<%@ Language=VBScript %> YAŞAMIN İKİ DİNAMİĞİ: AŞK VE CİNSELLİK Sayfa 1

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

SAYFA> | 1 | 2 | 3   

Sn.Güngör Kavadarlı'ya gönülden teşekkürlerimizle,

  
 

YAŞAMIN İKİ DİNAMİĞİ: AŞK VE CİNSELLİK

 

-Hep aranan, galiba hiç bulunmayan Sevgili’ye-

 

Yaşam çizgimizin yönünü belirleyen önemli dinamikler var: varlığını sürdürmek gibi, dinsel inançlar gibi, hırs, amaçlar, hayaller gibi, görev duygusu ve rekabet gibi. Ben bu yazımda, yine önemli dinamiklerden aşk ve cinsellik üzerine düşüncelerimi derlemek ve paylaşmak istiyorum. Önce bir tanımlama yapmak gerekiyor yanlış anlamayı önlemek için. Aşk ve sevgi kelimelerini eşanlamlı olarak kullanmıyorum. Aşk, heyecan ve tutku yönlerinin ağır bastığı, çok etkili fakat geçici bir çekim. Sevgiyi ise huzur veren, manevî yönü ağır basan, kalıcı bir ruhsal beraberlik şeklinde tanımlıyorum.  Yani, aşkta fırtına ve çalkantılar var. Kişi, o çekimin etkisiyle kendisini koyveriyor. İnsan kendini kontrol edemediğinden veya etmek istemediğinden, mantık dümenden çekiliyor ve bu riskli bir durum yaratıyor. Etrafta koruyucu duvarlar yok. O nedenle her yönden gelen rüzgâra açık. Sevgi ise güvenli, sakin bir liman. Fazla iniş-çıkışları olmadığından belki biraz tekdüze ama, korunaklı bir ilişki. 

Anlamak ve anlaşılmak ile başlamak belki en doğrusu olacak. İşin aynı anda komik ve trajik, hatta şaşılacak yanı, binyıllarca beraber yaşamalarına rağmen kadın ve erkeğin birbirlerini anlayamamaları. Bunun zaman içindeliği bir yana, bugün bile taraflar birbirini anlayabilmiş değiller. Gençlik yıllarımda, olasıdır ki çoğu erkeğin yaptığı klâsik hataya düştüm. Kadınla erkeği aynı yaratıklarmış gibi düşündüm. Öyle ya, iki cins de insan, aynı temel ihtiyaçları var, aynı şeyleri yer içerler, benzer sinir sistemine ve beyne sahip. Niçin farklı olsunlar ki? Ama, farklı olduklarını, evlendikten yıllar sonra, olgun yaşlarımda anlayabildim. Bu farkına varışın sonrası kadınları daha iyi anlayabildim diyemiyorum. Nedenini, her ne kadar kadını benzettiği yaratığı yadırgasam da , bir hanım köşe yazarımızdan dinleyelim: “Hamamböceğini takip edeceksin! Hamamböceği hızla bir yöne yolalırken, hiçbir engelle karşılaşmamasına rağmen aniden durur ve bambaşka bir yöne doğru koşmaya başlar. Bunun nedenini çözdün mü, kadınları da anladın demektir.” Bu benzetmeden görüldüğü üzere, kadınların, erkeklerin onları anlamadığından şikayet etmeleri büyük haksızlık. Böyle bir varlığı anlamak mümkün mü? Zira, sadece anlaşılabilir şeyler anlanabilir. Hem anlaşılır olmamaktan adeta özel bir haz al, hem de “Zaten sen beni hiç bir zaman anlayamadın,” diye yakın. Ayrıca, kadınla erkeği farklı güdülenmelerin harekete geçirdiğini söyle, fakat benzer durumda senden farklı davrandığı için, diğer cinsi kına. Bunda bir mantık bulabilir misiniz? 

Bazı yanlış formatlar aynen bir bilgisayar yazılımında olduğu gibi beynimizi koşullandırır. Dolayısıyla da bizi o doğrultuda yönlendirir. Bunun sonucu olarak duygularımız bizi gerekli açıklığa kavuşturmada çıkmazlara giriyor. Duygularımızın tam olarak sahibi olamıyoruz. Hayatımızı çıkmazlara sokan bu yanlış kalıpların en önemlilerinden birisi, oldukça yaygın kullanıldığını gördüğümüz, “Ben önce insanım, sonra kadınım / Ben önce insanım, sonra erkeğim,” kalıbıdır. Örneğin bu kalıp yaşamımızdaki hükmünü yüzlerce yıl sürdürmüş ve hepimizi çıkmazlarda tutmuş. Oysa evrensel gizem, “Önce insan, sonra kadın / Önce insan, sonra erkek,” değil de, “Ben kadın-insanım / Ben erkek-insanım,” hükmünde işliyor. Bunun ne ifade ettiği de sanırım çok açık. Bizi kaçınılmaz olarak çıkmaza sokan yanlış formatta, bu iki varlık, sanki cinsel işlev yönüyle farklı olan, ama diğer açılardan benzer varlıklarmışçasına, yani aynı türün birbirine çok yakın iki çeşidi imiş gibi algılanır. Halbuki, bu iki varlığı, biri kadın-insan, diğeri erkek-insan olan iki ayrı canlı türü olarak görmek, daha gerçekçi, yanılgılara, yanlış varsayımlara daha az düşürücü olacaktır. Olaya bu çok değişik açıdan bakılırsa, ayrı güdülenmelerin, farklı beklentilerin ve anlayışların sebep olduğu hayal kırıklıkları, öfke, üzüntü ve şaşkınlıkların sayısı ve yoğunluğu azalır gibime geliyor. Çünkü, ancak böyle bir yaklaşımla, kadın ve erkeğin çok farklı olduğunu, bu nedenle olan biteni, birbirlerinden beklentilerini, aynı olay karşısında bile farklı hisler yaşayıp,  değişik yorumlar içinde olacaklarını, anlamış ve kabullenmiş oluruz. 

Az önceki satırlar bana bir başka formatın daha yanlış olup olmadığını düşündürdü. Kadın veya erkek, “karşı” cins olarak da adlandırılıyor. Karşı terimi, zihnimde örneğin, çift yönlü trafiğe açık bir yolu canlandırıyor. Orada yanyana iki ayrı seçenek var. Ya bir yönde gidersiniz ya karşı yönde.  Kadın ve erkek cinsleri söz konusu ise, artık iki seçenek yok. Kadın ve erkeğin her biri birer tek yönlü yol. Dolayısıyla burada karşı yönden bahsedemeyiz. Diğer yön terimi daha uygun olur bence. Görüldüğü gibi, kadın-erkek de, karşı cins olarak değil, “ diğer” cins olarak adlandırılmalı. Çünkü gerçekte, bir karşıtlık veya karşı cins olma durumu yok, daha temelinden farklı olmaktan kaynaklanan bir diğer cins olma var. Yaklaşımın “karşı” kalıbından “diğer” kalıbına aktarılması, bu iki tür arasındaki ilişkiye değişik bir perspektif kazandırabilir.

Yine farktan sürdürelim düşünmeyi. Seneler boyu içten dost sohbetlerinde kadınların çoğu, eşlerinin onları önce saymasını, sonra sevmesini istediklerini söylemişlerdir. Erkeklerin çoğunun tercihi ise  tersidir. Bir erkek olarak kadınların önceliğini anlamam mümkün değil. Çünkü, tanıdığım, hatta çok saygı duyduğum epey kadın var, fakat onları sevmeyi, daha doğrusu, onlara aşık olmayı aklıma getiremiyorum. Saygısız sevmenin de değeri yok; kabul, zira böylesi ilişki bir süre sonra mutlaka yozlaşır. Erkek, eşine veya hayatını paylaştığı kadına her şeyden önce sevgisini vermek ister. Bir kadın daha ne isteyebilir?  Kadınların da aslında erkekler gibi en çok sevgiyi önemsediklerini sanıyorum. Öyleyse neden saygıyı vurguluyorlar? Denir ki insanlar en çok kendilerinde olmayanı arzu ederlermiş. Herhalde kadınlar asırlarca erkekler tarafından sayılmadıklarını düşündükleri, hatta gerçekten de anne rolü dışında pek sayılmadıkları için, bu ruhsal açlığı gidermek ihtiyacıyla tercihleri böyle oluyor.

Aşkın dönemleri olduğunu düşünüyorum. İlk aşkın özel yerini kim yadsıyabilir? Aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu onu yaşamamış kişiye nasıl anlatırsınız? Siz anlatabilseniz bile, o anlamaz. Hayatımızda o zamana kadar hissetmediğimiz bir duygudur o. Bu niteliğiyle, sanki bu dünyaya ait olmayan, dünya dışı bir duyguymuş etkisi yapar. Mekân, zaman ve diğer kişiler flûlaşır, varlığımızın odağına o duygu ve onun yöneldiği kişi yerleşir. Etraf adeta silinirken, o netleşir. Sonraki beraberliklerimizde çok daha derin aşklar da yaşasak, ilk aşk bir duygu zemini olarak varlığını sürdürür. Çünkü aşk kapımızı ilk açan odur. Sonraki bütün aşklar onun üzerinde büyüyecektir artık. Cahit Sıtkı o güzel hatırayı sonraları özlediği bir anda yazmış olsa gerek “Abbas” şiirini:

Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;                            Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Dinsin artık bu kalp ağrısı.                                  Göster hükmettiğini mesafeye
Şu ağacın gölgesinde olsun;                              Ve zamana.
Tam kenarında havuzun.                                     Katıp tozu dumana,
Aya haber sal çıksın bu gece;                            Var git,
Görünsün şöyle gönlümce.                                 Böyle ferman eyledi Cahit,
                                                                              Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
                                                                              Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

İlk sevgiliyi hatırlamak, gençliğini düşüncede yaşamak, insanın içini şöyle bir ısıtsa da, ben gençliğimi yeni baştan yaşamak istemezdim. Zira her şeyin bir sonu olmalı. Evren onda egemen olan düzenle güzel. Doğru olan, evrenin düzenine uyandır. O düzende kural, değişim olduğuna göre, “Her yaşın ayrı tadı var,” sözü bir klişe değil, gerçek. Zaten Cahit Sıtkı’nın burada söylediği de bir an olsa gerektir. Gençliği tekrar yaşamayı istemek, değişime ayak uyduramamak, geçmişte tutuklu kalmaktır.

“Kimler geldi, hayatımdan kimler geçti,” misali, insanların yaşamına , ama plâtonik, ama değil, üçüncü, beşinci sevgililer de girebiliyor. Kimine göre, hayat yolumuzun çeşitli aşamalarını ne kadar fazla diğer cinsten kişiyle paylaşırsak, o denli renkli ve yoğun olur yürüyüşümüz. “Ben sende bütün aşklarımı temize çektim,” diyenler, veya sonunda bunu söyleyebilecekleri sevgiliyi bulmayı ümit edenler, işte bu kişiler arasından çıkıyor. Murathan Mungan “Yalnız Bir Opera” şiirinin en başında böylelerini şu satırlarla dile getiriyor:

“ ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
   yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
   oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
   ben sende bütün aşklarımı temize çektim”

Hayatına girenlerin sayısı fazla olan bir kişinin “Ben bütün aşklarımı sende temize çektim,”  dediği sevgili olmak, iki tarafı keskin bıçak. Bugün sevdiğini önceleri başkalarının paylaştığını bilmek - son beraberliğin niteliğine bağlı olarak – rahatsız edebilir veya etmeyebilir insanı. Aslına bakılırsa, derinine inildiğinde anlamsızlaşan, bir ego veya sahiplenme duygusu, veya öncekilerle karşılaştırıldığında daha yetersiz ya da onlar kadar iyi bulunmama endişesinden gelir bu rahatsızlık. Nedense, özellikle erkeklerde, kendini Pamuk Prenses’in beklediği Beyaz Atlı Prens gibi görme eğilimi var. Biz daha etrafta yokken, şimdi sevdiğimizin, bir başkasını sevmiş olması bize karşı bir şey değil ki. Bizi daha tanımamışken yaşanmış olanın bizi tedirgin etmesinin mantığı var mı? Hatta gocunma sebebi olmamanın yanında, bizi tanıdıktan sonra tercihin biz oluşunu, bir anlamda bize yapılmış bir kompliman olarak görmek gerekmez mi? “ Ne yazık ki karşıma sonradan çıktın. Daha önce karşılaşsaydık, hayatımda diğerlerine yer olmazdı,” türü bir komplimandan bahsediyorum. Haaa, bizi tanıyıp, bizimle beraber olmaya karar verdikten sonra meselenin rengi tamamen değişir.

İlk aşk hoş bir duygu zemini oluşturur demiştim aşkın dönemleri sohbetime başlarken. Bu bahsi bitirirken şöyle derim. Bu doğru da, son sevgilinin yeri de bambaşkadır. Şunu duymuştum: Kadın ya da erkek olsun, en yoğun duygularla sevgililerini, ama en çok ve en uzun süreyle eşlerini severlermiş. Ben katılıyorum; ya siz?

Devamı

 



SAYFA> | 1 | 2 | 3 |

YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |