<%@ Language=VBScript %> ESKİ İNANÇLARIN GÜNCEL YANSIMALARI Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sayın Engin Bellisan'a gönülden teşekkürlerimizle,
  

ESKİ İNANÇLARIN GÜNCEL YANSIMALARI

 

GİRİŞ

Bu çalışma, semavi dinler denilen (kitaplı) Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinleri ile eski inanç sistemleri ve evrenin sırlarını inceleyen hermetizm, kabbala, epifani ve tasavvufun kaynağı olduğu ileri sürülen Eski Türk Dini ve Şamanizmin günümüzdeki etki ve yansımalarının özetidir.

I ve II. Bölümde bilimsel veriler açısından Şamanizm ve Eski Türklerde İnanç Sistemi, III. Bölümde ( bir diğerinden ayrı olmadığı varsayımıyla ) ilk iki bölümün ezoterik bir bakış açısıyla yorumu ve semavi dinler üzerindeki etkisi, IV. Bölümde ise Eski Türk İnanç Sisteminin günümüzdeki yansımaları yer almaktadır. Asıl konumuz olan IV. Bölümün iyi anlaşılabilmesi için, ilk üç bölüme yer verilmesi gerekli görülmüştür. 

DİN

Din, kişinin kutsalla ilişkilerini belirleyen inançlar ve dogmalar bütünüdür. Din kişinin, alın yazgısına bağlı gördüğü üstün bir güç ya da ilkeye inancıdır ; bu inancın sonucu olan bir yaşama kuralı yaratabilecek zihinsel ve ahlaksal tutumdur. Din, bir yandan, insanların anlayamadıkları, alın yazgılarını bağlı gördükleri ve karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını üstün güçlerle açıklama eğilimlerini, bir yandan da, bu nitelikteki tasarımların, kurallar, kurumlar, törenler v.b. biçimlerde örgütlenmesini belirtir. İslam düşüncesine göre din duygusu, insanda doğuştan varolan sağduyudan kaynaklanır. İnsan, Tanrı’nın yeryüzünde varlığını gösteren kanıtlara bakarak yaratıcısını, yani Tanrı’yı bulur. Dinin gerçek kurucusu Tanrı’dır. Peygamberler, insandaki din duygusunu geliştirmekle, Tanrı’nın çeşitli yollarla onlara bildirdiği din gereklerini yaymakla görevli kişilerdir.

ESKİ DİNLER NASIL DOĞDU

Dinlerin nasıl ortaya çıktığına yanıt verebilmek için çok uzak geçmişe eğilmek gerekir. Uzak geçmiş, arkeologların ve tarih öncesini inceleyen tarihçilerin araştırmalarından ortaya çıkabilir. Diğer bir kaynak da, Taş Devri’nde hatta daha öncesinde kalmış yaşayış ve düşünüş biçimlerinin, günümüzde hala tarih öncesindekine benzer bir yaşam süren ve “ilkel” olarak nitelendirilen az sayıdaki topluluk kalıntılarıdır.

Evrimcilik yandaşları, aralarında küçük noktalarda ayrılmalarına rağmen, genel olarak ana çizgide birleşirler. Evrimcilere göre insan, düşüncenin ilk aşamasında kişisel bir tanrı tasarlayabilme yeteneğinden yoksundur: Bu cancılık dönemidir. Bu dönemde her çeşit doğa olgusunda, göktaşlarında, kayalarda, ağaçlarda, çağlayanlarda, şimşekte, hayvanlarda, kanda, ay ve güneş tutulmalarında, yaşlı adamlarda, kadınlarda, cinsel yaşamın belirli durumlarında, sara hastalığında v. b. birçok şeyde değişken ölçüde, eşit olmayan bir güçte kendini gösteren, belirsiz, korku verici, güçlü ve gizine erişilmeyecek bir “güc”e inanış vardır. Bu yavaş yavaş, irili ufaklı ruhlara inanmaya ve bir çeşit çoğulcu kişiliğe dönüşen ilkel bir panteist “tekçilik”tir. Buradan çok tanrıcılığa geçilir.

Evrimcilerin karşısında yer alan karşı evrimcilere göre ise, insanlar en ilkel dönemde bile “bir tek” iyi tanrı düşüncesini taşımışlardır; cancılık ve çok tanrıcılık, bu ilk ve özgün inancın çöküşü sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu tezin savunulması olanaksız değildir; çünkü, ilkel toplulukların, özellikle Pigme’lerin arasında, basit ve kaba bir biçimde de olsa, tektanrıcılığın bulunduğuna ilişkin deliller vardır. Gene bazı ilkel kabilelerde görülen “Ulu Tanrı”ya inanışın da, bu tür tek tanrıcılığın kalıntısı olduğu açıktır. Fakat ilkel topluluklarda “Ulu Tanrı”, çoğunlukla geri plandadır: Ona tapılmaz, erkek ya da kadın olabilir.

Şimdi; kendisinden sonraki inanışları, dinsel düşünceleri, tek tanrılı ( semavi ) dinleri etkilediği ileri sürülen Şamanizm’i ve Eski Türklerin dinlerini, bugüne kadar yapılmış araştırmalardan elde edilen bilgiler ışığında ele alalım :

I. ŞAMANİZM VE ŞAMAN

Şamanizm, ata ruhlarına, doğa varlıklarına tapınmaya dayanan eski bir Asya dinidir. Şamanlığın ne zaman ortaya çıktığı, ne gibi değişiklikler geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, en eski Çin kaynaklarından edinilen bilgilere göre, samanlığın önce Orta Asya Türkleri arasında ortaya çıktığı, sonradan öbür Türk boyları arasında yayıldığı ve zaman içinde derli toplu bir Türk dini niteliği kazandığı kabul edilmektedir.

Tarih ve din bilimi açısından, Şamanizmin doğuşu ve kaynağı gibi, “şaman” sözcüğünün de nereden geldiği, nasıl bir anlam taşıdığı kesin olarak belirlenememiştir. Bu konuda üç farklı görüş öne sürülmektedir ;

l* Şaman kavramı, Hindistan’daki Pali dilinde “ruhlardan esinlenen kişi” anlamına gelen samana sözcüğünden türemiştir,

2* Şaman kavramının kaynağı, Sanskritçe’de “buddhacı rahip” anlamına gelen samana sözcüğüdür,

3* Şaman kavramı, Mançu dilinde “oynayan zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden” anlamındaki saman kavramından gelir.

Şaman, Gök-Tanrı tarafından bu göreve getirildiğine (güçlerle donatıldığına), Tanrı ile insanlar arasında aracı olduğuna, bazı tanrısal nitelikler, gizli bilgiler taşıdığına inanır.

Şaman her şeyden önce, kendi özel yöntemiyle ulaştığı “kendinden geçme” (vecd) durumunda, ruhunun göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak için bedeninden ayrıldığını hisseden bir “aşkınlık” (trans) ustasıdır. Bütün samanların derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer, bütün gökleri, yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhların yaşayışlarını gördüğüne, bütün gizli alemleri dolaştığına inanır. Şaman vecd sırasında, ruhları egemenliği altına alarak, ölüler, doğa ruhları (cinler-periler) ve şeytanlarla ilişki kurar. Böylece ruhlar ve tanrılar dünyasıyla doğrudan ve somut ilişkilere girişen şaman, bir çok ruha sahip olur. Çoğunlukla hayvan biçiminde düşünülen söz konusu ruhlar, Sibirya halklarında ve Altay’larda ayı, kurt, geyik, tavşan, çeşitli kuşlar, (özellikle kartal), baykuş, karga suretinde görünebilirler. Ayrıca, büyük böcek, ağaç, toprak, ateş olarak ta ortaya çıkabilirler. Şaman, gerektiğinde bütün yardımcı ruhları dünyanın dört bucağında bile olsalar çağırabilir. Bu çağrıyı davul veya tefini çalarak yapar.

Şamanlık sonradan kazanılan bir görev değildir ; şaman olacak kimsenin, bir şamanın soyundan gelmesi gerekir. Şaman olmak için gerekli belirtileri taşıyan çocuk, belirli bir yaşa gelince eski bir şamanın eğitimine bırakılıp gerekli ön bilgileri edinir. Şamanın denetimi altında bir sınavdan geçtikten sonra şamanlık yetkisi alıp dinsel tören, bayram şöleni, kurban töreni, dua okuma v. b. görevlere başlar. Şaman bu görevler sırasında ; her parçası, üzerine takılan her maddesi, her şekli ayrı bir varlığın sembolü olan garip (özel ) giysiler, külahlar giyer, maske takar ve yine özel bir şekilde hazırlanmış davulunu ya da tefini çalar. Kendinden geçinceye, başka bir deyişle, tanrılarla ve ruhlarla temas sağlayıncaya kadar zıplar, sıçrar, garip sesler, hayvan sesleri çıkarır, söylenir, yalvarır, yerlerde sürünür, bazen de bayılarak düşer. Şamanın okuduğu “hayır dualar”a alkış denir, şamandan alkış alan bir kimse dileklerinin yerine geleceğine inanır.

Bu konularda en ciddi çalışmalar yapan araştırmacılar ; Orta ve Kuzey Asya topluluklarında dinsel yaşamın daha çok “şaman” çevresinde yoğunlaştığını, fakat bu durumun bütün dinsel etkinlikleri şamanın yönettiği anlamına gelmediğini, bazı yerlerde tanrılara kurban sunucuların “şaman” olmadıklarını, aile reislerinin bile bu işi yapabildiklerini, her sihirle uğraşanın “şaman” sayılmadığını, hastalara şifa vermenin samanlığın temel özelliklerinden biri olmakla birlikte, her şifa sunucunun da şaman olmadığını öne sürmektedirler.

Şamanizmde tanrılar “iyilik” ve “kötülük” tanrıları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ruhlar da tanrılar gibi iyi ve kötü ruhlar olarak vasıflandırılırlar. Eski Türkler’de iyi ruh “Bay Ülgen”, kötü ruh “Erlik” diye adlandırılmıştır. “Bay Ülgen” aynı zamanda iyi ruhların başında bulunan, onlara emir veren bir tanrıdır.

Şamanizmde törenler de genel olarak ikiye ayrılmaktadır ; belirli günlerde yapılanlar veya önceden belirlenmemiş törenler. Bu törenlerde, çeşitli halkların inanç, gelenek ve göreneklerine göre farklılıklar olmakla birlikte mutlaka kurban adeti vardır. At ve koyun dışında kan akıtılarak sunulan kanlı kurban bilinmemektedir. Kutsal sayılan bir yere bir değere bir şey sunmak, eşya adamak, şamanın davuluna, kutsal ağaçlara bez bağlama ; çeşitli maddelerden yapılan tanrı tasvirlerine (töz, ongon, tangara, eren ) yemek sunma, ateşe içki dökme ya da atma kansız kurbandır. Kansız kurbanların bir başka biçimi de ruhlara adanıp kırlara salıverilen hayvanlardır. Samanlıkta kurbansız tören de, törensiz kurban da yoktur. 

Şamanizmin bütün çeşitlerinde tanrı-doğa-insan arasında sürüp giden kopmayan bir bağlantının bulunduğu inancına rastlanır. Bu yaygın inanca göre tanrılar insanları yönetimleri altındaki ruhlarla etkilerler: Bir tanrı insana doğrudan buyruk göndermez, gerekli yasakları koymaz. Bütün tanrılar çeşitli maddelerden yapılan eşyalarla tasvir edilir. Bunlar bazı yerlerde altından, keçeden, paçavradan yapılmış olabilir.

Şamanlığın başka bir özelliği de edebiyat alanındaki etkisidir. Orta Asya halklarından Buryatlar arasında şamanlar zengin bir sözlü destan edebiyatının koruyucuları olmuşlardır. Yakutlar’da halkın kullandığı sözcük sayısı 4000’i geçmezken samanların sözcük dağarcığı 12. 000’dir.

Sonuç olarak şamanlık bir dinden çok, temel ilkesi ruhlara, cinlere, perilere emir vermek, gelecekten haber almak düşüncesi olan bir çeşit sihirdir. Eskiçağ ve Ortaçağ’daki çok yaygın olan sihirlerden farkı, onların kişisel olmalarına karşılık, şamanlığın başta Orta Asya ve Kuzey Asya halkları olmak üzere, Tunguzlar’da, Moğollar’da, Mançular’da, Laponlar’da, Eskimolar’da, Vogullar’da, Ontiyaklar’da, Samoyedler’de, Kafkaslar’da, Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da, Endonezya’da, Malezya’da, Polinezya’da, Avustralya’da, Büyük Okyanus’un öbür adalarında, Alaska’da, Grönland ve İzlanda’da, Kuzey Amerika’da, Guyana’da, Amazon bölgesinde ve Afrika’nın birçok yerinde ( ufak tefek ayrılıklar bir yana) temel ilkeler değişmemek koşuluyla az yada çok kalabalık “cemaat’ın bulunmasıdır.

II. ESKİ TÜRKLERDE İNANÇ SİSTEMİ VE DİN

Eski Türkler’in dini, Gök-Tanrı dinidir. Gök-Tanrı düşüncesinin, toprağa yerleşmiş topluluklardan daha çok avcılık, çobanlık ya da hayvancılıkla geçinen göçebe topluluklara özgü olduğu bilindiğinden, bu inancın kökeni, Asya bozkırlarına bağlanmıştır. Türk tarihi ve kültürüyle ilgili araştırmalarıyla tanınmış bilim adamlarına göre Gök-Tanrı inancı bütün Türklerin ana kültüdür. Bu kült, Hunlar, Tabgaçlaı, Göktürkler, Uygurlar gibi eski Türk topluluklarında inanç sisteminin başında yer alır.

Orhun yazıtlarında, Türk Tanrı inancının temelleriyle ilgili bazı bilgilere rastlanmaktadır. Tonyukuk yazıtında birçok kez adı geçen Tangri ya da Tengri, daha çok “ulusal” bir tanrı niteliği taşır: Göktürkler’in Çin’den ayrılarak bağımsız bir devlet kurmaları (680-682), Tengri’nin isteğiyle gerçekleşmiş kabul edilir; Hakan’ı Türklere Tanrı vermiş, halk hakanı terk edince Tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Yani Tanrı Türk ulusunun hayatı ve geleceği ile ilgilenen bir ulu varlık durumundadır.

Gök-Tanrı ( Kök-Tengri) kavramının eski Türk inanışında önemli bir yer tuttuğu konusunda daha somut örnekler de vardır: Hun Hakanı Mete (İ. Ö. 170 dolaylarında) Çin hükümdarına yazdığı bir mektupta, kendisini tahta Gök-Tanrı’nın çıkardığını bildirmiş, Gök’ün yardımıyla ve kendi askerlerinin ve atlarının çabalarıyla çevresindeki 26 devleti ve ( Gansu’dan kuzey Tibet ile batı Türkistan’a kadar uzanan bölgede ) bazı halkları yenerek Hun’laştırdığını belirtmiştir. Görüldüğü gibi, günümüze kalan belgelerde, devletin başına kağanı Gök’ün getirdiği belirtilmiş, devletin ve insanların yönetimi de Gök’e mal edilmiştir: Tanrı Türk’ün yaşamına doğrudan karışır, buyruklar verir, iradesine boyun eğmeyenleri cezalandırır, insanlara bağışladığı iktidar (kut) ve kısmeti (ülüğ) değerini bilmeyenlerden geri alır. Şafak söktüren (tan üntürü) ve bitkileri oluşturan da “Ulu Tanrı”dır. O, yaşam verici ve yaratıcıdır, ölüm de Tanrı’nın iradesine bağlıdır.

Bütün bu inanışlar, Gök-Tanrı’nın “eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varoluşuna hükmeden, cezalandıran ve ödüllendiren bir ulu varlık olduğunu” ortaya koymaktadır.

Eski Türk inanç sisteminin Gök-Tanrı dışında bir başka özelliği de Atalar Kültüdür. Ölmüş atalara saygı, onlar için kurban kesilmesi, ataerkil ailede baba egemenliğinin belirtisi sayılmaktadır. Asya Hunları’nda her yılın mayıs ayı ortalarında atalara kurban sunulduğu bilinmektedir. Eski Türkler’de en büyük kurban, bozkırlı Türk’ün kutsal bir duyguyla benimsediği “at”tır. Eski Türk bölgelerinde özellikle Altay’lardaki kurganlarda birçok at iskeleti bulunmuştur. Atalarla ilgili kalıntıların kutlu sayılması, mezarlara yapılan tecavüzlerin sert şekilde cezalandırılmasından da anlaşılmaktadır : Batı tarihçilerine göre Attila’nın ikinci Balkan seferinin nedenlerinden biri, Hun hükümdar ailesine ait mezarların Margus ( Belgrat dolaylarında, Tuna kıyısındaki kent-kale ) piskoposu tarafından açılarak soyulmasıdır. Hunlar’ın büyük bir hakaret saydıkları bu işe piskoposu sevk eden etken, eski Türkler’in erkek ölüleri silah ve değerli eşyalarıyla; ölen başbuğları altın ve gümüş koşumlu atlarıyla; kadınları da süs eşyaları ve mücevherleriyle birlikte gömmeleriydi. Bunun nedeni, Eski Türkler’in, öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların sonsuza kadar yaşadıklarına inanmalarıydı.

Eski Türkçe’de (Göktürkçe, Uygurca) “ruh” için can anlamına gelen “tin” sözcüğü kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “soluk” demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bazen “öldü” yerine “uçtu” denir, ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın ya da mezar yapısının üstüne “balbal”lar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.

Eski Türkler’de “ruh”ların insan biçiminde düşünülmesi söz konusu olmadığı için, tapınmaya ilişkin putlara da rastlanmaz. Türkler gizli güçleri olduğuna inandıkları doğa olgularına kutsallık vermekle yetinmişlerdir. Doğada gizli güçlerin bulunması inancı, Orhun yazıtlarında “yer-su” (yarsub) terimiyle yansıtılmıştır. Bu açıdan yer-su “kutsal” sözcüğüyle nitelendirilmiştir. Genellikle bu tür inançlarda maddi yaşam koşullarının, ekonomik ve toplumsal etkenlerin rol oynadığı kabul edilmektedir. Orhun yazıtlarında, Türkler’in yararına çalışan manevi güçler anlamında kullanılan yer-su sözcüğüne oldukça sık rastlanır. Eski Türkler’de kutsallık “ıduk” kavramıyla dile getirilmiş, özellikle Göktürkler’de sular, dağlar ıduk sayılmlştır. Her boyun her obanın bir kutsal dağı olmuş, bu dağ ıduk olarak benimsenmiştir.

Gök-Tanrı’ya sunulan bütün kurbanlar, adaklar ilgili dağa götürülerek orada törenle, şölenle gereği yapılmıştır. Orta Asya Türkleri arasında en yüce, en kutsal sayılan dağ “Ötüken”dir. Ötüken yalnız dağ değil aynı zamanda bir ormandır. Türkler ona büyük saygı göstermiş, adaklar sunmuş, kurbanlar kesmişlerdir. Kurban, iyi ruhların sembolü ve yerinin gökyüzünde olduğuna inanılan “Bay Ülgen” için kesilmişse başı “doğu”ya, kötü ruhların sembolü ve yeraltında olduğuna inanılan “Erlik” adına kesilmişse “batı”ya çevrilir.

Dağların yanı sıra bazı tepeler, ormanlar, sular, ateş, gök gürültüsü, ay ve güneş de kutsal sayılmıştır: Bizans elçisi Zemakhos Orta Asya’da Batı Göktürk sınırına vardığında, Türkler’in onu ve arkadaşlarını alevler üstünden atlatarak kötü ruhlardan arındırdıklarını belirtmiştir. Hunlar döneminde güneş, ay, yıdız kültleri (daha sonra 6. - 8. yy.larda Türk toplulukları arasında değerlerini yitirmişlerdir) de rol oynamıştır; Hun hükümdarı her sabah doğan güneşe, gece de dolunaya saygısını belirtirdi. Ayrıca Gök-Tanrı’nın yanı sıra yer de büyük önem taşımıştır. Ancak, eski Türk belgelerinde geçen “yer” sözcüğüyle toprağın kastedilmediği, tanrısal gücün öğelerinden biri olarak “yer”i, tanın kültürüne bağlı topluluklardaki “toprak tanrısı” ile karıştırmamak gerektiği. Eski Türk dinine göre “yer”in de Tanrı tarafından yaratılmış olduğu araştırıcılar tarafından belirtilmektedir.

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |