<%@ Language=VBScript %> 17 Ağustos 1999 - SABAHA KARŞI GELEN ZİYARETÇİ DOĞAYDI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |

 

Sayın Murat Bilgili'ye gönülden teşekkürlerimizle,
 

17 AĞUSTOS 1999
SABAHA  KARŞI  GELEN  ZİYARETÇİ  DOĞAYDI

 

Bu yazıda  o akşam yaşanan büyük facianın renkleri, onun kendine özgü motifleri konacak ortaya.
Yaşananlar ne kadar acı ve büyük olsa da terazinin kefeleri yine duracak aynı noktada.
Şimdi o geceye gidelim, beraber hatırlayalım ve unutmayalım.... 

 

- Kim var orada? Kapıya duvarlara kim vuruyor?

Kalabalık gelmiş bu akşam misafirler, bak duymuyor musunuz? Her tarafta sesler, kalabalık gelmiş bu akşam misafirler. Beklemeden hazırlıksız yakalanmış bizler; Tanrım mahcup etme kullarını gönderdiğinde bağrından koparak gelen doğayı, biliyorum unutmadın yarattıklarını.

Şimdi görüyorum o her yerde; sokakta, karşı evin balkonunda, yatak odama girmiş sokuluyor yanıma; beni seni, ondan ayrı olan her şeyi kucaklıyor bağrına gömüyor. Feryatlar çığlıklar, beşiğinde ağlayanlar; canlı olup da sesini duyurabilenler hep bir ağızdan haykırdılar. Yüz çevirmeden misafire, karıştı sesleri onun sesine; insanlar mı? sormayın onları.

Hayvanları, bitkileri aramayın ayırmayın canlıyı cansızı; O beklenmeden geldi, bizlere Tanrı misafiriydi.

Sesinde ilahi kudret, açmıştı yüreğini gerekiyordu iade-i ziyaret.

Gün ışımadı daha, sesler kesildi bilinen tüm farklılıklar eşitlendi.

Şimdi bizler, ne insan ne de hayvan, bitkiler de yanımızda girdik canlı cansız kol kola, yürüyoruz iade-i ziyaret yolunda.

Yükseltiler düzlüklerde, zenginle fakir aynı yerde, denizle kara başladığında yürüyüş girdi iç içe; fabrikalar, gökyüzüne ulaşan koca koca binalar sormayın şimdi nerede diye, başladığında yürüyüş girdiler iç içe.

On binler yürüyor ziyaret yolunda, doğa kucağına açmış bekliyor onları yollarda; gördüğünüz bu yıkıntılar harap olmuş yapılar, neden diye sorma? On binler yürüdü yollarda, canlı cansızı eşit oldu o diyarda.

Yapılan ziyarete karşı ziyaret gerektiğinde, saatler yok olmuş sıkışmışsa zaman saniyelerde, her şeyin eşitlendiği o yerde sorulmaz artık neden niçin diye.

Şimdi matem tülleri örtseniz de oraya; görkemliydi onlar, coşkuluydu onlar, belki hazırlıksız yakalandılar; olsun yine de mahcup olmadılar. Kahvaltı sofrasında, kadehlerin şerefe kaldırıldığı bir masada, belki de yatağında, belki de dalıp gittiği rüyasında ağırladılar geleni; çünkü o Tanrı misafiriydi, inanın mahcup olmadı onlar.

Gökyüzüne uzanan o alevler miras kaldı geriye günlerce yanacak; ışığı, sıcaklığı hayat veren ateşi sizlere hatırlatacak.

- Kimse yok mu orada? Kapılar duvarlar her yer sessiz; gidenler dönmedi, anlıyorum ki her gelene bir yer gösteren, herkesi gönlüne gömen doğayı Tanrı da mahcup etmedi.

 

Ziyaret bittiğinde, her yerde sessizlik hüküm sürdüğünde biri geldi.

Ziyaret edilen, iade-i ziyarete giden biri; anlatmak istiyor sizlere şimdi, gördüklerini, hissettiklerini.

 

Görüyorum korku köşe başlarında, İblis olmuş sanki duruyor karşınızda, beş duyu esir düşmüş her sarsıntıya.

Yağan yağmurlar, kopan fırtınalar, tekrar tekrar baktığınız takılıp kaldığınız fotoğraflar; birlerin binlerin değil on binlerin yürüyüşüydü o.

Bir bebeğe nereden geliyorsun diye sorduğunda karışıyordu sevinç gözyaşları cevap olan çığlıklarına, binlerin değil on binlerin yürüyüşüydü o, nereye gidiyorsun diye sorduğunda cevap alamazsın ne bir çığlık ne bir gözyaşı ipucu bulamazsın.

Bırak sorma, nafile cevaplar arama; bir buluşmadır o ! Yıkılan eserler, savrulup giden değerler inan hiç önemsenmediler.

Anayla evlatlar kucaklaştığında, dağlar ovalar secdeye vardığında arkalarına bile dönüp bakmadılar.

Bilmeden görmeden, buluşma yerine gelemeden çaresiz kalan sen; üzülüyorsun, bizler için gözyaşları döküyorsun. Bilendim görendim, ben on binlerle yürüyendim. Ne muhteşemdi o gece, ziyaretine gidilen doğa koşuyordu çocuklar gibi her yerde; dalgalar coşmuş köpükleri sokaklara doluşmuş, yarılan yollar arzın merkezine ulaşan boşluklar, şimdi korkutuyor sizleri onlar.

Duvarlar, sallanan sarsılan yapılar, devriliyor yıkılıyor mihraplar; son yürüyüş başladığında doğa çocukça coştuğunda işte duydukların tekrar tekrar geceler boyu hissettiklerin bunlardı.

Öze yürüyenlerin ayak sesleri, evlatlarını bekleyen bir ananın heyecanı, işte hissettiklerin bunlardı.

Belki o gece asırlar akıp geçti; tarih, zaman bir hiçti, düşünüyorum da her şey muhteşemdi.

Şimdi sen kumaş yaptın acılarını; hatalar suçlamalar, vaatlerle özenerek dikiyorsun o kumaşı, yas günleri geride kaldığında, elbiseni çıkararak dolabına astığında naylon bir torbaya koymayı sakın unutma; tozlanmasın, siyahına beyaz lekeler konmasın.

Bir yastan diğerine, elin uzandıkça matem elbisene biliyorum her acıyı hissedeceksin gönlünde; sen yaşayansın, acılarını dolabında saklayansın.

Unutma!

Sözler görüntüler zamanla unutulur gider, aslolan hayattır kartopu olmuş avuçlarında sıkı sıkıya sarıldıkça erir biter.

Şimdi ayrıyız bizler, siz orada bizse burada, geride kalanlara baktığımızda sorular, hatalar arayarak suçlayanlar suçlananlar;

Ne için ?
Kimler için ?
Yüzünde çöken çizgiler, buğulanmış o gözler, hepsi anlatıyor hissettiklerini hepsi gösteriyor sevgini.

Artık dolabın kapılarını açmalı, acılan, onunla dokuduğun kumaşı kaldırıp atmalı.

On binler yürürken o yolda aslında her şeyi anlatıyordu sana, ne hataları ne de günahları, anlatıyordu sadece insanı doğayı, yaşayan bir varlık olarak gösteriyordu sana nasıl yaşanacağını.

En çok üzüleni, en büyük acıyı çekeni sorsam; yalanlar biri birine verilen cevaplar, bırak bunları bitmez asla yarışlar; erdemlerle dolu düşünceleriniz güzellikler saçıyor sözleriniz.

Söz yok!
Düşünce yok!
Yalan! İnanın hepsi yalan!
Yaşam adına eylemdir sadece varolan.
Özledim deme kucakla özlediğini ziyaretlerinde,
Seviyorum deme göster sevgini hareketlerinde,
Kıskanıyorum, kibirliyim, ihtiraslıyım de!
Bencil olduğunu, menfaatlerin esaretinde yıllarını geçirdiğini söyle! İçinde sen olan senden ayrıymış gibi duran ne varsa çek onları birbirine, ayrı bırakma yarımları tamamla bütünle!

İşte bu gece evine gittiğinde; on binlerin yürüyüşünü korkmadan yüreğinde hissettiğinde, ayrı bırakma yarımları, tamamla bütünle!

Kendini tanıdığında, uzak tuttuğun utandığın yarımına el uzattığında, anlarsın insan olduğunu, anlarsın bu yolu.

Zordur yaşamak, hele yaratıldıysan insan olarak, en zor olandır böyle varolmak.

 

Bakın neler oluyor bu gece, geldiğinde biri, geliyor yarımlardan diğeri.

Onlar birleştiğinde karşılıklı ziyaretlerle o gece, bir sevda türküsü söyleniyordu tüm evrende.

Sevdalılar tek tek gelirken buraya bakmayın siz insan, doğa, diye söylenen isimlere; sevdalıydı onlar

O gece bir oldular.

 

Gerilerde kaldığında yaşantılar, yılların anaforunda kaybolduğunda onlar; eşler kardeşler, analar babalar, canınız olan evlatlar; kimi zaman sarılmak istersiniz, kimi zaman da bırakmamak için direnirsiniz.

Dolapta asılı duran bir elbise, üzerinde kalan kokusuyla günlerce birini hatırlatır size; geçen zamanla silinip gitse de koku, usulca sokulduğunuz dolapta bıkmadan usanmadan ararsınız onu.

Şimdi yaşlandığınız bu günlerde ne dolap ne elbise hiçbir şey yok yerli yerinde, ama biliyorum herkesin yitirdiği bir sevgili yaşıyor gönlünde.

Kimler geldi, kimler geçti bu harabeye dönmüş diyardan, şimdi siz son görensiniz; geçmişte yaşayanları yaşananları bilmeyensiniz.

Bir tespih böceğiydim yerde yuvarlanan, bir yarasaydım gece kayalardan havalanan, hep ben vardım burada, doğa dediniz adıma; sizlerin gelip geçtiği bu diyarda ben vardım, tek kalandım, doğa dediniz adıma.

Sevgiyle sarıldınız yeşilime, açan çiçeklerimden taç yaptınız sevdiklerinize; beni her andığınızda özlemle dalgalarıma koştuğunuzda sevgi sözcükleri dolaşıyordu dudaklarınızda.

Ben tekim.

Sizlerin sevdiği çiçekleri o yıkıntılarda yetiştirenim.

Rüzgarlar sert estiğinde, dalgalar sahilleri dövdüğünde, yer yarılarak dağlar ovaya dönüştüğünde, beni hatırlayın taç yaptığınız çiçeklerde.

Sizler giydiğim bu siyahlara bakmayın ne ağlıyorum ne de yas tutuyorum, sadece gelen sonbaharı karşılıyorum. Bağrımda yaşayanlar öldüğünde, kış, beyazlığıyla her tarafı örttüğünde, yeniden doğumu müjdeleyecek herkese. Sarsıntılarımla göller tepelere dönüştüğünde, denizlerin yerinde çiçekler bittiğinde, doğanın yaşadığı müjdelenecek her köşede.

Sizler, beni sevdiğini söyleyenler; bir gün bana döndüğünüzde anlayacaksınız sizleri sevdiğimi, tüm varlıkların ben de eşitlendiğini.

Doğa dediniz adıma, uydurmalısınız yaşantınızı yaşantıma; bakın kuşlara böceklere yarışıyorlar bir önde bir geride; bir yarış ki koşuyorlar tanımak için doğalarını anlamak için Ulu Yaradan’ı.

İşte sen, seninle yarıştığında, yaşantını yaşantıma uydurduğunda, anlarsın hayatın ne olduğunu, görürüsün zaman denen boşluğu.

Ben doğayım.

Asırlardır verilen emaneti taşıyanım.

Teslim günü geldiğinde görmeyeceksin beni ileride; sen, o, böcekler, yavrusunu arayan geyikler, bir arada olacağız bizler.

Her şey bir olduğunda, doğanın yaşamı son bulduğunda, sizlerle beraber ben de eşit olduğumda; görevime son nokta koyulacak.

İşte o gün herkese hesap sorulacak.

Her şeyin sustuğu, var olan tüm hareketlerin durduğu an.

Ruhlarda yükselen isyanlar, yüreklerde duyulan korkular tüm yaşananlar.

Kimileri dualar ediyordu parklarda bahçelerde, kimileri açmadan gökyüzüne ellerini yüreğinden söylüyordu bağışlanma, korunma dileklerini.

Sahip olduğu değerleri yitirenler, sessiz çaresiz gözyaşlarına gömüldüler.

Geçen her saniye zaman yoluna devam ettiğinde, acıyla korkuyu tekrar tekrar karıştırarak akıtıyordu gönüllere.

İnsanoğlu ağlamalısın!

Kuruduğunda göz yaşların, yaraların, korkuların acı bir hatıra olduğunda yarın; sen, aynı sen olduğunda, yaşadıkların geçiyorsa karbon kağıdıyla diğer kağıtlara, hayatın bir bataklığın ortasında takılıp kalmışsa tekrarlarda. O zaman ağlamalısın; işte o zaman kuruyan pınarlarda gözyaşı bulamadığında kan akıtmalısın.

Sen baharda açan çiçeksin, bir başka baharda dalında duran son yaprağa gönül verensin.

Gökyüzü küstüğünde yeryüzüne, topraklar çatlayıp su diye inlediğinde; sen, toza karışarak esen yeldesin; her tarafı ölümün beyazlığı sardığında, tüm canlılar uykuya daldığında, sen kardelensin.

İnsanoğlu dön de bak yaşayan evrene, tekrar diyerek geçip gittiğinde her mevsime, görmüyorsun aslında O’nun yaşadığını her yerde.

Sen insansın!

Belki böcekten, belki de dalında asılı duran yemişten farklısın. Sana bu farkı O verdiğinde, sakın ha aldanma hükmeden oluyorsun her şeye.

Nedir bu kibir?
Nedir bu gurur?
Sen de, evet sen de.
Kardeş diye el uzattığın, gönlünde yer açtığın bir diğerinde.
Sor ona gücü yetiyor mu?
Sor ona durdurabiliyor mu?
Sor ona her şey bir olduğunda o da korkmuyor mu?

Bırakın ben insanım ben şuyum ben buyum demeyi; unutursanız insanlığı unutursanız insanları onlar da unuturlar sizi.

Tüm insanları kardeş gibi görebildiğinde; baharda açan çiçeksin, dalda duran tek yaprak sensin; esen yelsin, karı özünde hisseden kardelensin.

Anlıyor musun? Sen doğayla yaşayan tüm varlıklarla kardeşsin.

Sen O’nun yarattığı, kendinden kattığısın

Duyan, duyduğunu anlayan; yorumlayan, yorumlarında O’nu arayansın; çabaların, yaptığın bu durdurak bilmez koşturmaların, mutluluğa giden yolda ulaştıracaktır seni O’na.

Tüm bunları bilirken sen, her şeyi bırakarak kenara diyorsan ben; işte o zaman toprak su hava bırakırlar seni, arar durursun yanan ateşi.

Bir sarsıntının elinde, esen rüzgarın gücünde, kaybolur gidersin.

Ararsın O’nu.

- Kim var orada? Kapıya duvarlara kim vuruyor?

Kalabalık gelmiş bu akşam misafirler, bak duymuyor musunuz? Her tarafta sesler, kalabalık gelmiş bu akşam misafirler. Beklenmeden hazırlıksız yakalanmış bizler, Tanrım mahcup etme kullarını gönderdiğinde bağrından koparak gelen doğayı, biliyorum unutmadın yarattıklarını.

Beklenenler geldiğinde, emanetler teslim edildiğinde, mahcup olmayacak hiç kimse.

Kucaklaştığında onlar, bir olur O’na uzanan tüm katlar.

Belki hiç beklemiyorlardı, hazırlık da yapmamışlardı. Olsun, koşarak gelen doğayı hissettiklerinde, O doluyor olacak her zaman gönüllere. Unutma yetim bırakmaz O yarattıklarını.

Murat Bilgili
09.02.2002 

 



 

 YUKARI

 

| Ana Sayfa | Hatırladıklarım | Fener | Pınar | Turizm | Medya | Linkler | Arşiv | Bize Ulaşın |