 946 cm3'tü. Erektusların beyin hacmi habilislerden % 44 oranında daha büyüktür. Beyin korteksieri frontal, temporal ve parietal bölgelerde önceki atalarına nazaran benzeri olmayan bir gelişme gösterir. Heim ve Rightmire'ın tespitlerine göre kafatasları üstten bastırılmış gibi yassı olup, oksipital kemiğin orta hizasında belirgin bir bükülme vardır. Kaş kemerleri abartılı bir çıkıntı oluşturur. Yüzleri ve burun delikleri geniştir. Üst çene çıkıntılıdır. Kafatası kemikleri modern insandan çok kalındır. Alt çeneleri de oldukça iri ve kabadır, menton çıkıntısı yoktur. Güçlü çiğneme kaslarına ve iri dişlere sahiplerdir. Bilhassa köpek dişleri çok iri olup, diş kökleri de modern insana nazaran oldukça uzundur. Boy ortalamaları Çin'de yaşamış olanlarda 1.56 m. Java'dakilerde ise 1.70 m. civarındadır. Ağırlıkları 80-100 kg. olarak tespit edilmiştir. Erektuslar, dar leğen kemiklerine ve dar doğum kanallarına sahiplerdi. Dolayısıyla cenin aşamasında olmayan beyin irileşmesi, çocukluk evresinde devam etmiş olmalıdır.

Homo erektus sadece alet üretmekle kalmayıp, alet yapan aletler de üretmeyi başarmıştır, insanoğlunun kültür tarihinin % 99'unu yontma taş çağı endüstrisi oluşturur. İşte, zamanımızdan aşağı yukarı 1.5 milyon yıl önce, erektus, simetrik olarak biçimlendirdiği üçgen formunda yeni bir el baltasını kullanmaya başlayarak aşölyen teknolojisini başlatmıştır. Erektusun ürettiği el baltasının daima eksantrik bir merkezi ve çepeçevre keskin kenarları olmuştur. Erektus, bu çok yönlü alet silahı çakmaktaşı ya da bazalttan yapmış, rastgele taşları kullanmamıştır. Aşölyen teknolojisi, erektuslara Afrika'da, Avrupa'da ve Asya'da çevreye uyum sürecinde büyük kolaylık sağlamıştır. Kottak'a göre Java'daki erektuslar da alet yapıp bunları kullanıyorlardı. Fakat Asya'daki el baltası teknolojisi Afrika'da olduğu gibi gelişmiş ve karmaşık değildir. Homo erektus çağı olarak bilinen orta pleistosende, erektuslar, ateşi denetim altında tutmayı da başarmışlardır. Patel'e göre, zamanımızdan önce 385.000 ile 465.000 yıllan arasında Fransa'de Menez- Dregan'da yaşayan erektuslar ateşi bilinçli olarak kullanmışlardır. Bu mağarada yanmış çakıl taşları ve kömür kalıntılarının yanı sıra gergedan kemikleri de bulunmuştur. Kottak'ın tespitlerine göre Fransa'da Terra Amata ve Çin'de Zukudiyen eski yerleşim merkezlerinde de ateş bilinçli olarak kullanılıyordu. Fransa'da Escale mağarasında 700.000 yıl önce, Doğu Afrika'da Chesowanja'da 1.5 milyon yıl önce ateş kullanılmıştı. Yaygın olan görüş, erektusun ateşi üretmediği, sadece kullandığı doğrultusundadır. Taramalı elektron mikroskop analizlerden tespit edildiğine göre, diş aşınma örüntüleri, erektuslann yoğun biçimde et yediklerini göstermektedir. Homo erektuslar en fazla 20-30 yıl kadar yaşayabiliyorlardı, sadece % 5'i 50 yaşına kadar hayatta kalabiliyordu. Erektuslar, ölülerini gömmüyorlardı. Bazı araştırmacılara göre erektuslar arasında hemcinslerinin beynini yeme adeti yani kanibalizm vardı. Örneğin, Zukudiyen mağarasında bulunan 40 kadar kafatasınınn kaidesi bilinçli olarak kırılmış, içlerindeki beyinler çıkarılmıştır. Yine, ispanya'da Atapuerca mağarasında 800.000 yıl öncesine ait 6 erektusun kalıntılarını inceleyen paleontolog Fernandez-Jalvo'da Atapuerca erektuslarının kanibalist oldukları sonucuna varmıştır.

Homo erektustan Homo sapiense geçiş: Wolpoff, Relethford ve Kottak, zamanımızdan yaklaşık 200.000 yıl öncesinden itibaren, orta Pleistosenin sonlarıyla, üst pleistosenin başlarında homo erektusların yerini homo sapiens türünün arkaik formlarının aldığını söylerler. Kottak, homo sapiensleri, arkaik ve modern görünümlü homo sapiensler olarak ikiye ayırır. Asya'daki Solo insanları, Afrika'daki Bodo, Saldanha buluntuları, Mindel ve Riss buzul çağları boyunca Avrupa'da Petralona, Vertesszöllös, Steinheim, Arago ve La chaise fosil kalıntıları arkaik homo sapienslerin geniş bir coğrafyada yaşadıklarını göstermektedir. Genet-Varcin ve Wolpoff arkaik homo sapiensleri neandertallerin ataları olarak kabul ederler. Bugün, birçok araştırıcıya göre homo sapiensin evrimi polisantriktir. Ancak, Vandermeersch ve destekçilerine göre, homo sapiens zamanımızdan 200.000 yıl önce Büyük Sahra'da ortaya çıkmış ve tüm dünyaya buradan yayılmıştır. Jelinek ve Heim'a göre, 130.000 yıl öncesinden itibaren yavaş yavaş ortaya çıkan neandertaller, Batı Avrupa'da zamanımızdan 35.000 yıl öncesine kadar yaşamışlardır. Genet-Varcin'e göre, neandertal sözcüğü sadece Orta Doğu ve Avrupa için geçerlidir, diğer bölgelerde yaşayanları neandertal çağdaşları olarak isimlendiriyoruz.

Neandertallerle ilk tanışma 1848 yılında ispanya'da Gibraltar'da olmuş, arkasından 1856 yılında Almanya'da Neander adlı vadide ve 1908 yılında da Paris yakınlarında neandertal fosil kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bugüne kadar 275 neandertal insanı bulunmuştur. Kırım'da, Özbekistan'da, İsrail'de, Irak'ta ve Antalya Karain mağarasında da yaşadıklarına dair bulgular ele geçmiştir.

Neandertaller kalın enseli, geniş omuzlu, kalın bacaklı, vücut kasları oldukça gelişmiş insanlardı. Boylan ortalama 1.52 m., ağırlıkları 73 kg. civarında idi. Neandertallerin iki cinsi arasında vücut yapısı bakımından bir fark yoktu. Bacakları gövdelerine oranla Eskimolarda olduğu gibi kısadır. Geniş göğüs kafesleri güçlü bir solunum kapasitesine sahip olduklarını göstermektedir. Kafatasları iri ve yassıdır. Tıpkı erek-tuslarda olduğu gibi, göz çukurlarının üzerinde, alnın bir ucundan diğerine uzanan belirgin kaş kemerleri vardır, iri olan yüzleri öne doğru çıkıntılıdır. Burun çıkıntılı, burun delikleri geniştir. Bazı araştırmacılar, iri ve geniş burun ve hacimli üst çene sinüsleri ile, solunan havanın ısınmasının ve nemlenmesinin kolaylaştığını ve böylece neandertallerin kuru buzul iklimine biyolojik uyum sağladıklarını ileri sürerler. Yüz prognatizmasının, beyni soğuğa karşı koruduğu da ileri sürülmektedir. Neandertaller, çok iri azı dişlerine ve güçlü taçlı ve uzun köklü kesici dişlere sahiplerdi. Gelişmiş üst çene sinüsü sebebiyle, üst köpek dişi kökü hizasındaki fossa canina neandertaller-de oluşmamıştır. Neandertallerin kesici dişlerinde tuhaf bir aşınma vardır. Kottak, bu aşınmanın, neandertallerin ön dişlerini, giysi amacıyla hazırladıkları hayvan derilerini yumuşatmak için kullanmalarından oluştuğunu söyler. Patte, Wolpoff ve Kottak, neandertallerin çok özel bir anatomisini ortaya koymuşlardır. Kalça kemiğinin pübik kısmı neandertallerin hem dişlerinde, hem de erkeklerinde uzundu. Dolayısıyla, iri beyinli neandertal yavrusu bu geniş leğen boşluğundan herhangi bir sıkışma olmaksızın rahatça doğabilmekte idi. Bazı araştırıcılar hamilelik sürelerinin 11 ay olduğunu söylerler. Erişkin neandertallerin beyin hacmi ortalama 1566 cm3'tür. Oksipital beyin lobu modern insandakinden daha gelişmiştir, bu da gelişmiş bir görme yeteneğini akla getirmektedir. Trinkaus, neandertalleri izleyen modern görünümlü homo sapienslerde pübik kolunda kısalma olduğunu tespit etmiştir. Oysa iri beyin aynı kalmıştır. Bu durumda iri beyinli ceninin, dar doğum kanalına sahip anneden rahatlıkla doğması zorlaşmıştır. Bu nedenle anne işini kolaylaştıracak bir yardımcıya ihtiyaç duymaya başlamıştır. Liebermann, neandertallerin gırtlak kapasitelerinin her sesi çıkarmaya elverişli olmadığını, dolayısıyla konuşma yeteneklerinin çok sınırlı olduğunu ileri sürmektedir.

Arsebük ve Bordes'den öğrendiğimize göre, neandertaller ve çağdaşları, orta paleolitik taş endüstrisini yaratmışlardır. Bu kültürün en iyi bilinen evresi musteriyen teknolojisidir. Neandertaller yonga teknolojisi ile bıçak, uç kazıyıcı, yan kazıyıcı, testere biçimli kazıyıcı, delici, saplı ve sapsız üçgen gibi bir çok kullanışlı aleti günlük yaşamlarına katmışlar, yanı sıra ağaç ve kemikten de aletler yapmışlardır. İspanya'da bir kaya sığınağında bulunan 45.000 yıl öncesine ait tahta kaplar dışında, neandertallerin çanak, çömlek yaptıklarına dair herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Kap olarak kafataslannı ya da ağaç kabuklarını kullandıkları sanılmaktadır. Neandertaller, soğuk buzul ikliminden korunmak için hayvan derilerinden faydalanıyorlardı. Henüz iğneyle tanışmadıkları için dikişsiz giysiler giyiyorlardı. İri mağara ayısı, tundra geyiği ve kıllı gergedan gibi kürklü hayvanların postlarını yatak, yorgan amacıyla da kullanıyorlardı. Hayvan yağlarını ise ateşi sürekli kılabilmek için kullanmışlardır. Binford'a göre zekâları ve teknolojileri her tür kara hayvanını avlamaya yetecek ölçüdeydi. Besinlerinin % 99'unu et ve diğer hayvansal ürünler oluşturuyordu. Dorozynski ve Anderson, 40.000 yıl öncesine ait neandertal kemiklerinden elde edilen kolajen içindeki nitrojen ve karbon izotoplarının analizi sonucu neandertallerin, kurt ve tilki arası bir beslenme tipine sahip olduklarını ortaya koymuşlardır. Bilindiği gibi, kurtlar sadece etle, tilkiler ise et dışında meyve, bitki tohumu ve hatta ağaç yapraklarıyla beslenirler.

Irak'ta, Şaindar mağarasının zemininde bulunan çok sayıda küçük çukur örneğinde olduğu gibi, neandertaller, etlerini ve yakacaklarım stokluyorlardı. Würm buzulunun yarattığı olumsuz iklim koşullarından ötürü neandertaller dünyası çok tenha bir dünya olmuştur. Meselâ, Fransa'da, sadece 20.000 neandertalin yaşadığı sanılmaktadır. Solecki, Genet-Varcin ve Kottak'a göre, ilk mezar âdeti, neandertallerle karşımıza çıkar. Neadertaller, ölülerini oturdukları mağara ya da başka bir mekâna, anne karnındaki ceninin pozisyonunda, elleri baş hizasında, dizler karına çekili olarak gömüyorlardı. Çoğu kez ölülerinin üzerine canlılığı ve dirilişi simgeleyen kırmızı boya sürüyorlar, bazen de yanlarına öteki dünyada yardımcı olacağına inandıkları keçi ve geyik boynuzları ya da mamut kürek kemikleri koyuyorlardı. Erkeği gibi güçlü bir fiziğe sahip ve onunla ava katılan neandertal kadının süslenmeye vakit ayırmadığı sanılırken, d'Errico ve arkadaşlarının Fransa'da buldukları hayvan diş ve kemikleri ile fil dişinden yapılmış kadın süs eşyaları zannedilenin aksine, neandertal kadının süs amaçlı takılar taktığını ortaya koymuştur. Bazı Batı Avrupa neandertalleri mağara ayısına saygı duymuş ve onu kutsallaştırmışlardır. Fransa'da Le Moustier'de neandertallere ait bir aile mezarı bulunmuş, Solecki ise Şanidar mağarasında bir erkek iskeletiyle beraber en az 8 tür çiçeğin fosilleşmiş polenlerini tespit etmiştir. Kaburgaları kırılmış ve sonradan kaynaşmış, ayrıca ileri derecede eklem romatizmalı Fransa La Chapelle aux Saints neandertallinin ve diğer bir örnek olarak, sol göz çukuru parçalanmış, köprücük, kürek ve pazı kemikleri kırılıp sonradan kaynaşmış Irak Şanidar I neandertalinin ortaya koyduğu bulgular, neandertaller arasında sıkı bir dayanışma, hasta ve sakatlarına bakma âdetinin olduğunu göstermektedir. Öte yandan Gibbons'a göre, Yugoslavya ve Hırvatistan'da bulunan neandertaller kesin olarak kanibalistti. Fakat araştırıcılar bu davranış görüntüsünü tüm neandertallere maletmemekte, bunu ritüelik açıdan yorumlamaktadırlar.

Neandertaller, sert ve soğuk buzul ikliminin her türlü olumsuz koşuluna büyük bir dirençle karşı koyduktan, sonuçta tam bir biyolojik uyum sağladıktan sonra, ne genetik ne de kültürel açıdan yeni bir yaşam biçimini başlatacak performansları kalmamıştı. Kromanyon adı verilen modern homo sapienslerle temas kurduktan sonra, yaklaşık 7.000 yıl içinde tümüyle yok olmuşlardır. Bu yok oluşun sırrı henüz çözülebilmiş değildir.

1868 yılında Fransa'da, Cro-Magnon adlı kaya altı sığınağında ortaya çıkarılan ve 30.000 yıl öncesi ile tarihlendirilen, görünümleri zamanımız insanından farksız fosiller, modern insanın simgesi haline gelmiştir. Ancak, Vandeermersch gibi kimi araştırmacılar, modern yapının ilk kez, 150.000 yıl önce Güney ve Doğu Afrika'da belirdiğini iddia ederler. Lewin, dünyadaki tüm insanların ortak atasının Afrika'da doğduğunu iddia eder. Stringer, Havva'nın Afrika'da 200.000 yıl önce yaşadığını mitokondri-yal DNA kuramına göre açıklar. Berkeley'den Alan Wilson ve Mark Stoneking modern insan türünün ilk ne zaman arkaik insan türünden ayrıldığını tespit etmek için, yaşayan bir çok ırk grubundaki mitokondriyal DNA'nın varyasyon hızını incelemişlerdir. Hiçbir zaman babadan gelen DNA ile karışmayan ve sadece anne tarafından kalıtımı sürdürülen MtDNA hücre çekirdeğinde yer almaz, dolayısıyla cinsel üreme sürecinden ve doğal seçilim baskısından etkilenmez. MtDNA'daki mutasyon hızının her 1 milyon yılda, % 2-4 oranında olduğu ilkesinden hareket eden araştırmacılar, moleküler saati geriye doğru işleterek, modern insanın ortaya çıkışını, zamanımızdan 200.000 yıl öncesiyle tarihlendirirler. Wolpoff un başını çektiği çok merkezli görüşü savunan araştırmacılar ise, mitokondriyal saati kabul etmezler. Zira MtDNA'daki mutasyon bazı devirlerde çok hızlıdır, bazı devirlerde ise hiç olmamıştır. Onların düşüncesine göre Afrika zencilere, Asya sarı ırka ve Avustralya yerlilerine, Avrupa ise beyaz ırka anavatan olmuş, modern ırklar, yerel arkaik topluluklardan 3 ana kıtada birbirinden bağımsız olarak gelişmişlerdir.

Genet-Varcin'e göre, modern insanın ortaya çıktığı Würm buzulunun ikinci yarısında yani zamanımızdan yaklaşık olarak 35.000 yıl öncesinde, Avrupa'da sert ve soğuk buzul iklimi doruk noktasına ulaşmıştı. Alimen'e göre, ısı sürekli 0 santigradın altında idi ve kışlar 10 ay sürüyordu. Afrika'da ise ılıman ve yağışlı bir iklim vardı. Büyük Sahra'nın yerinde göller ve ormanlar bulunuyordu. Bütün bu olumsuz koşullara rağmen kromanyonlar, Avrupa'nın hemen her yerinde, hatta Genet-Varcin'e göre Sibirya'da bile yaşamışlar ve Avrupa'nın tek fatihi haline gelmişlerdir. 1.85 metreye sıkça ulaşabilen boyları, kromanyon erkeğinde ortalama 1.77 metre, kadınında ise 1.67 metredir. Kromanyonlarda, beyin büyük, alın geniş ve diktir. Ön arka yönde uzun olan kafatası, geniş olan yüzle çok uyum göstermez. Kaş kemerleri fazla çıkıntılı değildir. Buna karşılık, alt çenede belirgin menton çıkıntısı oluşmuştur. Göz çukurları dardır. Burun dar ve çıkıntılı olup, burun sırtı düzdür.

Wolpoff, insan ırklarının ana hatlarının üst yontma taş çağında belirlendiğini öne sürer. Kromanyon giderek nordik ırk grubuna dönüşürken, perigordiyen üst yontma taş çağının yaratıcısı olan combe capelle insanları Akdeniz insanının çekirdeğini oluşturmuşlardır. Komp kapeller kromanyonlardan daha kısa boyludurlar. Üst yontma taş çağının sonlarına doğru şansölad adlı üçüncü bir insan tipi gelişmiştir. Şansöladlarda da boy kısa, alın geniştir. Baş ön arka yönde fazla uzun değildir. Günlük yaşamda taş, kemik ve ağaçdan yapılan çeşitli etkin aletlerin, insan gücünün yerini almasıyla, üst yontma taş çağının sonlarına doğru, kas, kemik ve dişlerdeki kaba yapı giderek narinleşmeye başlamıştır. Genet-Varcin'e göre, üst yontma taş çağında nüfus önemli derecede artmıştı. Örneğin magdalenyen kültür evresinde dünya nüfusu 10 milyona kadar ulaşmıştı.

Üst yontma taş çağı perigordiyen, orinyasiyen, solütreyen ve magdalenyen kültür evrelerine ayrılır, Avrupa'ya dışarıdan gelen orinyasiyen kültür evresinde dilgi, burin, kazıyıcı, kemikten yapılan kargı ve mızrak gibi alet ve silahlar karşımıza çıkar. Solütreyen insanı ise ok ve yayı bulmuştur. Bazı araştırıcıların kazılardan elde ettikleri bulgulara göre, magdalenyen insanı keskin kenarlı dilgi aletlerini orak gibi kullanarak yabani tahılları biçmiş ve bu tahılları taş dibeklerde ezmiştir. Üst yontma taş çağının genelinde 92 tip taş alet tespit edilmiştir. Kromanyon insanı, kaburgadan küreği, ren geyiği boynuzundan kazmayı, su bardağını, Jelinek'den öğrendiğimize göre solüt-reyen kültürünün sonlarına doğru yani 17.000 yıl önce atların bilek, kuşların bacak kemiklerinden ya da fildişinden dikiş iğnesini, 13.000 yıl önce de balık avlamak amacıyla olta ve zıpkını icat etmiştir.

Kromanyonlar doğal kaynaklan kullanırken oldukça aşırıya kaçmışlardır. Değişen iklim koşullarının da etkisiyle aşağı yukarı 50 otçul hayvan türü üst pleistosenin sonlarında yok olmuştur, iyi ve dengeli beslenme sonucunda kromanyon insanının ömrü uzamış, insanoğlu ilk defa 60 yaşına kadar yaşayabilme şansını bulmuştur. Kadınların doğurganlık süreleri uzadığı için artan nüfus, insan ilişkilerinin gelişmesini başlatmıştır.

Kromanyonlar, yaptıkları deniz araçlarıyla, zamanımızdan 30.000 ile 20.000 yıl önce Kore'den Japonya'ya, Bering Boğazı yoluyla Asya'dan Amerika'ya daha sonra da Avustralya'ya ayak basmışlardır. Avustralya'da en son yapılan kazılarda elde edilen bulgular ise bu görüşün aksine, Avustralya'da yaşamın 50.000 yıl önce başladığını göstermektedir. 30 ile 25.000 yıl öncesinden, özellikle magdalenyen evresinden itibaren, kromanyonlar, doğal mağaraları terk ederek, çadır ve kulübelerde yaşamaya başlamışlardır. Isı kaybını önlemek için yan yana toprağa gömdükleri kulübelerinin duvarlarım mamutların fildişleri ile örüyor, sonra hayvan derisiyle kaplıyorlardı. Böyle tek bir kulübenin yapımında 95 mamutun kemiğinin kullanıldığı tespit edilmiştir. Kromanyonlar da, neandertaller gibi ölülerini gömmüşler, bazen çoklu gömülere de yönelmişlerdir. Ancak özel mezarlıklar yapmamışlardır.

Mağara resim sanatı prehistoryanın altın çağıdır. Din neandertaller ile, sanat ise kromanyonlarla başlamıştır diyebiliriz. Cisimlerin üç boyutlu olarak algılanması ve soyut düşünme kavramı 30.000 yıl önce üst yontma taş çağı insanı ile beraber ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Kromanyonlar, mağaraların en kuytu ve karanlık köşelerine duvar resimleri yapmışlardır. Fransa'da 67, İspanya'da 31 resimli mağara belirlenmiştir. 33-30 bin yıl öncesine ait, duvarlarında renkli olarak yapılmış ağızlan açık mağara ayıları, koşan aslanlar ve kavga eden gergedanlar bulunan Fransa'daki Chauver mağarası, daha başlangıçtan itibaren perspektif anlayışının bilindiğini bize göstermektedir. Bu mağaralar arasında en ünlüsü, mavi, kırmızı ve siyah renkler kullanarak yapılmış, bizon, vahşi at, kıllı gergedan ve ren geyiği başta olmak üzere, 150 hayvan resmini ve 850 gravürü içeren birçok dehlizi ile Fransa'daki Lascaux mağarasıdır. Yine Fransa'daki Cosquer, Ebbou ve Niaux ile İspanya'daki Altamira mağaraları, kromanyon resim sanatının en ilginç örneklerini bizlere sunmaktadır. Kromanyonlar, boya olarak doğal minerallerden kırmızı için okn, siyah için manganez dioksidi, aynca limonid ve hematiti kullanmışlardır. Çevresinde yaşayan av hayvanlarını, doğal boyutları, anatomik ayrıntıları ve olanca canlılığı ile resmeden üst yontma taş çağı insanı, kendini nedense ya hiç görüntülememiş, ya da yarı insan, yarı hayvan şeklinde çizmiştir. Magdalenyen kültür evresinde tapmak amacıyla kullanıldığı kuvvetle muhtemel olan 150 resimli mağara tespit edilmiştir. Bu mağaralarda genellikle hiç oturulmamıştır. Bazı mağaralarda insanlar hayvan maskesi altında görüntülenmişlerdir. İspanya'daki Altamira mağarasında ise çok sayıda geometrik motifler bulunmuştur.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |