<%@ Language=VBScript %> BEYNİNİZ KUTSAL SARAYINIZDIR

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 

Sayın Ömür Altunçizme'ye gönülden teşekkürlerimizle,
 

BEYNİNİZ KUTSAL SARAYINIZDIR

 

İster bir gün ister bir yüzyıl yaşayalım, asıl soru hep varolur: hayatımızın amacı nedir ? Hayatımızı anlamlı kılan nedir ?

Hayatımızın gerçek amacının mutluluğu aramak olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, hayatımızın gerçek yönü mutluluğa doğrudur.

"Mutluluğa ulaşmanın, zihnin eğitilmesiyle başarılabileceğine inanıyorum."

"Bu içsel disiplinden bahsedersek, tabii ki işin içine, pek çok şeyi, pek çok yöntemi katabiliriz. Fakat genel olarak konuşursak, kişi, arayışına onu mutluluğa ve acı çekmeye götüren nedenleri tanımlayarak başlayabilir. Sonrasında, onu acı çekmeye götüren nedenleri giderek ortadan kaldırabilir ve mutluluğa götüren nedenleri geliştirebilir. Bunu başarmanın yolu budur." diye düşünüyorum.

Kendi üzerinde yoğunlaşma ve genellikle sosyal anlamda geri planda kalıp, düşünceli ve muhalif olma eğilimi gösteren kişilerin mutsuz insanlar olduklarını göstermiştir. Bunun tersi olarak, mutlu insanlar daha sosyal, esnek, yaratıcı olmakta ve hayatta yaşadıkları hayal kırıklıklarına, mutsuz insanlara göre daha fazla tahammül göstermektedirler. Ve en önemlisi, mutsuz insanlardan daha fazla sevgi dolu ve bağışlayıcı oldukları görülmüştür.

Hepimiz kendi deneyimimizi kendi günlük hayatımızın laboratuarına taşıyabiliriz, örneğin trafikte olduğumuzu varsayalım. Trafik yirmi dakika sonunda nihayet ilerlemeye başlamıştır fakat geçit töreni hızında. Bir başka arabadaki bir kişinin bizim yolumuza, önümüze geçmek için sinyal verdiğini görüyoruz. Eğer iyi bir ruh hali, içindeysek, yavaşlamaya ve ona yol vermeye daha istekli oluruz. Eğer kendimizi kötü hissediyorsak, cevabımız hızlanmak ve geçişi kapatmak olacaktır. "Bu kadar süredir bekleyerek burada çakılıp kaldım, neden onlar da beklemesinler ki ?" Mutluluğu gerçek bir hedef olarak görmek, ona ulaşmaya doğru olumlu adımlar atmamızı sağlar. Ve daha mutlu bir hayata götüren sonuçları belirlemekle başlarsak, mutluluğu aramanın nasıl sadece kişiye değil aynı zamanda onun ailesine ve daha geniş anlamda topluma da yararlar sunduğunu öğreniriz.

Mutluluğun, dış etkenlerinden çok kişinin zihinsel tutumuyla belirlendiğini göstermektedir. Başarı geçici bir sevinç hissi getirebilir ya da trajik bir olay bizi bir depresyon dönemine yöneltebilir, fakat eninde sonunda bizim genel mutluluğumuz belli bir ölçüde geri gelme eğilimi gösterir.

Eğer dış şartlar ne olursa olsun, temel mutluluk seviyemize dönme eğilimindeysek, bu temeli ne belirlemektedir? Ve daha da önemlisi, değiştirilip daha yüksek bir seviyeye çıkartılabilir mi ? Bazı araştırmacılar, kişinin özel mutluluk seviyesinin ve kendini iyi hissetmesinin en azından belli bir dereceye kadar, genetik olarak belirlenip belirlenmediği konusunu araştırmışlardır.

Genetik oluşumlar, mutluluk konusunda bir rol oynasalar bile - bu rolün ne kadar büyük olduğuna henüz karar verilmemiştir - psikologlar arasında, doğal olarak bize bahşedilen mutluluk seviyesi ne olursa olsun, mutluluk duygumuzu iyileştirmek için zihin faktörünü kullanarak atabileceğimiz adımlar olduğu konusunda fikir birliği vardır. Herhangi bir anda kendimizi mutlu ya da mutsuz hissetmemizin mutlak koşullarımızla çok az ilgisi vardır; bu daha çok durumumuzu nasıl algıladığımızla, elimizde olanla nasıl tatmin olduğumuzla ilgilidir.

Memnuniyet duygumuz büyük ölçüde kıyaslama yapma eğilimimiz tarafından etkilenir. Şu anki durumumuzu geçmişimizle kıyasladığımızda daha iyi bir durumda olduğumuzu görürsek, mutlu oluruz.

Klasik olarak neşe ve mutluluğa katkıda bulunduğunu bildiğimiz bazı anahtar elemanlar vardır. Örneğin, sağlıklı olmak mutlu bir hayat yaşamak için gerekli etkenlerden biri olarak kabul edilir. Mutluluğun kaynağı olarak gördüğümüz bir başka etken de maddi olanaklarımız ya da biriktirmiş olduğumuz paradır. Ek bir etken, dostlara ya da yoldaşlara sahip olmaktır. Eksiksiz bir hayatın tadını çıkarmak amacıyla onlarla tanışırız, duygusal bağımız olan ve güvenebildiğimiz bir dost çemberine ihtiyaç duyarız.

"Tüm bu etkenler, gerçekte, mutluluğun kaynaklarıdır. Fakat kişinin bunları, mutlu ve eksiksiz bir hayatın tadını çıkarma hedefinde tam anlamıyla kullanabilmesi için anahtar, zihinsel tutumunuzdur." Doğru zihinsel tutum olmadan, zihin etkenine dikkat etmeden, bu şeylerin uzun vadedeki mutluluk duygumuz üzerinde çok küçük bir etkisi olur. Örneğin, içinizde derinlerde bir yerde nefret dolu düşünceler ya da yoğun bir öfke barındırıyorsanız bu, sağlığınızı da bozacaktır, dolayısıyla da mutluluğunuz için gerekli olan etkenlerden birini yok edecektir. Ayrıca eğer zihinsel olarak mutsuz ya da hayal kırıklığına uğramışsanız, fiziksel konforun da pek yardımı olmayacaktır. Ya da olağan üstü zenginliklere bile sahip olsanız, yoğun bir şekilde öfke ya da nefret hissettiğiniz anda, tüm sahip olduklarınızı atmak, kırmak isteyebilirsiniz.

Bugün, maddesel anlamda çok gelişmiş toplumlar vardır, fakat bu toplumun üyesi olan pek çok insan kendini pek mutlu hissetmemektedir. Güzel bir refah örtüsünün hemen altında, hayal kırıklığına, gereksiz kavgalara, uyuşturuculara ya da alkole bağımlılığa ve en kötüsü intihara dek götüren bir tür zihinsel huzursuzluk vardır. Yani, refahın tek başına aradığınız neşeyi ya da tatmini size getireceğinin bir garantisi yoktur. Yoğun bir öfke ya da nefret durumunda, çok yakın bir dost bile size bir şekilde soğuk, uzak, mesafeli ve gayet sıkıcı görünebilir. Zihnimizdeki sakinlik ne kadar büyük olursa, zihinsel barışımız ne kadar gelişirse, mutlu ve neşeli bir hayat yaşama becerimiz de o kadar büyük olur. Sakin bir zihinsel tutumdan ya da zihinsel barıştan bahsederken, bunu tamamen duyarsız, her şeyin dışında kalmak, tamamen boş olmak anlamına gelmez. Bunda, çok yüksek bir duyarlılık ve duygu seviyesi vardır.

Zihinsel barışı getiren içsel disiplin eksik olduğu sürece, dışsal olanaklarınız ya da şartlarınız ne olursa olsun, asla aradığınız neşe ve mutluluk duygusunu bize vermeyecektir. Diğer yandan, eğer içsel niteliğe, sakin bir zihne, içinizde belli bir dengeye sahipseniz, normalde mutluluk için gerekli olduğuna inandığınız çeşitli dışsal olanaklar eksik olsa bile, mutlu ve neşe dolu bir hayat yaşamak mümkündür.

Olumlu ve olumsuz arzu veya eylemler, arasındaki sınır, size anlık bir tatmin duygusu verip vermedikleri değil sonuçlarının olumlu ya da olumsuz olmalarıdır. Örneğin, daha pahalı eşyalara sahip olma isteği sadece fazlasını ve daha fazlasını isteme düşüncesine dayanıyorsa, giderek elde edebileceklerinizin sınırına ulaşırsınız; ve bu sınıra ulaştığınızda, tüm umudunuzu kaybeder, depresyona düşer ya da benzeri şeyler yaşarsınız.

Sanırım, bu tür bir aşırı arzulama kişiyi açgözlülüğe götürmektedir - arzunun, ihtiyaç fazlası üzerine dayanan aşırı bir şekli. Ve açgözlülükte aşırıya kaçtığınızda, bunun kişiyi bir hayal kırıklığına, bir hayli akıl karışıklığına ve soruna götürdüğünü göreceksiniz. Açgözlülüğün en belirgin özelliği, kişi bir şeyi elde etme isteği hissettiğinde, onu elde ederek tatmin olmamasıdır. Açgözlülüğün gerçek panzehiri hoşnutluktur.

Öyleyse, içsel hoşnutluğu nasıl başarabiliriz? Bunun iki yöntemi vardır: Yöntemlerden biri arzuladığımız her şeyi - para, ev, araba, mükemmel eş ve mükemmel beden - elde etmektir. Eğer istek ve arzularımız kontrolden çıkarsa, eninde sonunda istediğimiz fakat elde edemeyeceğimiz bir şeyle karşılaşırız. İkincisi ve daha güvenilir olanı, istediğimizi elde etmek yerine elimizde olanı isteme ve onun değerini bilme yöntemidir.

Christopher Reeve ile yapılan bir röportaj okudum, aktör 1994'de attan düşerek omuriliğini yaralamış ve bu da onun boynundan aşağısının felç olmasına, nefes almak için bile mekanik bir havalandırma aletine ihtiyaç duymasına neden olmuştu. Kendisine, bu durumdan ileri gelen depresyonla nasıl başa çıkabildiği sorulduğunda Reeve, hastanenin yoğun bakım odasında olduğu sırada, kısa bir ümitsizlik dönemi geçirdiği yanıtını verdi. Daha sonra, bu ümitsizlik hissinin giderek daha hızlı kaybolduğunu ve şimdi kendini gerçekten "şanslı bir adam" olarak kabul ettiğini söyledi. Bu duygularla başa çıkmayı nasıl öğrendiğini anlatırken şöyle dedi, “Hayata devam etmenin tek yolunun elindekilere bakmak, hala ne yapabileceğini görmek olduğunu anladım; benim durumumda, neyse ki beynimde herhangi bir zedelenme olmamıştı, hala kullanabileceğim bir beynim vardı.”

Hangi düşünce ve duyguların yararlı olduklarını, hangilerinin zararlı olduklarını öğrenme ve analiz süreci sayesinde, giderek sağlam bir değiştirme kararı, "şimdi, kendi mutluluğumun sırrı, benim ellerimde. Bu fırsatı kaçırmamalıyım." duygusu geliştiririz. Örneğin, nefret, kıskançlık, öfke ve benzeri duygular zararlıdır. Bunları,olumsuz zihinsel durumlar olarak kabul ederiz. Çünkü zihinsel mutluluğumuzu yok ederler; Olumlu zihinsel tutumları tanımla ve geliştir; olumsuz zihinsel tutumları tanımla ve ele. "Gerçek mutluluğa ulaşmak, bakış açınızda, düşünce tarzınızda bir değişim yapmayı gerektirebilir ve bu da kolay bir şey değildir." "Farklı durumlardan kaynaklanan pek çok etkenin uygulanmasını gerektirir. Sağlığınıza özel bir dikkat göstermek de buna benzer; bir ya da iki tür yerine çeşitli vitamin ve besinleri almaya ihtiyacınız vardır. Aynı şekilde, mutluluğa ulaşmak için, değişik ve karmaşık olumsuz zihinsel durumlarla başa çıkmak ve onları yenmek için farklı yaklaşım ve yöntemlere ihtiyacınız vardır. Ve belli olumsuz düşünce tarzlarını aşmak istiyorsanız, bunu sadece belli bir düşünceyi ya da tekniği bir ya da iki kez uygulayarak başarmamız mümkün değildir. Değişim zaman alır. Örneğin, bir iklimden diğerine geçiş yaptığınızda, beden, yeni ortama uyum sağlamak için zamana ihtiyaç duyar. Aynı şekilde, düşünce yapınızı değiştirmek de zaman alır. Pek çok olumsuz zihinsellik vardır, bu nedenle de bunlardan her birini bulmanız ve onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Bu bir öğrenme sürecidir.

"Fakat, sanırım zaman geçtikçe, olumlu değişiklikler yapılabilir. Her sabah uyandığınızda, “Bu günü daha olumlu bir şekilde kullanacağım. Günümü harcamayacağım” diye düşünerek, gerçek bir olumlu güdü (motivasyon) geliştirebilirsiniz. Ve sonra, akşam yatmadan önce, kendinize “Bu günü istediğim ve planladığım gibi kullandım mı ?” diye sorarak yaptıklarınızı gözden geçirin. Eğer sorunun cevabı olumluysa o zaman memnun olabilirsiniz. Eğer sorunun cevabı istediğiniz gibi değilse o zaman, yaptıklarınızdan pişman olup günün bir eleştirisini yapın. Bu yöntem sayesinde, olumlu bakış açısı yaratma becerinizi gittikçe güçlendirebilirsiniz. Kişi, zekasını, iyiliğini ya da sevgisini birlikte kullandığında tüm eylemleri yapıcı olur. Sevgi dolu bir kalbi, anlayış ve eğitimle birleştirdiğimizde, başkalarının da görüşlerine ve haklarına saygı duymayı öğrenebiliriz. Kendisi için olduğu kadar diğer insanların iyiliği için de hareket ederek başkaları ile yakın bağlar kurma eğilimi, birbirine bağlı ve bir grubun parçası olarak yaşadığımız ve böylece yaşamlarımızı sürdürmeye şansımızı arttırdığımız uzak geçmişimizde, insan doğasına derinlemesine işlemiş ve kök salmış olabilir.

Hayatımızın amacı mutluluktur. Hayat çok karmaşık olduğunda ve kendimizi bunalmış hissettiğimizde, bir an için geri çekilip kendimize asıl amacımızı, asıl hedefimizi hatırlatmak genellikle işe yaramaktadır. Zihinsel bir durgunluk ya da akıl karışıklığı yaşadığımızda, bize gerçekten neyin mutluluk getireceği üzerinde düşünmek için bir saat, bir akşam hatta birkaç gün ayırmak ve sonra da önceliklerimizi buna göre belirlemek sorunu çözmemizde yardımcı olabilmektedir. Bu, hayatımızı yeniden doğru bir konuma oturtabilir, yeni bir bakış açısı kazanmamızı sağlayabilir ve hangi yönü izleyeceğimizi görebilmemize imkan tanıyabilir. Mutluluğu gerçek bir hedef olarak görmek ve onu sistemli bir şekilde aramak konusunda bilinçli bir karar vermek hayatımızın geri kalanını derinlemesine değiştirebilir. Hayatımızın amacı olumlu olmayı gerektirir. Başkalarının başına bela açmak, onlara zarar vermek amacıyla doğmadık. Bence, hayatımızın değerli olabilmesi için, sıcaklık, iyilik, sevecenlik gibi temel iyi insan niteliklerini geliştirmeliyiz. O zaman hayatımız anlamlı, daha barış dolu ve daha mutlu olur.

Sevecenlik kabaca, şiddetin, zarar vermenin ve saldıranlığın olmadığı zihinsel bir tutum olarak tanımlanabilir. Diğer insanların acılarından kurtulmaları için duyulan isteğe dayanan bir zihinsel tutumdur ve başkalarına karşı duyulan sorumluluk ve saygı ile ilgilidir. Sevecenliği geliştirmek için, belki de kişi, kendisinin acı çekmekten kurtulmasını istemekle başlayabilir ve sonra da kendisine karşı duyduğu bu doğal duyguyu alıp, geliştirebilir, artırabilir ve diğer insanları da içerecek ve kucaklayacak şekilde genişletebilir, "sanırım, insanlar sevecenlikten bahsederlerken genellikle, sevecenliği bağlılık ile karıştırmaktadırlar. Bu nedenle, sevecenlikten bahsederken, öncelikle iki tür sevgi ya da sevecenlik arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Bir insanı kontrol etme ya da o kişinin de sizi sevmesi karşılığında onu sevme duygusu. Bu sıradan sevgi ya da sevecenlik türü, oldukça kısmi ve taraflıdır. Ve sadece bunun üzerine kurulmuş bir ilişki sağlam değildir. Böyle taraflı ve kişiyi bir dost olarak görmek ve tanımlamak üzerine kurulmuş olan bir ilişki belli bir duygusal bağımlılık ve yakınlık duygusuna neden olabilir. Belki bir anlaşmazlık olduğunda ya da arkadaşınız sizi kızdıracak bir şey yaptığında, tüm görüşünüz değişir, "arkadaşım - dostum" kavramı artık ortadan kalkar. Bu sevgi ile ilgili duygusunun yerini belki de nefret duygusu alabilir. "Fakat, bu tür bir bağımlılığın olmadığı ikinci bir sevecenlik türü daha vardır ki, tüm insanların tıpkı benim gibi mutlu olmak ve acılarını yenmek için doğuştan gelen bir arzulan vardır mantığına dayalıdır. Bu eşitliği ve ortaklığı tanımadan yola çıkarak, diğer insanlar için de bir ilgi ve yakınlık duygusu geliştirebilirsiniz. Bunu temel alarak, bir insanı dost ya da düşman olarak görünmesini hiç göz önüne almadan sevecenlik hissedebilirsiniz.

Birisi ona sevecen ve sevgi dolu bir şekilde davrandığında bunun onu mutlu ettiğini görebilir. Bu deneyimden yola çıkarak, diğer insanların da kendilerine samimiyet ve sevecenlik gösterildiğinde iyi hissettiklerini anlayabilir. Bun nedenle, bu gerçeği bilmek, onu diğer insanların duygularına karşı daha saygılı, onlara sevecenlik ve sıcaklık göstermeye daha fazla önem veren biri haline getirebilir. Aynı zamanda, insanlara ne kadar sıcak davranırsa o kadar çok sıcaklık göreceğini keşfedebilir.

"Eğer insanlarda sevecenlik varsa, buna doğallıkla güvenebilirler; ekonomik sorunları olsa ve servetleri azalsa da, hala dostları ile paylaşabilecekleri bir şeyler vardır."

Duyduğumuz zihinsel huzursuzluk ve acıya pek çok yolla katkıda bulunmaktayız. Her ne kadar, zihinsel ve duygusal dertlerin olması doğal olsa da, bu olumsuz duyguları bu kadar kötü hale getiren de genellikle bizim bu duruma katkıda bulunmamızdır. Örneğin birine karşı öfke ya da nefret duyduğumuzda, eğer bu duyguyla fazla uğraşmazsak, duygunun yoğun bir şekilde hissedilecek kadar büyümesi de daha küçük bir olasılık olacaktır. Gene de bize yapılan haksızlıkları, bize nasıl adil olmayan bir şekilde davranıldığını düşünürsek ve bunları tekrar tekrar kafamızdan geçirip kurmaya devam edersek, nefreti de beslemiş oluruz. Tabii ki, aynısı özel bir insana karşı ilgi duyduğumuzda da geçerlidir; onun ne kadar güzel olduğunu düşünerek bu ilgiyi besleyebiliriz ve bu kişide gördüğümüz belirgin nitelikleri düşünmeye devam edersek, bu ilgi daha da yoğun bir hale gelir. Bu, düzenli alışkanlıklar ve düşünme yoluyla duygularımızı nasıl daha yoğun ve güçlü hale getirdiğimizi göstermektedir. Küçük şeyleri çok ciddiye alıp, ölçüsünü kaçıracak kadar abartırken hayatımızda derin etkileri ve uzun vadeli sonuçları olan gerçekten önemli şeylere karşı kayıtsız kalmaya eğilimli hale geliriz.

Ayrıca fazlasıyla duygusal davranıp, çok küçük şeylere aşırı tepki vererek ve bazen de bazı şeylere alınarak, çektiğimiz acı ve kederi artırmaktayız...

"Eğer sorunla savaşmanın bir yolu varsa, o zaman, sonunda başın belaya girse bile savaş!"

"Eğer kazanmanın bir yolunu bulamıyorsan, sadece unut gitsin."

Gerçekte, bir düşman, sabır duygusunun geliştirilmesi için gerekli bir unsurdur. Bir düşmana sahip olmadan, sabrın ve hoşgörünün geliştirilmesi mümkün değildir. Dostlarımız düzenli olarak bizi sınamazlar ve sabrın geliştirilmesi için fırsat yaratmazlar; sadece düşmanlarımız bunu yapar. Bu noktadan baktığımızda, düşmanlarımızı en büyük öğretmenlerimiz olarak kabul edip ve bize sabır duygusunu geliştirmek için eşsiz bir fırsat sunduklarından onlara saygı göstermemiz gerekebilir diye düşünüyorum.

Bakış açısını değiştirme becerisi, kişinin sorunlarını "farklı açılardan" görme kapasitesi, esnek bir zihinle beslenir. Esnek bir zihnin nihai yararı, tam anlamıyla canlı ve insan olabilmek için tüm hayatı kucaklamamızı sağlamasıdır. Tabii ki değişim bireyin içinden gelmelidir. Fakat, küresel sorunlara çözümler ararken, bu sorunlara bireyin bakış açısından olduğu kadar toplumsal seviyede de yaklaşmayı başarmamız gerekir. Esnek olmak, daha geniş bir bakış açısına sahip olmak ve bunun gibi şeyler söz konusu olduğunda, sorunlara bireysel, toplumsal ve küresel seviyelerden yaklaşma becerisi gerekmektedir.

"Aşırılıklardan kaçınarak hayata dengeli ve ustaca yaklaşmak, kişinin günlük hayatını yönetmesinde önemli bir etkendir. Bu her alanda önemlidir. Örneğin, bir bitki yada ağaç fidanını ekerken, çok ustaca ve nazikçe davranmanız gerekir. Çok fazla su ya da çok fazla güneş ışığı onu öldürebileceği gibi çok azı da öldürür. Yani ihtiyacınız olan şey, fidanın sağlıklı bir şekilde büyüyebileceği gayet dengeli bir ortamdır. Bir insanın bedensel sağlığı söz konusu olduğunda da, herhangi bir şeyin çok fazla ya da çok az alınmasının zararlı etkileri vardır. Örneğin, çok fazla ya da çok az protein zararlıdır." Bu yaklaşım, kişinin sadece bedensel ve duygusal sağlığı için değil aynı zamanda ruhsal gelişimi için de uygulanabilir. Yani gerçek ruhsal çalışma, bir anlamda bir voltaj düzenleyicisidir. Düzenleyicinin görevi düzensiz güç dalgalarını önlemek ve bunun yerine size sabit ve sürekli bir güç kaynağı sağlamaktır.

II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından hapse atılan Yahudi psikiyatr Victor Franki bir keresinde şöyle demişti: "Bir adam, bir anlamı olduğuna inandığı sürece her tür acıyı olabildiğince uzun bir süre taşımaya hazır ve isteklidir." Franki, toplama kamplarında yaşadığı zalim ve insanlık dışı deneyimi, insanların zulüm altında yaşamlarını nasıl sürdürdükleri hakkında bir içgörü kazanmak için kullanmıştı. Kimin hayatta kalıp kimin kalamadığını yakından gözlemleyerek, hayatta kalmanın gençliğe ya da bedensel güce değil, bir amaca sahip olmanın verdiği güce, kişinin hayatının ve yaşadıklarının anlamını keşfetmesine bağlı olduğu sonucuna varmıştı. "Olumsuz duyguların ve davranışların, mutluluğu arayışımızda ne kadar zararlı olduklarını ve olumlu duyguların ne kadar yararlı olduklarını öğrenmenin önemini pekiştirmek istiyorum."

Evet; tabii başka etkenler de vardır: inanç, azim, eylem ve çaba. Yani, bir sonraki adım inancın geliştirilmesidir. Öğrenme ve eğitim önemlidirler çünkü kişinin değişimin gerekliliğine olan inancının gelişmesine kararlılığının artmasına yardımcı olurlar. Değişimin gerekliliğine olan inanç, azmi getirir. Sonrasında kişi, azmi eyleme döker. Değiştirmek için kesin kararlı olmak, gerçek değişiklikleri yerine getirmesi için gerekli çabayı göstermesini sağlar.

Zihnin, olağanüstü, hatta neredeyse sınırsız bir gücü olduğuna inanmaktadır. Fakat bu zihin sistemli olarak eğitilmeli, yoğunlaşma yeteneği artırılmalı, yıllar süren deneyimler ve sağlam mantık yürütmelerle kıvamına getirilmelidir. Sorunlarımıza katkıda bulunan davranış ve alışkanlıkları geliştirmek uzun süre alır. Mutluluk getiren yeni alışkanlıklar geliştirmek de aynı ölçüde uzun zaman alır. Azim, çaba ve zaman; bu üç temel olgudan kaçış yoktur. Bunlar, mutluluğun gerçek sırlarıdır. Değişim yoluna girildiğinde, mantıklı ümitler beslemek önemlidir. Eğer çok yüksek umutlar besliyorsak, hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Çok küçük umutlar beslemek de, sınırlarımıza meydan okuma ve gerçek potansiyelimizi ortaya çıkarma isteğimizi bastıracaktır. Mutlak amacınıza giden yolda ilerlediğiniz sürece durumunuzun somut gerçekliğine karşı duyarlı ve saygılı olmalısınız. Yolunuzun doğasında var olan zorlukları tanıyın ve bunları çözümlemenin zaman ve sürekli bir çaba gerektirdiğini bilin. İdealleriniz çok yükseğe konumlandırılmış olabilir: mutlak beklentiniz tam bir Aydınlanmadır. İdeal olarak Aydınlanmayı kabul etmek bir aşırılık değildir. Fakat bunu, çabucak, burada ve şimdi başarmayı beklemek bir aşırılıktır. Yani gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyacımız vardır.

Beklentilerimizle başa çıkabilmek gerçekten de ustalık isteyen bir konudur. Aşırıya kaçan beklentilerimize uygun çözümler bulamamanız genellikle sorunlara yol açar. Diğer yandan, beklenti, ümit ve istek olmadan ilerleme olmaz.

Kibir, açgözlülük, kıskançlık, arzu, şehvet düşkünlüğü, dar görüşlülük gibi pek çok farklı, acı verici ve olumsuz duygu vardır. Fakat tüm bunların haricinde, öfke ve nefret büyük kötülükler olarak kabul edilirler çünkü sevecenliği ve alturizmi geliştirme yolundaki en büyük engellerdir; kişinin faziletini ve zihinsel sakinliğini bozarlar. Öfke ve nefreti, bastırarak alt edemeyiz. Öfkenin panzehiri olan sabır ve hoşgörüyü etken bir şekilde geliştirmeliyiz. Sabır ve hoşgörü üzerinde çalışmaya giriştiğinizde gerçekte öfke ve nefret ile de savaşa girişmiş olursunuz. Bu bir savaş olduğu için zaferi amaçlarsınız fakat savaşı kaybetme olasılığına da hazır olmalısınız. Yani, bir savaşa girdiğinizde, bu süreç içinde pek çok sorunla karşılaşacağınız gerçeğini de göz ardı etmemelisiniz. Bu zorluklara dayanma becerisine sahip olmalısınız. Çetin bir süreçten geçerek öfke ve nefrete karşı zafer kazanmış biri, gerçek bir kahramandır.

Öfkenin yıpratıcı etkileri çok belirgin, çok açık ve anidir. Örneğin içinizde güçlü bir öfke duygusu ya da nefret doğduğu anda, sizi tam anlamıyla bunaltır ve zihinsel huzurunuzu mahveder; soğukkanlılığınız tamamen kaybolur. Yargılama beceriniz tamamen işlemez hale gelir. Sanki çıldırmış gibi olursunuz. Bu öfke ve nefret sizi kafanızın karıştığı bir duruma sokar; bu da sadece sorunlarınızı ve yaşadığınız zorluklan daha da kötü bir hale sokar.

Zor durumlar karşısında, öfke yerine sabırla tepki göstermenin diğer bir faydası da kendinizi öfkeyle tepki verdiğinizde olabilecek istenmeyen sonuçlardan korumanızdır. Eğer duruma öfke ve nefret ile tepki verirseniz, zaten size verilmiş olan zarar ve sizde açılmış yaranın yanında gelecekte acı çekmenize yol açacak başka sebepler de yaratırsınız. Sabır ve hoşgörü, kişinin karşılaştığı ters durum veya koşullar karşısında sağlam ve metin kalabilme, bunalıma düşmeme yeteneğinden kaynaklandığı için, sabır ve hoşgörü, bir zayıflık ya da teslimiyet değil, sağlam kalma becerisinden kaynaklanan dayanıklılığın bir işareti olarak görülmelidir. Zorlayıcı bir duruma öfke ve nefret yerine sabır ve hoşgörü ile tepki göstermek, güçlü, disiplin altına alınmış bir zihinden kaynaklanan kendini tutma yeteneğini gösterir.

Zihinsel seviyede, müzmin endişe, yargılama yeteneğini zayıflatabilir, alınganlığı artırır ve kişinin genel anlamda etkinliğini azaltır. Bağışıklık sisteminin bozulması, kalp rahatsızlıkları, mide ve bağırsak rahatsızlıkları, yorgunluk, kaslarda gerilme ve acı da dahil olmak üzere fiziksel sorunlara yol açabilir. Çoğumuz, belli bir kişi ya da durumdan dolayı yoğun bir korku yaşamak yerine, daha çok günlük hayatımızda karşılaştığımız sorunlar nedeniyle sürekli olarak endişelenmekteyiz. Eğer durum ya da sorun böyleyse o zaman çaresi bulunabilir; öyleyse bu konuda endişelenmeye gerek yoktur. Diğer bir deyişle, bir zorluğu aşmak için bir çözüm ya da yol varsa, o zaman bunalmaya da gerek yoktur. Doğru yaklaşım, sorunun çözümünü aramaktır. Sorun hakkında endişelenmek yerine dikkati çözüm üzerinde yoğunlaştırmak için enerji harcamak daha anlamlıdır. Benzer şekilde, eğer, bir çıkış yolu, bir çözüm olasılığı yoksa, o zaman da endişelenmeye gerek yoktur; çünkü bu konuda yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Bu durumda, bu gerçeği ne kadar çabuk kabul ederseniz işler de sizin için o kadar kolay olacaktır. Tabii ki bu formül, sorunlarla doğrudan yüzleşmeyi ifade eder. Yoksa, sorunun bir çözümü olup olmadığını bulamazsınız.

Mutlu olmanın gerçek kaynaklarını anlamakla ve bu kaynakları geliştirmeyi temel alarak hayattaki önceliklerimizi belirlemekle başlamak gerekmektedir. İçsel bir disiplini, yıkıcı zihinsel tutumları söküp atma ve onların yerine, iyilik, hoşgörü ve bağışlayıcıhk gibi olumlu, yapıcı zihinsel tutumları yerleştirme sürecini kapsar.

Eğer ruhsal çalışmaların gerçek anlamı üzerinde ciddi bir şekilde düşünürseniz, bunun zihninizin, tavırlarınızın ve psikolojik ve duygusal tutum ve sağlığınızın gelişimi ve eğitimi ile ilgili olduğunu görürsünüz. Eğer ruhsal çalışmayı gerçek anlamında anlarsınız o zaman günün yirmi dört saatini, çalışmanız için kullanabilirsiniz. Gerçek ruhsallık, herhangi bir zamanda uygulayabildiğiniz zihinsel bir tutumdur.

Temel ruhsallık yani, insanlığın temel özellikleri olan iyilik, nezaket, sevecenlik ve önem verme. Fakat, insan olduğumuz, insanlık ailesinin üyesi olduğumuz sürece, her birimiz temel ruhsal değerlere ihtiyaç duyarız. Bunlar olmadan, hayatı sert ve çok kuru kalır. Bunun sonucunda, hiçbirimiz mutlu bir insan olamayız. Ailemiz acı çeker ve tabii ki toplum da daha sorunlu olur.

İçsel disiplinin, ruhsal bir hayatın temeli olduğunu görürsek bu mutluluğa ulaşmanın esas yöntemidir. Açıklamaya çalıştığım gibi, içsel disiplin, öfke, nefret ve açgözlülük gibi olumsuz zihinsel tutumlara karşı savaşmayı ve iyilik, sevecenlik ve hoşgörü gibi olumlu tutumları geliştirmeyi içermektedir,

"Zihin" dediğimizde, soyut bir kavramdan bahsederiz. Zihnimiz hakkında doğrudan bir deneyimimiz yoktur, örneğin, zihni tanımlamamız istendiğinde, sadece beyni göstermekle yetinmek zorunda kalabilir, ya da zihni açıklamamız istendiğinde, onun "bilme" kapasitesi olan, "açık" ve "kavramayla ilgili" bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Zihninizi duyusal nesnelerin peşinden gitmesine ya da dikkatinizi yönetmesine izin vermeyin. Aynı zamanda, zihninizi bir tür duygusuzluk ya da şuursuzluk yaratacak kadar da içe yönlendirmeyin. Tam bir uyanıklık durumunu ve açık bir şuuru korumalısınız; sonra bilinciniz, ne geçmişte olan şeylere ait keder dolu düşünceler ve kötü anılardan ne de geleceğe ait planlar, tahminler, korkular ve umutlar gibi düşüncelerden etkilenmemelidir. Bunun yerine doğal ve belirli bir şekli olmayan bir durumda kalmalıdır.

Bu, tıpkı çok hızlı akan bir nehir gibidir, o kadar hızlı akmaktadır ki nehir yatağını bile görmemektesinizdir. Bununla beraber, eğer her iki yönden de yani suyun geldiği yönden ve aktığı yönden nehri durdurmanın bir yolunu bulursanız, sakin bir su elde edersiniz. Bu nehrin dibini gayet açıkça görmenizi sağlar.

Ömür Altunçizme
09.03.2002

 



YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |