<%@ Language=VBScript %> TÜRK KADINI VE EĞİTİM

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 

Sayın Canan Tözün'e gönülden teşekkürlerimizle,
  

  

TÜRK KADINI VE EĞİTİM

 

Kutsal öğretmenlik mesleğini, uzun yıllardır gururla sürdürmekteyim. Çocuklarımızı eğitme görevini üstlenmiş bir Türk Kadını olarak, dikkatlerinizi “Türk Kadınının Eğitimdeki Rolü” üzerine çekerek değerlendirmek istiyorum.

Oldukça yakın iki kavram olan eğitim ve öğretim arasındaki farkın belirlenmesi, bizi doğru eğitim anlayışına da yaklaştıracaktır. Öğretim, kişiyi belli bir konuda bilgilendirmek anlamı taşırken, bunun ötesinde bir kavram olan Eğitim, kişiyi aklı, duyguları ve davranışları ile bir bütün olarak ele alan bir yönlendirme ve davranış kazandırma eylemidir. Bir başka deyişle eğitim; öğretimi de içerir ve doğumdan ölüme, insan yaşamının her aşamasında devam eder. Özetle; İnsanı yaratma sanatıdır eğitim.

Bu temel tarif, günümüzün bilgi toplumlarında, hızla gelişen teknoloji ile beraber, farklı bir boyut kazanmaktadır. Çağdaş eğitim, bilginin içeriğinin hızla değiştiği günümüzde; bireyin salt bilgi ile beslenmesi değildir. Bireye, bilgiye erişebileceği adreslerin gösterilmesi ve bu bilgileri faydalı biçimde kullanabilme alışkanlığının kazandırılmasıdır. Bu anlayışta birey, eğiticiden yardım ve rehberlik alır. Eğiticinin esas fonksiyonu, belli içerikteki bilgileri ezberletmek veya belli doktrinleri empoze etmek yerine, bireyin nasıl öğreneceğini ve nasıl düşüneceğini, gerçeği nasıl algılayacağını ve değerlendireceğini öğretmektir. Bu yaklaşım bireyin eleştirel ve zekâ ürünü tepkisini bastırmaz, destekler. 

Böylesi bir eğitim anlayışının nihai hedefi, evrensel kültür değerleri ile donanmış, dünyadaki yeri konusunda bilinçlenmiş, karşılaştığı yeni durumlara uyum sağlayabilen, kendini düzeltebilen, inanılmaya değer olan fikirleri, inanılmaması gerekenlerden ayırt edebilen, davranışlarını doğruluğu kanıtlanmış bilgiye dayandıran, bu amaçla geçici bir şüpheye yer vererek, öyle her şeye kolay kolay inanmayan, ama her fikri tartışmaya açık, aydın insan yetiştirmektir.

Doğumla başlayan eğitim sürecinde, kadının insan gelişimindeki rolünün önemi yadsınamaz. İlk yıllarda aile içinde anne olarak doğal eğitici konumunda olan kadın, okul dönemi eğitim sürecinde eğitmen olarak da önemli görevler üstlenir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, eğitim kadrolarında yer alan kadınların, erkeklere oranla daha fazla sayıda olduğu ve bu oranın giderek kadınlar lehine daha da arttığı bilinmektedir. Bunun nedeni, çocuğun birçok psikolojik ihtiyacının, doğal olarak, bir kadın tarafından daha kolay karşılanabilir olmasıdır. Eşlerimizin  kadının üstün sezgisel yeteneklerinin eğitim alanında ifade ettiği kıymeti anlayıp takdir edebileceğine olan inancımı, kesinlikle ifade etmek isterim...

Bu noktada, toplumsal eğitim sorunlarının çözümü konusunda, kadının ne kadar önemli bir faktör teşkil ettiği, konuya nüfus plânlaması yönünden bakıldığında da çok çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki; tüm dünya ülkelerinde kadınların okur yazarlık yüzdesi arttıkça, nüfus artış hızı da büyük oranda dengeye kavuşmaktadır. Kadınını eğiten toplumlar, eğitemeyecekleri hızda çoğalan yeni kuşakların getireceği tehlikelerden kendilerini korumuş olurlar. 

İnsanlık tarihini incelediğimizde, toplumların, kadına verdikleri değer oranında geliştiğini, ya da ilkelleştiğini görürüz. Kadınlarını eğitemeyen toplumların kaçınılmaz sonu, Tevfik Fikret’in şu dizesinde ne güzel özetleniyor: “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer”.

Tarihsel perspektiften bakıldığında görülür ki Cumhuriyet dönemi, Türk’lerin, Kadını, toplumsal hayatta hak ettiği yere, ilk kez getirişi değildir. Yedi ve sekizinci yüzyıllarda da, Orta Asya Türk toplumlarının bir çoğu, kadın hükümdarlar tarafından yönetilmekteydi. Kültigin, Tonyukuk ve Bilgehan adına dikilen Orhun Kitabelerinden anlaşılmaktadır ki, eski Türklerde kadın, siyasal sosyal ve ekonomik alanlarda olduğu kadar, yeni nesillerin eğitimi konusunda da, üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirmekteydi. Marko Polo ve İbn-i Batuta gibi ünlü gezginlerin seyahatnameleri, bu gerçeğin kanıtlarını günümüze aktarmaktadır. 

Şeriat ile yönetilen toplumların, Kuran’daki tanımıyla “Cahiliye döneminde”, bir deve kadar kıymeti olmayan kadına, İslamiyetin kabulünden sonra da yine aynı Cahiliye dönemi alışkanlıkları içersinde toplumsal hayatta verdiği yer ile, geleneksel Türk Töresindeki kadının yerini kıyaslayınız. Arkasından, bir dönem kadının sokağa çıkmasını bile yasaklayan Osmanlı anlayışı ile, Türk Aydınlanma devrimini başlatan Atatürk’ün, 

Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer yarısı semâlara yükselsin. Şüphe yok ki ilerleme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmalı, ilerleme ve yenilik alanında birlikte yol alınmalıdır.

sözlerinde ifadesini bulan, kadın ve erkeğe eşit toplumsal rol dağıtımını  düşününüz

Türk aydınlanması ile, Avrupa’da yaşanmış olan aydınlanma sürecini karşılaştırdığımızda, 300 yıllık bir gecikmenin ötesinde en belirgin farkın, Avrupa’daki aydınlanma hareketinin, büyük halk kitlelerinin belirli bir felsefî alt yapı üzerinde, orta çağın taassup ve cehaletine karşı oluşturduğu toplumsal bir refleks olduğunu, Anadolu’da ise Aydınlanmanın, dönemin yönetici kadrolarının halk kitlelerine bir hediyesi şeklinde, yukarıdan aşağı cereyan etmiş olduğunu görürüz. Bunun doğal sonucu olarak, devrimci kadrolar başlangıçta Aydınlanmanın gelecek kadrolarını yetiştirmek ve halkı bu yönde eğitmek gibi büyük bir sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Aydınlanma devriminin lideri Atatürk de, bu gerçeği şu sözlerle dile getirmiştir :

“Yeni kuşağı, Cumhuriyetin özverili öğretmen ve eğitimcileri sizler yetiştireceksiniz. Yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır... Cumhuriyet düşünce bakımından, teknik bakımdan güçlü ve yüksek nitelikli koruyucular ister.”

“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”

Atatürk, Bursa’da öğretmenlere yaptığı bir başka konuşmasında da, eğitimin önemini şöyle vurgulamıştı : 

“Büyük ve asil milletimizin insan gücü fevkindeki savaşma ve fedakarlıkları ile kazanılan zaferler pek parlak olmakla beraber bizi gerçek mutluluk ve kurtuluşa eriştirememiştir. Bu zaferlerin değerli sonuçlarını tamamen toplamak, bir çok kan ve can karşılığında elde ettiğimiz milli istiklâl ve hakimiyetimizi her türlü saldırıdan korumak için aynı emek, aynı kararlı davranış ve fedakâr hisle, daha çok, pek çok çalışmaya ihtiyaç vardır. Memleket ilim, kültür, iktisat ve bayındırlık sahasında da yükselmek, milletimizin her hususta pek verimli olan kabiliyetlerini geliştirmek, gelecek nesillere sağlam değişmez ve olumlu bir karakter vermek lazımdır. Bu kutsal amaçları elde etmek için savaşan aydın kuvvetlerin arasında öğretmenler en mühim ve nazik yeri almaktadırlar. Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yanlız zemin hazırladı. Hakiki zaferi siz kazanacak ve sürdüreceksiniz ve mutlaka muvaffak olacaksınız.

Atatürk’ün amaçladığı zafer, Türk Aydınlanmasının zaferidir. Aydınlanmanın şu kısa tanımı içinde, Türk Kadınının ve Türk Eğitimcisinin görev tarifi yatmaktadır : Aydınlanma, bilimin dinden, aklın inançtan bağımsızlaşması, eleştirel aklın mahkemesinde her şeyin yargılanabilir olması ve laikliğin, toplum ve devlet yaşamına egemen olmasıdır. 

Cinsiyeti veya mesleği ne olursa olsun, Türk insanı aydınlanma savaşında tarafsız veya sessiz kalma lüksüne sahip değildir. Çağdaşlık ve uygarlık, yalnız öğretmenler ordusuna bırakılamayacak kadar hayati bir meseledir.

Bu kısa yazımı bir öğretmen olarak bilimsel eğitimin öneminin bir ifadesi olarak değerlendirmeniz dileği ile ve yine Atatürk’ün bir cümlesi ile bitiriyorum :

“... Eğitimdir ki, bir ulusu ya özgür, bağımsız, onurlu, yüksek bir toplum olarak yaşatır, veya o ulusu köleliğe ve yoksulluğa sürükler”

 

Canan TÖZÜN
24.11.2002

 



 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Seferler | Hisler | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |